Güzel
yaşanmışlıklar çabuk bitermiş. İnsan, sahip olduğu kıymetlerin değerini, elden
çıktığında anlıyormuş. İşte mübarek ramazan
ayı da bütün güzellikleriyle sefalar getirdi. Hanelerimize, en çok da
gönüllerimize misafir oldu, sonra da bir çırpıda bitti. Yüreğimizi hüzün
kapladı bir nebze.
Bir
aydır yaşadığımız uhrevi havanın tadıyla huzur bulduk. Dünya endişelerimizi,
sorunlarımızı, dertlerimizi, koşuşturmalarımızı bir nebze erteledik. Bitmek
bilmeyen gereksiz arzularımıza, sonu gelmeyen sınırsız heveslerimize kulak
tıkadık.
Yüreğimizi
hoşgörüye, affetmeye, sabra, şükre, tevekküle açmanın doyulmaz huzurunu
yaşamaya başladık. Maddi hayatımızda bir değişme olmamasına rağmen daha bir
huzurlu, daha çok mutluyduk sanki.
Bitmeyen
planlar yaparak, huzura ulaşmanın gayreti içinde tedirgin ve endişeyle
koştururken, ramazanın imbat rüzgârlarıyla bir anda serinledik. Tüm
endişelerimizden soyutlanarak manevi enginliklere yelken açtık.
Sıcacık
paylaşımlarda bulunduk, ihmal ettiklerimizi aramanın mutluluğunu yaşadık. Hatır
sormalarla, tatlı tebessümlerle çevremize pozitif enerji dağıttık. Etrafımızdakilere
değerli olduklarını hissettirmenin gururunu yaşadık.
“Paylaşmanın,
hatırlamanın, gönül almanın, güzel dileklerin, sabrın, metanetin vefanın, hediyeleşmenin”
vb. iyiliklerin yaşantımıza daha fazla girmesinin doyulmaz tadına ulaştık.
Can
dostumuz ramazan-ı şerif gelmeden önce, az da olsa; “acaba sabredebilecek miyim?”
telaşına kapılmıştık. Fakat öyle olmadı. Vefalı bir yar gibi, tatlı bir huzur
getirdi. Munis, hoşgörülü, sevecen, samimi bir üslupla bizlere tebessüm
etti. Güven ve sabır dağıttı, insanlığımızı,
sevmeyi ve saymayı, gerçek benliğimizi hatırlattı.
Candan
bir arkadaş, hakiki bir dost gibi sardı sarmaladı her birimizi. Ötelememeyi,
paylaşmanın değerini öğretti. Kırgınlıkları sildi gönüllerimizden. Affetmeyi,
şefkati tebessümü getirdi yüreklerimize.
Mutluluğun,
huzurun uzaklarda değil, yanı başımızda olduğunu hatırladık. Kendimizi gözden
geçirme fırsatı bulduk. Eksikliklerimizi gördük, ötelediğimiz iyilikleri şevkle
tamamlama fırsatı bulduk.
Zor
sandığımız “sabretme, affetme, paylaşma” vb. hasletler mizacımız oldu.
Yüreğimiz yumuşadı, duygularımız merhamete geldi. Yüzümüzde tebessüm, gözlerimizde
umudun pırıltıları yer aldı.
Ramazan-ı
Şerif o kadar güzel hediyeler getirmişti ki bizlere; onlara kavuştuğumuzda,
sahip olduğumuz halde zamanla unuttuğumuz; “insani ve vicdani değerlerimizi
yeniden beynimize ve yüreğimize yükledik.
Bunların
hepsi “insan olmamızın” mihenk taşlarıydı. Olmadığında eksik kalan
parçalarımızdılar. Onlarsız “tam, bütün” olamayacağımızı bir kez daha
hatırladık.
Bunlar; sevgiydi,
saygıydı, değer vermeydi, ötelememekti, sormayanı aramaktı. İyilikti, hoşgörüydü, sabırdı, sebattı,
paylaşmaydı, affetmekti, komşuluktu, akraba eş dost hatırıydı. Yardımlaşmaydı,
nadide temennilerdi, duaydı, tebessümdü, hatırlamaydı.
Bizi
“biz” yapan aile ve toplum iksirimizdi açıkçası. Bunların her biri bizlere rehber
oldu. Onlarla, ailemizin, akrabalarımızın, komşularımızın, sevdiklerimizin,
öksüz ve gariplerin, unutulanların yüreğine dokunma imkânı bulduk. Böylece
insanlığımızı hatırladık.
San
ki dünyamız değişti. Sıkıcı, tekdüze, tatsız tuzsuz geçen günlerimize tatlı bir
heyecan, koşuşturmalı bir huzur yayıldı. Her anımız daha bir anlamlı ve değerli
geçmeye başlamıştı. İnsanlar daha iyi, çevremiz daha temiz ve yeşil, esen
rüzgârlar tatlı bir meltem, yağan yağmurlar yıkayan bir mutluluktu adeta.
Yaşamak daha da güzeldi bu kez. İşte yaşama sevinci buydu galiba.
Söylemlerimiz
pozitif, sabrımız daha fazla, hoşgörümüz candan, tebessümümüz daha bir güzeldi.
Yüreğimizde küllenen değerli hazineler ortaya çıkmaya başlamıştı teker teker.
Kalbimiz daha yumuşak ve şefkatli atıyor, gözlerimiz daha merhametli ve anlamlı
bakıyordu.
Öfke
ve kızgınlığın fay hattı şeklindeki keskin yüz çizgilerimiz kaybolmuş,
tebessümlerimiz yüzümüzde gül açmıştı. Kandillerde tebrikleşiyor, gariplere
düşkünlere yardım kolileri hazırlayarak, paylaşmanın tadını yaşıyorduk.
İçimizdeki
karamsarlıklar, küskünlük ve kırılganlıklar uçup gitmişti bir anda. Zihnimizi
meşgul eden gereksiz duygu ve düşünceleri temizlemenin bir tatlı huzurunu
yaşıyorduk.
“Ben”
duygumuz kaybolmuş, “biz” olmuştuk adeta. Bencilce oluşturduğumuz hayalimizdeki
“sırça saray” lardan çıkarak, var olduklarından haberimizin bile olmadığı
yoksul komşumuzun, akrabamızın mütevazı, gerçek mekânlarını severek hatırlama
fırsatı bulmuştuk.
Açıkçası;
“aile”, millet” ve “insan” olmak buydu belki de. Bunu kendimiz başarmıştık.
İsteyerek, idrak ederek, sevinerek ve bizzat yaşayarak.
Şimdi,
vefalı, candan, özlenen ve özleten bir dostu uğurlamanın kederi var
bakışlarımızda. Kimimiz güzel şeyler yaptığıyla teselli bularken, bazılarımız
fazlasını yapamadığının “keşke” si
içinde… Fakat tekrar gelecek olması, “umut çiçeklerimiz ”e can suyu.
Özlemlerimize “müjde” rahatlığı olacak.
Ne
var ki o gün geldiğinde, ulu çınarlardan çok değerli yaprakların
döküleceği, kimi tatlı canların, “genç
ihtiyar demeden bu vefasız dünyadan” ayrılacağı, “istemesek de” acı bir gerçek.
Seni
çok sevdik, sultanlar sultanı. Koşulsuz sınırsız ve içten. Sana doyamadık bir
türlü. O yüzden hep özleyeceğiz, gelmeni ve getireceklerini.
Bizlere
hediye ettiğin nadide güzellikler aklımızda ve gönlümüzde. Umarım bunları
küllendirmeden, en iyi şekilde yaşarız bundan sonra.
“Elveda…”
demeye dilimiz varmıyor, zira vedalaşmak, dönmeyenler içinmiş. Biliyoruz ki yine geleceksin.
Umudum
o ki sevenlerin yine sana kavuşacak… Güle güle git Ya Şehri Ramazan, güle güle…
Sevgiyle
kalın…
Seyfettin KARAMIZRAK