
Bir düş taksimi adeta sözcüklerin
yuvarlandığı o kayalık tıpkı aşka düşen bir kadın gibi bir adam gibi.
Issızlık baki, hayat özveri dolu ve
istekler ve arzular…
Sabahın erken saatini giyinen kuşlar
misal ya da kuşluk vakti kahve içmeye gelen komşular ve dostlar.
Hayatın öznesi iken sevgi ve de hayal
gücü ve işte hayat da düşler de kaldığı yerden devam etmekte.
Bir sözcükse arayışın sonlanmadığı ve
sevgi ise ailede biten çiçeğin yakalandığı haylaz rüzgar tıpkı Sema gibi
evreleri ömrün ertelediği mutluluğun vebali de boynuna iken.
Tarzıydı genç kızın tevazu yüklü
varlığı ve semada saklı hayalleri. Çalıştığı kadar mesleğinin zirvesinde takılı
idi aklı öncesinde ve kimine göre; para iken hayatın merkezi sadece uyum
göstermek adına insanlara, işine gidip geliyordu bazen ayakları gerisin geri
giderken bazense kendini hapsolmuş bir mahkum gibi hissediyordu ama zindan
dediği devasa bir plazada çalıştığı kadar kariyerine hızlıca devam ediyordu.
Kayıptı oysa gülücükleri: gerçi işine
yani bankacılığa ilk başladığında ayakları yerden kesilmişti hele ki mülakat
sonrası çalışacağı banka şubesine tanışmak adına gitmişken banka müdürü ve
banka çalışanları ile nasıl da pembe bir dünyaya misafir olduğunu görmenin
verdiği hoşluk ve umutla salmıştı işte kanatlarını mademki hayalleri idi gerçek
olan.
Gerekçeler ve de aldığı eğitimin
hakkını vermek adına biraz ertelemişti iş hayatını ne de olsa üniversiteden
mezun olduğu dönemde babasını toprağa vermiş ve hayli sıkıntılı zamanlar
geçirmişti.
Hayatı boyunca hayatı cennet bellemek
ve insanları meleklere benzettiği yalan değildi peki, Sema kusursuz bir insan
ve de melek miydi?
Bunu sorgulaması mümkündü ve kendini
bildi bileli sorgulamıştı da kendini ve işte rahat vicdanı ve beyni ve analitik
zekası ve duygu dolu dünyası sancılı bir ömrün vardiyasına henüz kalmamıştı
üstelik.
İklimler sertti o zaman aralığında ve
kışları soğuk ve karlı geçiyordu sevdalı şehir İstanbul’un ve yağan kar
tanelerinin eşliğinde başladı bankadaki yolculuğu.
Zamanın nüvesi.
Bilinmezin nüktesi.
Gönlü ferah ruhu coşkulu beyni ise
üretmeye programlı iken sevgi dolu yüreği adeta insanlık ve dostluk adına
çarpıyordu çarpıldığı kadar da dünyanın ilk ikramı ile üstelik hesabına yatan
yüklü bir maaşı vardı genç kızın.
Bir vaveyla ruhunu kundaklayan ve
sessizlik.
Sözcükler ve rakamlar…
Sözcüklere çok düşkün değildi ne de
olsa rakamlarla ve hesap özeti ile iştigaldi hayatın ve de çalıştığı bankada
severek de yapıyordu işini: yurt dışı bağlantılarda etkindi yabancı diliyle ve
o kadar kalabalık bir ordu idi ki banka: sayısız yetkili ve iç yönetmen ve de
banka müdürü.
Emir almaya alışıktı sonuçta aldığı
eğitimde en üstü hedeflemişti ailesi ve zaten Sema ispatlamıştı rüştünü.
Mekanı aşk.
Meali aşk.
Artık nasıl bir bağlantı kurmuşsa
hayatla aşk arasında ve de somut bir meslekte soyut duygulara yer yokken…
İyi de yerini yurdunu çoktan
bellemişti gerçi öğrenci kimliğini susturamıyordu ama…
Belleğinde açtığı kayıtlar.
Alt belleğinde saklı sırlar.
Keşfe henüz çıkmamıştı ne de olsa ve
o, sadece herkes gibi olmaya çalışıyordu bir yandan da hayallerinden ve
duygularından ödün vermiyordu ve işte: duygularla mantığın çatıştığı nokta.
Bir noktaya tekabül ettiğinin henüz
farkında değildi ve nokta atışı yapmakla iştigal varlığı ile kutsal bir sevgiyi
de tam da merkeze yerleştirmişken.
‘’Çok derinlere dalmana gerek yok
yeter ki işini yap ve vaktiyle teslim et.’’
Bunu diyen yetkilisi ya da müdürü
değildi sadece çalışma arkadaşından bir uyarı almıştı üstü kapalı.
Öğrenmek ve öğretmek:
‘’Unutma, burası bir okul değil
sadece vazifeni yapmanı istiyor insanlar senden ve de kurallara uymanı.’’
Kurallar mı?
Hani, bir ömür itaat ettiği.
Kaideler ki haddinden fazla otoriter
bir babanın kızı iken üstelik eğitim aldığı okullarda ağır bir müfredat iken
ona ve arkadaşlarına eşlik eden.
Gücü yetecek miydi peki?
Güç olan ne miydi?
Ya da gücüne giden ve verdiği emeği
katladı artık mesai bitiminde çıkmıyordu işten nerede ise gece yarısına kadar
bankada ve rahat koltuğunda mıhlanıp kalıyordu ta ki güvenlik görevlisi yanına
gelip de onu uyarana değin:
‘’Geç olmadı mı Sema Hanım?’’
Belki de bir köşeye kıvrılıp
uyumalıydı sabahın erken saatlerinde bankaya ilk gelen Sema olsa da.
Yetemediği neydi?
Yetmediği kim?
Bir yandan da içindeki çocuğu
susturuyordu ve ona emirler yağdırıyordu:
‘’İstediğin bu değil miydi? Nedir
seni rahatsız eden ve hala neyin derdindesin?’’
Moral.
Heves.
Hırs belki de…
Eksik olan bir şeyler vardı ama ne?
Bir yandan da dününü düşünüyordu hani
aldığı pedagojik formasyonu hayata geçirmek ve bu konuyu, bankada kimseye
açmamıştı ne de olsa aldığı mesleğin hakkını vermekti ona düşen.
Sözcükleri de seven yüreği ve
duygularla yüklü iç sesi ve bağımsız hissetme arzusu.
Ara sıra şiirler ve kısa denemeler
karalardı birkaç yıl öncesinde ve şimdi işten başını kaldırmak ne kelime deli
gibi işine odaklanmıştı ve günbegün bir şeyler yolunda gitmemeye doğru yol
almaktaydı sonunda olan olacak ve başka bir evrene yol alacaktı aslında
almaktaydı da.
Renkler süzgün değildi henüz.
Henüz büzülmemişti yüreği.
Hüzünse yavaş yavaş yağmaktaydı
üstüne ve karın yoğun olduğu bir gün işine başlamışken yine yoğun bir kar
yağışında yazdığı istifa dilekçesin attı imzasını.
Her şey bir anda olmuştu.
Bu çok da doğru değildi hani ne de
olsa birikimdi içindeki huzursuzluğa sebep olan ve biten bir şeylerdi kapısını
çalan.
Her şey bir yana içinde susmak
bilmeyen o çocuk.
Öğrenme aşkına eşlik eden öğretme
arzusu.
Çok iç açıcı olmasa da önünde ne
varsa onu bekleyen ama inatçı ve arzu dolu hayal gücüyle yine yeniden pembeye
boyamıştı işte hayatı ve onu bekleyen geleceği ve de ihtimalleri.
Her şey bir anda gelişmişti ve daldan
dala konan ruhunun elinden tutmuş baba mesleğini sürdürmek adına yeniden baş
koydu hayata ve içinde biriken isyanı bastırıp mutluluğa yelken açtı.
Mutluluk insanların gözünde; kariyere
ve paraya denk düşerken, Sema hayallerine ve duygularına denk düşüp adeta
kanatlandı somut bir dünyadan soyut başka bir âleme.
Arkadaşı vasıtasıyla öğrenmişti
İstanbul’un uzak bir semtinde bulunan bir okulun öğretmen açığını.
Ansızın doğan güneş.
Oysaki ansızın karanlığa boğulmuştu.
Kardığı duyguları ve banka ile
uzaktan yakından ilişkisi olmayan öğretmenlik hayalleri nasıl ki bir çatışmaya
sebebiyet vermişti bir o kadar pek çok insanı da hayal kırıklığına uğratmıştı
ne de olsa ondan bekleneni ifa etmiş devamını getirememişti.
Karın bolca yağdığı bir günün erken
saatlerinde çalışacağı okula zor da olsa ulaştı üstelik İstanbul’un merkezi
sayılan bir semtte adeta üvey çocuk gibi içine kapanmıştı o ilköğretim okulu
ama modern zamanın Çalıkuşu olmaya ant içmişti bir kez ve de hazırdı artık
ruhunu teslim etmeye çünkü kelimenin tam anlamıyla kendini cennette
hissediyordu ve şık kıyafeti ile çok tezattı hissettikleri ne de olsa
ayakkabısına bulaşan yoğun çamur adeta ayaklarını yerden kesmişti hele ki
ayağında ayakkabısı olmayan terlikle ve sırtlarında incecik bir kazakla okula
gelen öğrencilerini gördüğünde adeta zafer kazanmış bir komutan edasıyla iç
sesi çığlık çığlığa eşlik etti genç kıza.
Hızlı bir giriş yaptı müdürün odasına
elbette kapıyı çalmıştı ama ve babacan müdür gülümseyen gözlerle karşıladı
Sema’yı:
‘’Hocam, hoş geldiniz. Biz de sizi
bekliyorduk günlerdir.’’
Günlerdir mi?
Oysaki henüz bir gün geçmişti
üstünden müdürle olan konuşmasının ve bir günden beridir de istifa işlemi ve
evrakları ile uğraşan genç kız geç kaldığına dair bir yanılgı ile öncesinde
yüzü asıldı ama müdürün içtenliğin ve cıvıl cıvıl sesleri ile öğrencilerin
aniden de kanatlandı hem.
‘’Hocam, sayın müdürüm, ne diyeceğimi
bilemiyorum ne de olsa öğretmen olarak ilk kez çalışacağım ve o kadar mutlu ve
coşkuluyum ki. Hatta hemen şimdi de başlarım vazifeme eğer ki arzu ederseniz.’’
Müdürün yüzü aydınlandı bir anda ve
söze başladı:
‘’Okulda çok öğretmen açığı var ve
siz tek İngilizce öğretmenisiniz bulunduğunuz okulda dolayısıyla tüm sınıflara
da siz gireceksiniz. Ayrıca boş geçen diğer derslerimizi de size vermeyi
düşünüyorum elbet kabul ederseniz.’’
Kabul etmemek mümkün müydü ve işte
yeni bir adımla açtığı kolları bu yeni dünyayı içine çekmek nasıl da iyi
gelmişti genç kıza üstelik alacağı ücreti sormak aklına bile gelmemişti ve de
bilmiyordu üstüne para vereceğini ki umurunda değildi ne maaş ne de maddi
ihtiyaçları düşünmek çünkü kendini eğitim ordusuna dâhil olan bir nefer gibi hissetmekteydi
ve işte Sema’nın yeni hikâyesi o gün başladı.
Çetin geçen bir kıştı o sene ve
eksiksiz vazifelerini yapıyordu Sema hatta fazlasını da bir anda gözbebeği oldu
okulun ve tüm öğrencilerinin.
Çocukların masum iç dünyası ve
parlayan gözleri.
İnsan daha ne isterdi ki?
Aslında çok şey isterdi insan en çok
da öğrencilerinin sağlıklı ve mutlu olmasını dilerdi diledi de ve onların
ihtiyaçlarını gidermek için kollarını sıvadı.
Erkenden geliyordu okula ders saatine
başlamadan çok önce ve de eli kolu dolu.
Kitaplar getiriyordu evinden ve
çocuklarına vereceği sayısız küçük hediye.
O kadar çok durumu bozuk öğrenci
vardı ki okulda ve adeta iyilik meleği olarak addediliyordu diğer öğretmenler
tarafınca ve bunu mutlulukla arzuyla ve sevgiyle ifa ediyordu.
Kara kış yüzünü göstermişti ve o
sabahki ilk sınıfına derse girdi genç kız ve yine neler saklıydı çantasında
derken sınıf kaynamaya başladı bir kazan dolusu su gibi.
Suzan sınıfın en küçük öğrencisi yine
geç kalmıştı derse ve kapının vurulması ile daldı içeri küçük kız. Öylesine
ıslanmıştı ki ve sınıftaki diğer öğrenciler kıkırdamaya başladılar.
O da ne?
Suzan’ın ayakları çıplaktı ve kendine
büyük gelen bir çift yırtık terlik de elinde ve işte Sema’ya düşenler boyunu
aşmış gibi gözükse de üstesinden gelmeye kararlıydı ve öğretmen kürsüsünde
ayağından çıkardı ayakkabılarını: o da artık yalın ayaktı.
‘’Suzan sırana geç yavrum hem sana
bir sürprizim var. Az bekle.’’
Sınıftaki çocukların ilgisini
çekmişti söyledikleri diğer yandan da çıplak ayaklarına bakıyorlardı öğretmenlerinin.
‘’Öğretmenim çok komiksiniz Suzan da
çok komik. Olacak iş mi yalın ayak gezmek?’’
Suzan bir yandan başını öne eğmiş
utanmakta bir yandan da öğretmeninin ayaklarına bakıyordu.
‘’Komik mi sahiden?’’
Tepki vermemişti genç öğretmen ama dikkatleri
öğretmendeydi çocukların.
‘’O halde şimdi bir oyun oynuyoruz
çocuklar. Herkes ayakkabılarını çıkartsın sonra da yumun gözlerinizi ve Suzan,
sen de yanıma gel bakim güzel yavrum.’’
Bir anda sınıfın atmosferi
değişmişti. Sahi, nasıl bir oyundu oynayacakları?
Ürkek adımlarla kuş gibi sekti küçük
kız ve onu sarıp sarmaladı öğretmeni.
‘’En çok hangi rengi sevdiğini
biliyorum canım benim ve de bu zaten bizim sırrımız ve ben de senin gibi en çok
laciverti severim. Bak bakalım çantamda ne var?’’
Herkes merak içinde çantadan çıkacak
nedir diye bakıyordu ve de bu oyun çocukların çok hoşuna gitmişti.
‘’Bir sana bir de bana.’’
Sahiden de neydi o öyle iki kişinin
payına düşen?
‘’Al bu paketi ve de aç sonra dene
bakalım oluyor mu olmuyor mu ayağına? Bu da benim kendime aldığım. Bakalım ne
varmış içinde?’’
Herkes heyecanla ve merakla izliyordu
bu oyunu.
‘’Çocuklar sizlerin ayakları çıplak
ve de kendinize gülmüyorsunuz oysaki daha demin Suzan ile nasıl da dalga
geçmiştiniz. Bana da gülmüyorsunuz ayaklarım çıplak olduğu halde?’’
Neydi sahi oynanan oyunun ismi?
Suzan iri gözlerini daha da açtı fal
taşı gibi.
‘’Öğretmenim bu ayakkabılar çok güzel
hem de istediğim renk iyi de kimin bunlar?’’
‘’Elbette senin güzel yavrum bak bu
da eşi kendime aldığım. Bak ikimizin de ayakkabıları aynı model.’’
‘’Ben bunu kabul edemem öğretmenim.
Çok pahalı bunlar belli ki.’’
Hemen yanıtladı Sema:
‘’Hediyenin ucuzu pahalısı olmaz
üstelik ihtiyacın var üstelik benim de ayaklarım üşüyor. Sen giymezsen ben de
giymeyeceğim sonra hasta olacağız. Hemen ayağına geçir bakim bak ben de giydim
ve…’’
Herkes şaşkın gözlerle olan biteni
izliyordu ve Suzan sonunda giyip ayakkabılarını sırasına geçti Sema da ayağına
geçirmişti bir örnek ayakkabısını derken kapı vuruldu.
‘’Sizler de giyin şimdi ayakkabılarınızı
ve…’’
Gelen müdürdü okulun Müdür Babası.
Belli ki ciddi bir şey vardı ki dalmıştı sınıfa müdür ve sordu Sema Öğretmen:
‘’Hayırdır, müdürüm?’’
Çok süzgün ve de üzgündü suratı
müdürün:
‘’Ders çıkışı bir odama uğrayın,
öğretmenim.’’
Gelmesi ile gitmesi bir oldu adamın.
Dersin zaten sonuna gelmişlerdi ve de
ders amacına ulaşmıştı.
Koşar adımlarla Sema, müdürün odasına
gidip usulca çaldı kapıyı.
‘’Buyurun Müdür Bey.’’
Adamın yüzü asıktı zaten anlamıştı bile
Sema Öğretmen.
‘’Yeni öğretmen atandı sanırım hocam.
Bu da demek oluyor ki ücretli öğretmen olarak buradaki vazifem sona ermekte.’’
Sessizlik her şeyi anlatıyordu ve
işte bir masalın daha sonuna gelinmişti.
Bir masal addedilen aslında bir
arayıştı ve bulunan ganimet aslında insanların aldığı bir ders gibi yine
hayatlarını etkilediği su götürmez bir doğru idi.
Doğrular ve yağan kar ve çamur dolu
yollar ama öğretme ve öğrenme aşkı her şeyin ötesindeydi öyle ki maddi
değerlerin ve paranın da çok ötesinde hatta para ile kıyaslanması mümkün
olmayan ve Sema Öğretmen bu sefer başka bir kimliğe büründü ve öğrencilerinden
aldığı güçle başka güzelliklere ve umuda yelken açtı.
Ufak tefek karaladıkları sayesinde
yeni bir mesleği olmuştu ve ona sunulan hayatı ve tanınan zamanı mutlu ve
huzurlu ve verimli geçirmek adına bir ömür neyin hayalini kurduysa gerçek
kıldı.
Aradan geçen onca zamana rağmen
Suzan’a aldığı ayakkabının bir örneğini de kendine almışken bu ayakkabısını bir
ömür sakladı ve giydi de ta ki bir gün…
‘’Öykü yazarımız, eski bankacı ve
idealist öğretmen Sema Hanım, her şey bir yana da şu eskimeyen ayakkabılarınızı
nedense hiçbir şeye değişmiyorsunuz.’’
Bunu kim mi söylemişti? Elbet
çalıştığı ajanstaki mesai arkadaşı ve de hayatını birleştirdiği reklamcı eşi ve
devam etti adam lafına:
‘’Bundan güzel bir hikâye çıkar yoksa
çıkmadı mı da hala ilk günkü heyecanla yazıyorsun, sevgili eşim?’’
‘’Zamanı geldi ve ben bunu kimseyle
paylaşmadım bu güne değin.’’
‘’İyi de ben, kimse değilim ya da
herkes ama hazır değilsen varsın anlatma ben hep beklerim seni hep de
beklemişken ve bekleyecekken ve biliyorum da.’
‘’Neyi biliyorsun, Tarık?’’
‘’Altı üstü bir ayakkabı olmadığını
tıpkı ruhumdaki engellikte toz tutmayan duyguların ve sevgin ve ayakkabıların
gibi…’’
‘’O halde son yazdığım öyküyü oku,
sevgilim ve devamını da sen getir…’’