
Düşlerini gammazla zangoç ve firar et
çanından kilisenin.
Aşkın esintisinde kalp atışlarına
eşlik eden büyüteç ile şerh düş mevsime ve serildiğim yürek ikliminde kulağımda
dinmeyen ezan seslerine hürmet et ki şahikası âlemin ki şaşkın tebaası kayıp
düşlerin benden bir özürdür kendime ve maviyi kundakladığım her gök
gürültüsünde saf tut içimdeki çocukla beraber.
Naralar uçuşuyor ağır havada.
Hava uçuşuyor içimdeki uzay
boşluğunda.
Kefil olduğum yüreğe bir çizik de sen
at ve serpil gözünün önünde renklerin.
Çağrımı duy, sevgili.
Ağrımı da kolla yetmedi seril
içimdeki duvarın dibine.
Mevsimleri şiar edindim ben yetmedi,
yetmedi…
Dualarıma ömür serdim ben hem ömür
dediğin ne ki?
İki ezan sesinde salınan varlığım ve
kısacık bir vakte nice aşklar nice acılar sığdıran ta ki İlahi Aşkın
basamaklarına kurulup da içimdeki yetim, mevsimi dilimlediğim yetmedi mi bir
ömür?
Bozguna uğradığım bir hurafede esti
yazgım.
Aşkın bodur yollarında üredim de
çınar gibi.
Dayandığım dağlara eremedim sınandığıma
biat daha da semirdi yüreğim ve bedenim dar geldi bu evrene ki sığınağım ki
simyam ki simsarı dünün haydut bulutlar…
Şerit değiştirdiğim mi tek yalan?
Saf tuttuğum hidayette kanmaksa
dünyanın yalanına…
Haşa, Rabbim, haşa ve her
tökezlediğimde sarıldığım bir yemin gibi mıhlandım da kalp gözümün her atışına
seyreltisi olsa olsa dünün, yarınların günle kapıştığı bir asma ağacı belki de
hırpani varlığıma diktiğim bayrak.
Kindarlıktan uzak.
Kinayelere tuzak kuran İlahi
yakarışım.
Söz mademki bir kez çıkar ağızdan
yalanım varsa sona ersin kalemim ve masalım ve yeniden doğduğumu da müjdelerken
ilham perim.
Bir şadırvan az ötemde.
Bir sema gösterisi yüreği ateşe
tutan.
Bir inkarsa yanlışlarım elbet
doğrularımla var oldum olacağım da her yanlışı def edip aldığım dersin de
varken bir hikmeti…
Sakıncalı bir telaffuz olmamalı aşk.
Sancılı bir oluşumsa mutluluk henüz
hüzün hırkamı çıkarmadım üzerimden.
Her rüyada saklı gerçeğim çünkü gözüm
açık gördüğüm rüyalarda buluyorum kendimi ve adımlarım büyürken yorgun bir
yorgan seriyorum düş gücümün ayaklarına ve tepişen sözcükleri azat edip
uçuruyorum ruhumu.
Güneşin tadı mı adı mı?
Hatta geceye tutsak bir nefer mi?
Bir serenat olsa olsa içimin ç/ağrısı
ve işte yineliyorum niyazımı.
Düş maliklerine de selam olsun bizim buralardan
ve semazen gölgeme de helal olsun yokluğumda bile aşka ve umuda selam duran…
‘’İnsan bazen kalmak için gitmez mi
harflere doğru?’’ (Alıntı)
Yitik bir düş ülkesinin çocuklarıyız,
hafız belki de düş iklimlerine denk düşen renkler gibiyiz: kibirli ve isyankâr.
Ölü düşler alfabesinde yosun tutmuş
imgeleriz kimin eli kimin cebinde belli değil iken.
Sessizlik bir rahmet.
Yollar buz tutmuş.
Ruhların tefrikası ölüm öncesi vuku
bulan bir sır adeta ve tokuşan yalanlar, göğün mertebesine düşen her ilahi
düşün de sırdaşı.
Şimdi tasalı harfler konduruyorum
sayfaya ve bir bardak dolusu su içiyorum üstüne gel gör ki hala dinmedi sağanak
ve yaşlarımı bu sefer Nisan tasına dolduruyorum ve kırpıştırıyorum gözlerimi
bazense kaçırıyorum bakışlarımı akasya ağaçlarına özeniyorum ansızın ve bir gül
bahçesine dalıyorum.
Gül kokulu özlemlerim.
Gül kokulu Efendim.
Gül yüzlü kadınlar ve gün yüzlü
adamlar…
Düş bu ya, hafız.
Düşüyor başım öne ve zar zor
seçiyorum önümü ve siliyorum gözlerimi.
Bir düş ülkesindeyim ve seferberliğini
ilan ediyorum hayallerin gerçi gerçeklere de toz kondurmuyorum ama…
İlla ki dengede olmalı duygularım
yine de ağır basan hüzünle mest oluyor gölgem ve kalbura dönüyor yüreğim ve
kapatıyorum gözlerimi bir an için.
Ne oluyorsa o kısacık anda oluyor ve
yeniden doğuyorum ve sayısız düş doğuruyorum üstelik evrendeki tüm kimsesiz
çocukları ve düşleri sahipleniyorum.
Sefil ve tanrısal mizaçları var kimi
insanın ve zalime denk düşen ve yüreği daha da mahzun kılan ve korkacağım yere
cesaretleniyorum ve gardımı alıp dalıyorum kâbusların arasına ve ince uçlu
kalemimle sayısız çiçek çiziyorum ve izini sürüyorum masumiyetin ve köklenen
yeminlerimle körüklüyorum hem hayallerimi hem de yandaş hayaletleri.
İndinde yalnızlığın.
Zirvesinde insanlığın.
Acının dibini görmüşken ve istikrarla
sevip ağlarken…
Ötenazi yaptığım bilumum duygu tıpkı
kıl kökünde yeşeren güneş gibi ve yaşaran gök kubbe ve yaşattığım umut gibi
hüznün de baş tacı olduğu üzere açıyorum kanatlarımı ve dokunuyorum rahmete
üstelik bilinmezin izini sürüp bilindik ne var görmezden geldiğim…
Mademki yaralı bir kuşum…
Ne gam oysa.
Mademki rüzgârın teninde bir polenim.
Ne mutlu yarınlarıma.
Mademki alyuvarlarımla yıkıyorum
kötülükleri.
Yaşasın nemli gözlerim ve kan yerine
akan imgelerim elbet rüzgâr esefle havalandırırken içimdeki yorgunluğun
perçemini…
Ve kat çıkıyorum duygulara en çok da
ulaşmak adına İlahi aşka…
Buruşuk giysilerim gel gör ki düzgün
ve kırışıksız duygularım elbet efil efil esen rüzgarla mest olduğum aşka meyyal
bir buluta konup ruhumla tavaf ettiğim cihan…
Kanadığım kadar kandığım da değil
asla yalan.
Lakin gölgemle kavgam ayan beyan.
Ve işte ıslıklanıyorum ama şerrine
lanet okuyup zalimin ıskalamıyorum tutturmaya çalıştığım hedefi…
Yol uzun.
Duygular ve mutluluk izafi.
Hayat ise mayın tarlası.
Sektiğim her yol bitiminde ve
sektirdiğim her taşta ve sekteye uğratmadan hayallerimi ara sıra duraksasam da…
Sözcüklerimse mızrabım tıpkı aşkın
kafesinde yarışan kuşlar gibi cebelleştiğim her lanet elbet son bulacak…
Bir düşe düştüm madem, hafız.
Bir de aşka düşmeye gör, sen.
Sensizlikle harmanlandığım her düşün
de büyüsünde yeşeren inanç gibi baş koyduğum bu düşe düşmeye gör, hafız.
Saf tuttuğum masumiyetin en
istikrarlı bekçisiyim hele ki korumakla mesul olduğum bunca değer ve hayal
varken.