‘’Zaman!
Geçmiş! Ansızın herhangi bir şey – bir şarkı, tesadüfen burnuma gelen bir koku
ruhumda anıların tıpasını çekiveriyor… Bir vakitler kaybolduğum, bir daha asla
olmayacağım her şey! Benim olmuş, gelecekte asla olmayacak şeyler! Ve ölüler!’’(Alıntı)
Bir mikado
çöpüne öykündüğüm doğrudur ve doğrulduğum kadar da yerimden, eğri oturup düz
konuştuğum.
Albenisi mi
hayatın yoksa bir ayraç mıdır tahayyül ettiğim?
Hani, hani,
günü tam da ortasından b/öldüğüm; aymazlığında kaderin, takındığım tavır
avangart hayaller durağında bir ileri bir geri sektiğim Arnavut Kaldırımı.
Bir düş perisi
saklı içimde ve kıyamda.
Sözcüklerin
ederini bulmakla mükellefim: hangi sözcük iyi geliyorsa bana sözcüklerle
eşleşen ruhum elbet kalem de sadık ruh ikizim.
Ödünç aldığım
hayaller var kendimden kendime olan yolculuğumda bonkörce sevip de yazdığım.
Ötenazi
yaptığım nice hayal nice şiir; bir kere bile okuyucusu ile buluşmasına izin
vermediğim na’şı kırık ve sökük yüreğimin.
Kayıplarla
iştigalim ve medarı iftarımdır yandan çarklı duygularım adeta semt pazarında
gönül tezgâhına dizilesi ne çok anı dünden hatıra ve ne çok an: zamana denk
düşen bir o kadar boyutsuz bir izlekte salındığım kadar da tutuşan yüreğime
konan bir gülücük iken şiirin hikayesinden hareket edip demir attığım düşten ve
hayalden bozma limanlarım bir o kadar ansızın yaktığım limanlar ve gemiler,
nemrut ruhların kibrine eşlik eden Kaf Dağı misal.
Anlatmak
istediklerim bunlarla da sınırlı değil hani ve anlam olmak adına boşa kürek
çektiğim adlandıramadığım hangi duygu varsa artık içimde bir Allah’ın kulunun
da ruhunun duymadığı.
Göçebe iklimden
seken göçmen kuşlar.
Bir öç vakti
belki de: belledikleri coğrafya ve aşılası kıtalar ve işte kuşların kaderini
belirleyen doğa ve Tanrı.
İhtimamla kanat
çırptıkları izdihama yol açan varlıkları bazen özdeş bazen öksüz, yetim
ırmakların ç/ağlayan hislerine eşlik eden tabiat kanunu olarak addedilen her
vazgeçiş her göç ve kırıntısına dahi muhtaç iken canlılar, sevginin ve ihbar
ettikleri iç sesleri bazen bir şiire bazen bir masala serili iken ruhları.
Hayal ettiği
kadar yaşamakta canlılar ve hayalleri oranında hayta rüzgarla eşleşen bedenler
belki de çakmak gazındaki koku dahi öldüremezken ansızın hâsıl olan bir yıkım
ve nice artçı duygu, körelttiği kadar yüreklerini.
Yaşanan can pazarı.
Candan cana
yolculuk…
Bukalemun duygular hicreti göğün ve
sözcükler sökülen dikişi yerkürenin.
Hengâmesi dinmeyen bir varoluş ve
tahakkuk eden duygular faizi ile bedeller ödediğimiz münferit kaygılar.
Gün delişmen.
Rüzgâr hayta.
Duygular hoyrat ve beklemeye aldık
alalı hayatı…
Asası da kırık ruhun yine de dinmeyen
bir asaleti var duyguların.
Kan içindeki coğrafyalar ve kanayan
insanlar ve zalime kanan.
Sözcüklerin rüştünü ispat ettiği bir
farkındalık ve izahı olmayan dürtüler.
Birileri şu acı dolu gidişata dur,
desin diye beklemekten fazlası gelmezken elimizden ve alabildiğine dua
ettiğimiz Allah’tan istediğimiz.
Tası tarağı toplayıp da gitmenin
vakti çoktan gelip geçerken elbet gidilecek tek yer kaderde yazılı ve zamanı da
yine de…
Zamanı mı geciktiriyoruz yoksa
bizler?
Ya da zamana da zulmediyor haris
insanlar?
Ne haset ne hasret.
İnsan olmanın hası haizi olduğumuz
kanamalı duyguların da bir adım sonrası ölüm iken…