OLUR MU BÖYLE OLUR MU KARDEŞ KARDEŞİ VURUR MU?-II.BÖLÜM-ADNAN BEY ! TARLALARIMIZA GİRMİŞ DEĞİL SİZİN GİBİSİ YABAN DOMUZUNUN.
Demokrat Parti iktidara gelir gelmez bugün hâlâ tartışılan işler yapmıştı.
Bunların en başta gelenleri şunlardı.
*16 Haziran 1950'de Ezanın tekrar Arapça okunmasının sağlanması
*30 Haziran 1950'de Kore'ye asker göndermesi,
*17 Ekim 1951 tarihinde Nato'ya üye olma protokolünü imzalaması, 18 Şubat 1952'de üye olması,
*25 Temmuz 1951'de Atatürk'e Karşı İşlenen Suçlar Hakkında 5816 Sayılı Kanunu çıkartması
Evet, Demokrat Parti, seçim öncesi vaatlerini yerine getirerek 1932-1950 yılları arasında '' Tanrı Uludur'' diye okunan ezanı zannedildiği gibi tekrar ''Allahu Ekber''e çevirtmedi. Yaptığı şey tam olarak daha önce ezanı ''Allahu Ekber '' olarak okuyanlara ceza verilirken işte bu cezayı kaldırmasıydı. Ceza kalkınca vatandaşlar ezanı ''Allahu Ekber'' Diye okumaya başladılar. [ İddia edildiği gibi CHP bu kanun değişikliğine karşı çıkmadı, tam aksine destek verdi. 1932'de başlatılmış olan uygulamanın ise dinle ilgili değil, Türk Dilinin korunması ile ilgili olduğunu savundu. ]
30 Haziran 1950'de Kore'ye asker göndermemizi ve vatan evlatlarını o topraklarda boşu boşuna ölmesini gerektirecek hiç bir sebep yoktu ( bana göre tabii ki ) ama DP Hükumeti, taa 1947'den beri Kars, Ardahan, Artvin gibi illerimize adeta resmen göz koymuş olan Rusya'ya karşı ABD'nin gözüne girmek ve desteğini sağlamak ve dahi bu arada kurulan Natoya dahil olabilmek için böyle bir yola başvurdu. Nitekim 17 Ekim 1951'de Natoya giriş protokolünü imzaladı, 18 Şubat 1952'de de Natoya girdi.
25 Temmuz 1951'de çıkarttığı 5816 Sayılı Kanun da tamamen kendisini koruma iç güdüsüyle çıkarttığı bir kanundu.
Bir taraftan 5816 Sayılı Kanunu çıkartarak, öte taraftan 1938'den beri bir müzenin ( Ankara Etnoğrafya Müzesi ) bodrumunda mermer bir lahit içinde yatan ve naaşı 15 senedir toprak görmemiş olan Atatürk'ün Anıt Kabrini tamamlayıp 10 Kasım 1938'de Atatürk'ün naaşını toprakla buluşturmak, Demokrat Partinin kendisine ileride yapıştırılacak '' Mürteci '' damgasından kurtulmak için yaptığı bir girişimdi ama maalesef 27 Mayıs İhtilali öncesinde ve Yassıada mahkemelerinde en çok suçlandığı hususlardan biri de İrtica idi. [ O dönemde heykelleri kıran Ticani Tarikatının ( Diğer adıyla Pilavoğlu Tarikatı ) CHP'ye çalıştığı hususunda çok ciddi iddialar ortaya atıldı daha sonra. ]
Sonradan bizzat kendilerinden dinlediğime göre ezanın tekrar ''Allahu Ekber '' Diye okunması annemi son derece mutlu etmişti ve sık sık ''Allah, Menderes'ten razı olsun'' Derdi. Babam için ise ezanın tekrar ''Allahu Ekber ''Diye okunmasının hiç bir kıymet-i harbiyesi yoktu kendi anlatımına göre... O, Kore'ye asker gönderip bizimle alakası olmayan bir savaşta gençlerimizi haybeye telef ettirdiği için Adnan Menderes'e ve Celal Bayar'a küfredip dururdu.
****
Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimlerinde TBMM'deki sandalyelerin 416'sına, CHP ise 69'una sahip olmuştu. Yani adeta bir silahsız, kansız devrim gerçekleşmiş ve 27 sene süren bir iktidar çökmüştü.
1954 Yılında yapılan seçimlerde milletin teveccühünde DP lehine bir artış söz konusuydu zira DP 503 Sandalye elde ederken CHP adeta siliniyordu. Toplam sandalye sayısı 31 idi.
Bu dönemde üçüncü seçim 27 Ekim 1957'de yapıldı. Bu üçüncü seçimde de DP Tek başına iktidardı her ne kadar sandalye sayısında oldukça büyük bir düşüş olsa da. Evet, bu seçimde DP 424, CHP 178 Sandalye elde etmişti.
Bu arada basın yasaklarından çok çekmiş olan Demokrat Parti'nin iktidara gelir gelme yaptığı işlerden biri de 15 Temmuz 1950'de çıkartmış olduğu Basın Kanunuydu. Bu kanunla basına adeta sınırsız bir özgürlük getirmiş olması tam manasıyla kendi topuğuna sıktığı kurşundu. ( Sonradan yeni bir kanunla bu kurşunu topuğundan çıkartmaya çalışırken bu sefer kalbine sapladı.)
Peki halkın bu derece teveccüh gösterdiği DP'ye CHP Niçin karşıydı?
Evet, neticede DP'yi kuranlar da çok yakın zamana kadar CHP' nin üyeleri olduğu halde neyi paylaşamıyorlardı?
Efendim bunları maddeler halinde yazacağım ama şimdilik ilkinden başlayalım.
DP iktidarı 8 Ağustos 1951'de Halkevlerinin Kapatılması ve CHP'nin Mal Varlıklarına El Konulmasına Dair Kanunu TBMM'den çıkartmış, 14 Aralık 1953'de de bu kanunu daha da katmerli hale getiren CHP'nin kalan mal varlığına el konulmasına dair kanunu çıkartmıştı.
''İş Bankasından Atatürk Orman Çiftliğine, Taa Trabzon'daki köşkten, Savarona Yatına kadar Babalarının mirasını paylaşamıyorlardı'' dersek yanlış olmazdı sanırım.
1959 Yılına geldiğimizde Demokrat Partili Ali Baytaroğlu adlı çiftçi vatandaş, uçak kazasından sağ kurtulan Adnan Menderes uğruna kendi öz evladını kurban kesecek kadar onu severken[ Böyle bir saçmalığa tabii ki izin verilmedi adamın niyeti ciddi olsa da] Nazım Hikmet, aynı Adnan Menderes için aynı yıl yani 1959'da aynen şöyle diyordu:
Adnan Bey
Türküler söylendikçe Türk diliyle
Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk diliyle
Türk diliyle gülünüp
Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça, Adnan Bey,
Ben anılacağım,
Anılacak Türk diliyle size sövüşüm.
Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.
Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
Yüz Türkiye olsa
elinizden de gelse
yüzünü de zincire vurur
yüz kere satarsınız.
Milletimin en talihsiz gecesi
ana rahmine düştüğünüz gecedir.
Evet, Basın hürriyetinin olmadığı(!) Basın mensuplarının ellerine pranga, dillerine kelepçe vurulduğu, şair ve yazarların susturulduğun (!) bu istibdat döneminde(!) 1959 Yılında Nazım Hikmet, zamanın seçimle iş başına gelmiş başbakanına ''Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun. '' Diyebiliyordu ve bunu diyebildiği halde Basın hür değildi (!) 27 Mayıs ihtilalinin en büyük sebebi de basının hür olmayışıydı.
DEVAM EDECEK.