Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 29.05.2025
Okunma Sayısı : 331
Yorum Sayısı : 10
Olur Mu  Böyle  Olur Mu Kardeş  Kardeşi  Vurur  Mu?-ıı.bölüm
OLUR MU  BÖYLE  OLUR MU KARDEŞ  KARDEŞİ  VURUR  MU?-II.BÖLÜM-ADNAN BEY ! TARLALARIMIZA  GİRMİŞ DEĞİL  SİZİN  GİBİSİ  YABAN DOMUZUNUN.

Demokrat  Parti  iktidara  gelir  gelmez  bugün  hâlâ  tartışılan  işler  yapmıştı.

Bunların en  başta  gelenleri  şunlardı.

*16  Haziran 1950'de  Ezanın  tekrar  Arapça  okunmasının  sağlanması

*30  Haziran 1950'de  Kore'ye  asker  göndermesi,

*17 Ekim 1951 tarihinde Nato'ya üye  olma  protokolünü imzalaması, 18 Şubat 1952'de  üye olması,

*25 Temmuz  1951'de Atatürk'e Karşı İşlenen Suçlar Hakkında 5816 Sayılı Kanunu  çıkartması 

 Evet,  Demokrat  Parti, seçim  öncesi  vaatlerini  yerine  getirerek 1932-1950  yılları  arasında '' Tanrı  Uludur'' diye  okunan  ezanı zannedildiği  gibi  tekrar  ''Allahu Ekber''e  çevirtmedi.  Yaptığı  şey  tam  olarak  daha  önce  ezanı  ''Allahu Ekber '' olarak  okuyanlara  ceza  verilirken  işte  bu  cezayı  kaldırmasıydı.  Ceza  kalkınca  vatandaşlar  ezanı  ''Allahu  Ekber'' Diye  okumaya  başladılar. [ İddia  edildiği  gibi  CHP  bu  kanun  değişikliğine  karşı  çıkmadı,  tam  aksine  destek  verdi. 1932'de  başlatılmış  olan  uygulamanın  ise  dinle  ilgili  değil,  Türk  Dilinin  korunması  ile  ilgili  olduğunu  savundu. ] 

30 Haziran 1950'de  Kore'ye  asker  göndermemizi ve  vatan  evlatlarını  o  topraklarda  boşu  boşuna  ölmesini  gerektirecek  hiç  bir  sebep  yoktu ( bana  göre  tabii  ki ) ama DP  Hükumeti, taa  1947'den  beri  Kars, Ardahan,  Artvin  gibi  illerimize  adeta  resmen  göz  koymuş  olan  Rusya'ya  karşı  ABD'nin  gözüne  girmek  ve  desteğini  sağlamak  ve  dahi  bu arada  kurulan  Natoya  dahil  olabilmek  için  böyle  bir  yola  başvurdu. Nitekim  17  Ekim  1951'de Natoya  giriş  protokolünü  imzaladı,  18 Şubat 1952'de  de Natoya  girdi. 

25  Temmuz  1951'de  çıkarttığı  5816  Sayılı  Kanun da  tamamen  kendisini  koruma  iç güdüsüyle  çıkarttığı  bir  kanundu.  

Bir  taraftan 5816 Sayılı  Kanunu çıkartarak,  öte  taraftan 1938'den beri bir  müzenin ( Ankara  Etnoğrafya  Müzesi ) bodrumunda  mermer  bir  lahit  içinde  yatan ve  naaşı  15 senedir  toprak  görmemiş olan  Atatürk'ün  Anıt  Kabrini tamamlayıp  10  Kasım  1938'de  Atatürk'ün naaşını  toprakla  buluşturmak, Demokrat  Partinin  kendisine  ileride  yapıştırılacak  '' Mürteci '' damgasından  kurtulmak  için yaptığı  bir  girişimdi  ama maalesef 27  Mayıs  İhtilali  öncesinde ve  Yassıada  mahkemelerinde  en  çok  suçlandığı  hususlardan  biri de  İrtica  idi. [ O dönemde  heykelleri  kıran  Ticani  Tarikatının ( Diğer  adıyla  Pilavoğlu  Tarikatı ) CHP'ye  çalıştığı   hususunda  çok  ciddi  iddialar ortaya atıldı  daha  sonra. ] 

Sonradan  bizzat  kendilerinden  dinlediğime  göre  ezanın  tekrar  ''Allahu Ekber '' Diye  okunması  annemi  son  derece  mutlu  etmişti  ve  sık  sık ''Allah,  Menderes'ten  razı  olsun''  Derdi. Babam için  ise ezanın tekrar ''Allahu  Ekber ''Diye  okunmasının  hiç  bir  kıymet-i  harbiyesi  yoktu  kendi  anlatımına  göre... O,  Kore'ye  asker  gönderip bizimle  alakası  olmayan  bir savaşta  gençlerimizi  haybeye  telef  ettirdiği  için  Adnan  Menderes'e ve  Celal  Bayar'a  küfredip  dururdu. 

****

Demokrat  Parti 14  Mayıs 1950 seçimlerinde  TBMM'deki  sandalyelerin 416'sına,  CHP  ise  69'una  sahip  olmuştu. Yani  adeta  bir  silahsız,  kansız  devrim  gerçekleşmiş  ve 27 sene süren  bir  iktidar  çökmüştü.

1954  Yılında  yapılan  seçimlerde milletin  teveccühünde  DP lehine  bir  artış  söz  konusuydu zira  DP  503  Sandalye  elde  ederken CHP  adeta  siliniyordu. Toplam  sandalye  sayısı  31 idi. 

Bu dönemde  üçüncü  seçim  27 Ekim 1957'de  yapıldı. Bu  üçüncü  seçimde  de  DP Tek  başına  iktidardı  her  ne  kadar  sandalye sayısında  oldukça  büyük  bir  düşüş  olsa da.  Evet,  bu  seçimde  DP  424,  CHP 178  Sandalye  elde  etmişti. 

Bu  arada  basın yasaklarından  çok  çekmiş  olan  Demokrat  Parti'nin  iktidara  gelir  gelme  yaptığı  işlerden  biri  de 15  Temmuz  1950'de  çıkartmış  olduğu  Basın  Kanunuydu.  Bu  kanunla  basına  adeta  sınırsız  bir  özgürlük  getirmiş  olması  tam  manasıyla  kendi  topuğuna  sıktığı  kurşundu. ( Sonradan  yeni  bir  kanunla  bu  kurşunu  topuğundan  çıkartmaya  çalışırken  bu  sefer  kalbine  sapladı.) 

Peki  halkın  bu  derece  teveccüh  gösterdiği  DP'ye  CHP  Niçin  karşıydı? 

Evet,  neticede  DP'yi  kuranlar  da  çok  yakın  zamana  kadar CHP' nin  üyeleri  olduğu  halde  neyi  paylaşamıyorlardı?

Efendim  bunları  maddeler  halinde  yazacağım  ama  şimdilik  ilkinden  başlayalım. 

DP  iktidarı 8  Ağustos  1951'de  Halkevlerinin  Kapatılması  ve  CHP'nin Mal  Varlıklarına  El  Konulmasına  Dair  Kanunu  TBMM'den  çıkartmış,  14 Aralık 1953'de  de bu  kanunu  daha da  katmerli  hale  getiren CHP'nin  kalan  mal  varlığına  el  konulmasına  dair  kanunu  çıkartmıştı.

''İş  Bankasından Atatürk  Orman  Çiftliğine, Taa  Trabzon'daki köşkten, Savarona  Yatına  kadar Babalarının  mirasını  paylaşamıyorlardı''  dersek yanlış  olmazdı  sanırım.  

1959  Yılına  geldiğimizde  Demokrat  Partili  Ali  Baytaroğlu  adlı  çiftçi  vatandaş,  uçak  kazasından  sağ  kurtulan  Adnan  Menderes  uğruna kendi  öz  evladını  kurban  kesecek  kadar onu  severken[ Böyle  bir saçmalığa  tabii  ki  izin  verilmedi  adamın  niyeti  ciddi  olsa da]   Nazım  Hikmet, aynı  Adnan  Menderes  için aynı  yıl  yani 1959'da  aynen  şöyle  diyordu: 

  
Adnan Bey
Türküler söylendikçe Türk diliyle
Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk diliyle
Türk diliyle gülünüp
Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça, Adnan Bey,
Ben anılacağım,
Anılacak Türk diliyle size sövüşüm.
Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun.
Şehrimiz görmüş değil yangının sizden kanlısını.
Bir adınız var, Adnan Bey, adımıza benzeyen.
Dilimiz kuruyor dilimizi konuştuğunuz için.
Bitten, açlıktan, sıtmadan betersiniz.
Yüz Türkiye olsa
          elinizden de gelse
                yüzünü de zincire vurur
                        yüz kere satarsınız.
Milletimin en talihsiz gecesi
                ana rahmine düştüğünüz gecedir.

Evet,  Basın  hürriyetinin  olmadığı(!) Basın  mensuplarının  ellerine  pranga,  dillerine  kelepçe  vurulduğu, şair  ve  yazarların  susturulduğun (!) bu istibdat  döneminde(!) 1959  Yılında Nazım Hikmet,  zamanın seçimle  iş  başına  gelmiş   başbakanına ''Tarlalarımıza girmiş değil sizin gibisi yaban domuzunun. ''  Diyebiliyordu ve  bunu  diyebildiği  halde  Basın  hür  değildi (!)  27  Mayıs  ihtilalinin  en  büyük  sebebi de basının  hür  olmayışıydı. 

DEVAM  EDECEK. 

( Olur Mu Böyle Olur Mu Kardeş Kardeşi Vurur Mu?-ıı.bölüm başlıklı yazı Sami Biber tarafından 29.05.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu