Müşkül bir renktim öncemde aralıksız
meşgule veren aşkı itelediğim kadar da yalnızlığın dağılmayan sisi ve suskun
sesi.
Mağdurdum şükürler olsun ki ve de
mazlum:
Aşkın kasıtlı özleminde savrulduğum
kadar neydi ki savrulan yalnızlığım.
Kıtalar aştım ve yeniden doğurdum
kendimi ve ihbar ettim şiirin gülen yüzüne hüznü astım ve kasıtlı kendimi
yalanladım:
Ne yani, hep mi âşık olurdu insan?
İsyanını bastırdığım Yeniçeri
ocağının külliyesinde kâh harem ağası kâh şehzade kâh devşirmen ve derviş
kelamın zirvesinde saklı iken zikrin fikre ihanet ettiği.
Bendim ben kusursuz bir naaş:
Bendim ben ölüden bozma bir nakkaş.
Yamalı bir gün yâdı dünün
yakardığımsa hüzün…
Yaralı bir güdü mademki aşkın ihbarı
ve güleç yüzümün de isyanı mutsuzluğa.
Devrikti evren; devrikti tahtım:
bahtımsa Allahlık.
Delişmendi sevgim delirircesine
sevdiğim delici gücü aşkın delen karanlığı ve süt liman bir hayata kucak açtım
ama gelmedi gerisi.
Geriden geldiğim ne ki gerici
güçlerin inhisarında şakırken kalemim?
Gerisin geri kaçtığım kendimden elbet
insandan yana da yoktu tek talebim.
Terbiyeli bir imdat ç/ağrısı
nakşeden.
Temyize gittiğim bazen olduğum yerde
tepindiğim:
Makamları terk ettim yetmedi…
Mağlup geldim ve isyanım dinmedi.
Muhatap olmadığım kadar iç huzurla
muhatap olmadığım kadar ruhumla yine de çömeldim ve bağdaş kurdum hem hayata
hem efkâra hem umuda.
Geç kalmışlığım arşı alay açıktı
elbet yüce Mevla idi tek sırdaşım.
Künyemde kan vardı.
Saçımda kar.
Kusursuz olmayı talep ettim kabul
bulmadı.
Kancıktı gölgeler çok da karmaşık ki
kendi gölgemi çoktan göndermiş olsam da uzak coğrafyalara sair gölgeler eşlik
etti yalnızlığıma.
Ulak bildiğim kadar kalemi uyruğu
kayıptı mısraların.
Uzak bildiğim kadar mutluluğu içimde
saklıydı aslında.
Aslı astarı olmayan sevgilerden medet
umdum ve ıskaladım kendimi.
Azıcık olsa bile tam da sevecekken
içimdeki yetimi…
Olmadı gitti.
Neye dokunsam yok oldu.
Bir bendim yok olmayan bir de sarı
saçları göğün ve mavi gözleri Atatürk’ün…
Daraldım.
Daralttım seçenekleri:
Ben en çok Allah’ımı sevdim sonra ülkemi
ve Atatürk’ü.
Otağı kurduğum kadar hayallere…
Omzumda asılı iken içi dolu o heybe.
Aşkın rüzgârı ve vatan aşkı
kundaklanmış yüreğim bir de kurada çıkan kendi ismim:
Azadesiydim mademki sözcüklerin ve
kusursuz izlekler aradım ilerlemek adına.
Kumpası zalimin.
Mazlum yüreğim ve yorgun bedenim.
O son kurşunu da kendi bacağıma
sıktım ama öncesinde derin ve güvenilir siperler kazdım.
Gaipten gelen bir gücü ihsan etti
Huda.
Güç bela değil artan gücümle vatan
safında nöbet tuttum aralıksız ve şafağı baş tacı bildim:
Sağ elimde kalem sol elimde tüfek.
Tüten dumanında gecenin ölümü vazife
bildim.
Mademki bendim bana uzak ve de tuzak
aştım kıtaları aştım rüyalarımı aştım yalnızlığımı.
Aşamadığım kadar iç sesimi her sus
payı söylemde azık bildiğim kadar da duyguları ve işte nihayetinde terk ettim
kendimi.
Hiçliğin sarmalında bir asker.
Hiçliğin sarmalında bir nida.
Hiçliğin sarmalında varlık katsayım.
Ben engindim.
Ben umarsız.
Ben yetemezken kendime.
Sınırlar aştım sınırlarım ihlal
edilse de.
Ve yere kapaklandım başımda kalpağım
ruhumun sarmalında vatan aşkı ve kazdım mezarımı:
Asker adımlarında yalnızlığın ve
tarihin tozlu sayfalarından hangi kahramansa bana ulaşan ve sözcüklerim kefen
bezim.
Rötarlı bir aşkın durağan kafiyesi
oldum.
Acımın endamında savruldum:
Ben insandım ben çocuktum ben bir
asker ve neferi sevginin, vatan aşkıma denk düşerken yüreğim mademki dönüşüm
yoktu yürüdüğüm yoldan…