Düşüm mü canımı yakan yoksa çürük
dişim mi dişlediğim kalemin hulasası, katıksız nazımla saygıda kusur etmeden
selamladığım yürekten gelen tüm niyazı.
Akordu yok ki duyguların,
Ve siz, bayım:
Endamına yenik mi düştünüz aşkın?
Hani, martaval okuyan şaşkın
Bakışlarımın nazarında mı teğet
geçtiniz yalnızlığı?
Yüreğin dökülen kumu
Bilemedim oysa yüreğimin bir kum
saati olduğunu
Her kurduğumda size:
Kuruntularımla yâd ettiğim tüm gize
Sığamazken de sefil bedenime
Taştım da taştım bentlerimle sarpa
saydım
Seremonilerin eşlik ettiği
Bir anıt-mezar babında
Ruhumun kiliyle mabetler inşa ettiğim
Gecenin sönmeyen ferine saklandım
sonra
Hümayunu nasıl ki aşktı sözcüklerin
Karakolda sabahladım ben
Kaybettiğimden beri kalbimi
Nazireler suskun ruhumun gülüşü
Meali hüzün kokan sarı gülün göz
süzüşü
Hem sıyrılmışken de gül kimliğimden
Dilediğinizce batırabilirsiniz
dikenlerinizi
Bandım önce yalnızlığa
Sırça köşkün pervazında
Tutuklu kaldığım nezarethanenin
Kilitli kapısında
Önce duvağımı sıyırdım
Sınır ihlali yapanlardan şiire
sığındığım
Teyakkuzda geçen hayatın
Temsil ettiğim eşrafın
İğne ucuyla kazdığım mezarın
Yanan sesinde
Önce soldum sonra soludum
Annemin alamadığı nefesi ben aldım
onun yerine
Vereceğim kadar da verdim
Yetmedi kendime verip veriştirdim
Bir yangından ilk kurtarmadığım
Kadar iken kendim
Kendime kıyardım ama kalemime ve
sevgime asla…