Müşkül bir renktim öncesinde sonramı
meşgule verdiğim ölümün arifesinde.
Sağdıcımdı yalnızlık ve o kekremsi
sessizlik.
B/atıl ruhların atık isyanlarda saklı
kimsesizlik ve mecburi istikametten sapmamak adına şartları zorlayan hayat ve
duygular.
Semiren sözcükler muadilim olan
kalemin tefrişi.
Sararan yapraklar uyurgezer bir imge
iken de tetiklerken ilhamı.
Belki de bir düş perisi idi içimde
yaşayan ve şakıyan yabancı ama duygular o kadar tanıdık idi ki göğün çekilen
suyu yerin uçuşan bulutları birbiri ile yer değiştiren gök kubbe ver yeryüzü.
Sandalımsa su alırken küreğimle
cebelleştiğim.
Tünediğim en izafi rakım en tepe
nokta afakanlar bastığı kadar yüreğimi temkinle yaşadığım ve sevdiğim nasıl da
kaçınılmazdı.
Hüznümle beslenen nefsi zalimin ama
yetmez…
Nice insanın ortak paydada buluştuğu
acının firarı ve isyanı yüreğin elbet bu da yetmez.
Yetinmekle iştigal iken sevgi mahşeri
kalabalığın kükrediği ve mazlumun duyulmaz iken sesi.
Bendim yiğit olan.
Bendim ben: acıma ve sevgime kefil
olan.
Bendim ben bir Türk askeri…
Öncemde muallim.
Ve andaki mevcudiyetim pabuç
bırakmadığım kadar zalime.
Bensizlik bir racon idi elbet ben
olmanın kudreti ve yaşıyor olabilmenin kuvveti asılı olduğum o devasa kanca
göğün bitiminde askıntı olan zulüm ve nefret bağdaş kurduğum iklimin sönmeyen
ferinde.
Ben bir neferdim.
Ben ruhun coşkusuna kanat açan bir
Türk askeri.
Ben kadındım.
Ben erkektim.
Ben çocuktum.
Belki çelimsiz belki makberin eseri
kutsandığım vatan topraklarında mezarımdan sızan acı kabrine sadık bir naaş.
Ölümsüzdüm ben ölümle kucaklaşmış
olsam da.
Önsezilerim ve de titrim…
Ben mehtaptım ben yıldızdım ben güneş
asla sıvanmayacak iken balçıkla.
Ve anama seslendiğim kadar da
gerçektim ve ulaşılmaz.
Yasımı tutma anam.
Yaşını tut ama akıt içine görmesin
kimse seni ağlarken bağdaş kurduğun yüreğin dibinde sadık olduğum kadar Rabbime
ben bu sancağı en önde taşıyacak olandım ve hep de oldum belki yeniden
göremeyeceksin beni ama saklı tut duanı bekle beni rüyalarına…
Tükenmek bilmeyen bir coşkudur
benimki.
Sandığım.
Sandukam.
Sanıp sanmadığım ne varsa tutuşan
sancağım ve meşalemse bu ülkenin sağdıcı olan Türk askerinin hem türküsü hem
tutkusu.
İçimde saklı o fakir coğrafya ne de
olsa sözcüklerin müdavimi bir ıssızlık ile hemhal geniş gönlüme konan ferah bir
düş ve hayal yarınlara meyyal düş dökümlü eteklerimden dökülen nice yıldız
şahikası olduğum kadar umudun bir yanım nedense hep eksik ve kendimden kopuk
delişmen ruhun taşkınlara mahal veren rehaveti.
Dedim ya:
Hayallerimle ben varım.
Demeseydim keşke:
Keşkemde saklı diğer muhalif yarım.
Yâdımsa yağdığım yağdırdığım
renklerin yarınlara konduğu ve o hikmet d/okunmakla iştigal tümevarımda saklı
bir veryansın belki de kopup geldiğim mazimin buz kesen yetilerinde
sürüklendiğim…
Buzullar çağı içimde meyleden güneşli
günlere.
Ve o devasa buzdağı erimek ne kelime?
Ah, iksirli ruhum şerbetli varlığım
ve şiarım varsa yoksa iman gücü bazen kaskatı kesilen benliğim ve günbegün
yitirdiğim iradem yine de yıkılmadığım kadar yıkabilirim tüm engelleri, tüm
bentleri tüm duvarları süzülen karanlık yırtık duvağından göğün bense illa ki
aydınlığa meyletmeliyim kararsa da içim kâinatın tozunu dumana kattığım
günlerden erdim ben bu son durağa.
Çöreklense de bir rehavet.
Çakıl taşı serptim arkamdan varsın
buyursun nice rivayet mademki asılıyım o kavak ağacına ve işte ölümsüzlüğe
nazire ettiğim günlerin de çok uzağında yakın durduğum kadar kabrime kifayetsiz
addedilmesin de iç sesim ve direncim ve sınandığı kadar dirayetim düş fakiri
sevgi özürlü yürekleri de men ettim.
Müsterih ol, ey, içimdeki hüzün:
Derdest edilmiş bir yüreğin öyküsüdür
yaşadığım ömür ve yaşattığım kadar umudu, sefil bir tanıda seken sözcüklerim
sakil olmayan bir rota ve bunca izdihama rağmen koşullu koşulsuz ayakta
durduğum.
Bir mayın tarlasıdır yürüdüğüm yol ve
yalnızlığın mesaisinde saklıdır rotam.
Devasa bir ağıttır sessizce okunan ve
dev/asa bir asa kalemin mimarisinde açan beyitler solan çiçekler ve keşfe
çıktım ben hayatı kesildiğim kadar ortamdan meddücezrinde hayatın ne çok dalga
ruhumun kıyısına vuran safran sarısı imgeler bir batında doğup bin avazda ölen.
Ölümdür mecalsiz ruhumun korkusu ve
tortusu dibe çöken meylettiğim kadar aydınlığa men ettiğim karanlığı yeter ki
gölge etmesin yoluma…
Ah, azadem sözcükler.
Yakıp kavuran bir sitem bir hüzün ve
eşlik eden siren.
Sinemde saklı sevdiklerim bir de
söyleyemediklerim yeltendiğim kadar sevmelere hicap ettiğim bir nefret bir
kindir ahvalin dilinde yüreğinde saklı bense uzatırken elimi ve yalnızlığımı
yakan derinden en derinden busesi kayıp bir gün mizacı yitik ömrün ve direnci
de kırıldı mı insanın içime batan o kıymık ve içim kıyıldığım kadar varsın ezik
addedilsin yüreğim ben ki: seferisi sevginin ben ki meylettiğim güzelliklerin
gölgesinde dahi kolayca yeşerebilen gözlerim ve umudum yaşaran bir günün nemi
bol yüreğin nemalandığım kadar duygularımı bandığım bir resim adeta yüreğin
miladı.
Seken bir hece:
Münferit.
Sarkan eli belirsizliğin:
Ne dün ne gün ne yarın izafi bir koşu
bandı adeta zaman gecenin günle kapıştığı ve feryadı sessizliğin bir duyan
varsa bilirim ki Rabbimdir sırdaşım söyleyemediğim ne varsa istikrarla istişare
ettiğim Mevla’m bir dirhem acı iken örten karanlığı ve umudun da basılı iken
bam teline kim bilir kaç bayttır hüzün kim bilir neye denk düşer kimliğim kim
bilir rengim midir kaçık ya da aklım ve açık ara farkla önde koştuğum.
Mizacı yitik bir gün.
Mihrabın kaybolduğu.
Garbı dünün gark eden bilinmezin
esintisi aralıksız can çekişen sözcüklerden ördüğüm bir yelek misali
korunduğuma dair de yok iken şüphem olmaz mı tek kozum o sevgi: hani, hani
büyüttüğüm ve Rabbimle buluştuğum o İlahi Rakım nasıl ki Rabbin Dergâhı bir an evvel
kavuşmak adına yemin ettiğim ve tek yârim dünün yâdında saklı bir mevsim
gaipten gelen o hüzün meylettiğim bir ömür ki olmalı illa ki farkı bu günden.
Gün de ölgün yürek ise sürgün.
Renkler miskin ve solgun.
Bir papatya falı adeta kopardığım
yapraklar.
Kahve falında görünen bir nazardan
çok öte nazar değmesin diye de tüm sevdiklerime.
Nazenin bir sıfat beni ayakta tutan
yaslı bir yürek kopan içimden yağan rahmeti mademki bahşedendir evren ve işte
baş koyduğum ne varsa aralıksız başa döndüğüm bir kıvılcımla büyüyen o yangın
sönmeyen feri hüznün solan yüzümde semiren bir acı içimi açtığım kadar Rabbime
tüm sevdiklerime duacı bir öksüz iklim misali yetemediğim kadar da insanlara
yaltaklanan değil yakardığım değil asla ve sadece istişare ettiğim Mevla’mla…