
Can bula cananını, bayram o bayram ola,
Kul bula sultanını bayram o bayram ola.
“Bаyrаmlаr, milli ve dini duyguların, örf ve adetlerin
derinden hissedildiği, bir toplumda millet olabilme şuurunun yeşerdiği,
kuvvetlendiği günlerdir.”
Teknolojinin akla durgunluk veren yenilikleri,
insanlığı şaşırtmaya devam ederken, aynı zamanda büyük kolaylıklar da
sunmaktadır.
Yapay zekâ, cep telefonu, internet, televizyon,
yazılı basın araçları, uzaydaki gelişmeler, yiyecek ve içeceklerde, üretimdeki
bulgular vb. hayatımıza anlamlı ve pozitif değişiklikler getirmiştir.
Ancak, sessiz ve derinden, bir o kadar da vahim
götürüleri olmuştur: Silah üretiminde artış, çevre kirliliği, gürültü,
radyasyon, gıdalardaki hormonsal ve ilaç tehlikeleri, atıklar, katkılar, vb.
gibi.
Özellikle TV, cep telefonu ve internet
bağımlılığı, insanları yalnızlığa itmiş, aile içi başta olmak üzere, çevreyle
olan iletişimi de büyük ölçüde azaltmıştır. Bunlar, insani değerleri,
dostlukları, aile içi iletişimi bir yandan da, zamanımızı gizli veya açık
şekilde çalmaya başlamıştır.
Neticede
dünya hızla kalabalıklaştıkça kendisini ve insanlığı büyük tehlikelere, yalnızlığa
ve bencilliğe de itmektedir.
Teknolojinin bu yönü, “insani değerler”
dediğimiz ortak paydaları yok ederek; “aile bağlarının, samimiyetin, dayanışmanın,
paylaşmanın, ahde vefanın, sevginin” azalmasına da sebep olmaktadır.
“Bencillik,
hoşgörüsüzlük, aç gözlülük ve sevgisizlik yüreklerde yeşermeye başlamıştır. Kin,
öfke, düşmanlık ve nefret gibi çok tehlikeli duygular artmıştır. Bu günkü savaşların, akan kanın, bir hiç yerine
öldürülen çocuk ve kadınların, aç bırakılan insanların, mağdur ve yetim
bırakılan çocukların çektiği ıstırabın sebebi budur.
Teknolojik gelişmeler insanı; refaha, huzura,
saadete götürmesi gerekirken, sömürme, zengin ve hâkim olma, yönetme uğruna,
her türlü çirkinlikler, ahlaksızlıklar ve merhametsizlikler için
kullanılmıştır.
Şu anda bile, zulüm, katliam, kan, barut
kokusu, açlık, sefalet, acı ve gözyaşı durmamaktadır. Yaşam biçimimiz
yozlaşarak, gelenekler, görenekler, ahlaki değerler vb. hızla ve üzücü şekilde
yıpranmaktadır.
Bayramlar da bu gelişim ve hızlı değişimden
payını almaktadır elbette. Bayram günlerinde aile
büyüklerinin ağzından hüzünle dökülen “nerede
o eski bayramlar” sözü gençlerce anlam ifade etmese de, gerçekten de eski
bayramların tadı bir başkaydı.
Eski günlerde yaşanan bayramlar, günümüz
bayramlarından çok daha coşkulu ve huzurla yaşanırdı. Kutlama öncesinde büyük
alışverişler yapılır, herkesi tatlı bir telaş kaplardı. Aileler, çoluk çocuk
çarşılara akın eder, önce çocuklara, sonra da yetişkinlere baştan ayağa,
yepyeni, pırıl pırıl bayramlıklar alınırdı. Evin her bir bireyine bayramlık
kıyafetler diktirilir, terzilerin önünde uzun kuyruklar oluşurdu.
Durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarına da
bayramlıklar diktirilirdi. Kilolarla şeker, çikolata, kolonya, tatlı
malzemeleri, misafirlere ikramlıklar alınırdı. Evler ve bahçeler misafirlere
hazırlanır, dip köşe titizlikle bir güzel temizlenirdi.
İnce düşünceli insanlar, çocukları
utandırmamak için harçlık ve şekerleri bembeyaz bir mendil içinde verirdi. Evlerde
hamurlar yoğurulur, yufkalar açılır ve baklavalar, börekler yapılır, sarmalar
sarılırdı. Misafirler önemsenir, ikramda kusur etmemek, misafiri iyi karşılamak
için herkes en iyi hazırlığı yapmaya çalışırdı.
Bayram panayırları, halkın sevincini doyasıya
yaşadığı ve eğlenebildiği yerlerdi. Özellikle çocukların çok sevdiği bu yerlerde,
çocuklar için lunapark oyunları bulunurdu. Baloncular, simitçiler,
çerezciler gibi seyyar satıcıların da olduğu panayırlarda eğlence geç saatlere
kadar sürerdi.
Tüm akraba ve eş dost birbirleriyle bayramlaşmaya
giderdi. Gidilecek kişiyi öncesinden arayıp haber vermeye gerek duyulmaz, çat
kapı gidilebilirdi. Yaşça büyük kişiler mutlaka ziyaret edilir, hal hatır
sorulur, gündelik konularda bayram sohbetleri edilirdi. Her gelen iyi
karşılanır, küsler bu günlerde barışırdı.
Bir öncesi gün bütün kombinler hazırlanır. Giyilecek elbiseler,
bluzlar, gömlekler çoraplar yatağa dizilirdi. O gece çocuklar için zaman bir
türlü geçmek bilmezdi.
Heyecanla giyilmeyi
bekleyen bayramlık giysiler, bayram sabahları kalabalık aile kahvaltıları,
sonrasında bayramlaşma merasimi, büyüklerin ellerini öpmek, mendil arasındaki harçlıklar, şekerlemeler,
mutluluk, telaş, heyecan ve neşe demekti.
Evlerde yöresine göre misafirlere ikram edilmek
üzere fazlaca özel bayram yemekleri pişirilirdi. Herkes kendi kültür ve
geleneğine göre ikramlarını yapardı. Keşkek, karışık kızartma, zeytinyağlılar,
eğer kurban bayramıysa ve kurban kesilmişse büyük tencerelerde kavurma,
pilavlar, kömbe ve börekler, yüksük çorbası ve yaprak sarması gibi yemekler
bayramlarda pek çok evde bulunurdu.
İçecek olarak ise, eğer yaz aylarıysa limonata,
ayran gibi serinleten içecekler bol bol yapılırdı. Ramazan bayramlarından sonra
ise reyhan şerbeti yapılır ve Türk kahvesinin yanında soğuk soğuk ikram
edilirdi.
Oysa şimdilerde içinde bulundurduğu kendine
has; “yaşama sevinci veren, kaynaşmamızı sağlayan, beden ve ruh sağlığımızın
sigortası olan ve toplum katmanlarını mutlu eden motifler” hızla kaybolmaya yüz
tutmuştur.
Zaman, ziyaret ve yan yana olma kültürünü
öldürdü. Bireylerin artan iş yükü ve
stresli hayat, onları turistik gezi ve tatil yapmaya yönlendirdi. İnsanlar, en
yakınları hariç, çok fazla kişiye de değer vermez oldu. Bu da kalabalık ve
görünüşte neşeli olan bayram buluşmalarını en aza indirdi.
Hediyeleşmenin, selamlaşmanın, hal hatır
sormanın, gönül almanın, yüreklere dokunmanın, yeni elbiseler giyinmenin
mutluluğu, el öperek harçlık almanın hazzı, komşularla paylaşmanın toleransı,
çocukların kahkahaları, sevinçleri, cıvıl cıvıl yarışları sokaklarda yok artık.
Çocukluğumdaki bayramlarda ev ev gezerdik. On
iki yaşını doldurmayanlara çerez dağıtırlardı. En samimi kafadar arkadaşlar ve
akraba olanlar bir gurup olurduk.
Topladıklarımızın içinde neler yoktu ki; kuru
üzüm, hurma, ceviz, fındık, fıstık, lokum, iğde, kuru dut, keçiboynuzu, akide
şekeri vb.
Kapıda güler yüzlü bir teyze karşılar, bizi
adam yerine koyar, hal hatırımızı sorar, cana yakın, cicili bicili
giyinenlerimizin yanağını okşar ve bolca çerez ikram ederdi. Ne tadına doyulmaz
huzur kırıntılarıydı bunlar.
İçimizde; kin, kırgınlık, stres, hüzün asla
yoktu. Engin bir hoşgörünün yüreklerimize enjekte ettiği sevgi ışıltıları vardı
göz bebeklerimizde.
Topladığımız harçlıklarla bayramlık servetimizi
hesaplar, kendimize bahşedilen güven ve sevinçle sokağa fırlardık. Ne bitmez
tükenmez lezzet paylaşımlarıydı bilemezsiniz.
Büyükler de ev ev bayramlaşırdı. Tepsi içinde;
kâğıtlı şeker, lokum, kolonya ve sigara ikram edilirdi.
Anlattıklarımda olağan üstü durum yok elbette.
Fakat hafızamda o kadar değerli izleri var ki bu yaşantıların. Hatırladıkça,
duygularımı tozpembe bulutlar sarmakta. Yeniden yaşayabilmek için neler
vermezdim ki.
Bunları bize anlamlı kılan; madden sahip
olduklarımızın çokluğu değildi elbette. Zira çok da fazla bir şeylerimiz yoktu.
Fakat gönül zenginliğimizi sağlayan; içtenlikler, sadelikler yalınlıklar,
samimiyet, sevgi ve hoşgörü oldukça çoktu.
Yüreğimizde duruluk ve huzur, ahde vefa, kadir
kıymet bilme, şükretme, sevme ve sayma vardı.
Kanaatkârlık, yaşama sevincimiz haddinden
fazlaydı.
Bir takımdık adeta, komşularla, arkadaşlarla,
akrabalarla. Birimizin derdi, hepimizindi. Hayattan çok şey beklemezdik. Uzak
ve elde edilemeyecek hedeflerimiz yoktu. Sade, samimi ve basit yaşardık. O
yüzden endişeli değildik belki de.
Evlerimizde çok eşya yoktu. Yaşamımız gibi
evlerimiz de sadeydi. Fakat sevgimiz sayesinde, hoş görülü ve huzurluyduk. Kafamız
her şeyle meşgul değildi. Esas olan kalp kırmamak, üzmemekti, yardımlaşma ve
dayanışmaydı.
Şimdiki bayramlarda maddi her imkân var
elbette. Hiç bir şeyin özlemi çekilmemekte. Ancak, en pahalı malzemelerle
pişirilen, fakat lezzet vermeyen yemek gibi san ki. Kaybolan bir tat var.
Katılan malzemeyle bulunamayacak bir tat. İşte bayramlara lezzet veren de manevi paylaşımlardı.
Engin sevgi, saygı, değer verme, hoşgörü, biz
duygusu, yardımlaşma, komşuluk ilişkileri, aile bağları, merhamet,
kanaatkarlık, tevekkül, kendisi ve başkaları ile barışık olabilme, empati,
pozitif düşünme vb. değerler. Bunlar,
bayramlara ruhunu veren, kişiyi, aileyi ve dolayısı ile toplumu mutlu kılan en
nadide argümanlardı.
Hiç bir masrafı olmayan, paylaştıkça çoğalan
böylesi hasletler, sadece, haset, kıskanç, bencil, öfkeli, nefret duyan
kalplerde yeşermez. İnsanı insan yapan değerleri yaşayamazsak, her gün bayram
ilan edilse de bir anlamı olmayacaktır.
Bayramlar önce yüreklerde olmalı. Bunu yine de başarabiliriz
elbette. Geçmişin özlemleri ile yetineceğimize, gelin gönülleri önce bayram
kılalım. O tat yeniden gelecektir eminim.
Eski bayramlar geri gelmeyebilir ama, eski bayramların ruhunu eminim yeniden yaşatabiliriz.
Birbirimize saygı ve sevgi ile yaklaşarak daha güzel bir dünya kurabiliriz.
Unutmayalım umut her zaman vardır.
Bu güzellikleri
yeniden yaşamak ve gelecek nesillere aktarmak için, tatil planlarımızı başka
zamana erteleyip, büyüklerimizle bayram keyfini bu bayram doyasıya çıkaralım.
“Gönüller sevinç dolsun,
umutlar gerçek olsun, acılar unutulsun, üzerimize mutluluklar yağsın”
dileklerimle… Bayramınız kutlu olsun…
Sevgiyle kalın…
Seyfettin Karamızrak