
Ölü bir saksıda saklıyım
ölümsüzlüğümü ilan etmiştim oysa öncesinde.
Önceme dair söyleyeceğim hiçbir şey
yok sanırım balık hafızamda yer eden yem(in)ler gibi gidip geliyorum iki nokta
arasındaki en kısa yolu adlandırmak adına sözcükleri de sürüklüyorum peşim
sıra.
Düş birikintilerine basmak mı?
Allah muhafaza hani olur da üstüme
sıçrar üç beş miskin düş hem boşa düşmüşlüğüm de var vatandaşlıktan yana ve ben
yana yakıla anlatıp ağıtlarımda buluşuyorum çocuklarımla…
Dikiş tutmayan bir yara işte üstelik
ara vermeden çalıştığım otuz sene ve hiç beklemediğim bir anda görevden
uzaklaştırılmışlığım hem de ne için?
Baştan anlatmaya kalkarsam ana
mevzuya gelmeden katılırım hani:
Öğretmenlikte daha uzun zaman var
önümde hele ki gencecikken öğretmen çıkıp da düştüğüm memleket yolları.
Doğusu batısı demeden ve tek kelime
dahi şikayet etmeden çalıştığım helalinden otuz sene.
Ot yığınları taşıdığım köylümle.
Tezek yaktığım köy okulları üstelik
kız başıma düşüp de farklı farklı köşelerine yurdumun sonra da çalıştığım okul
ve gösterdiğim azimle yüzlerinde güller açan onca öğrencim ve ailesi.
Uzun bir zaman evlenmek gelmedi hiç
aklıma lakin eşimi tanıdığım o kermeste ilk bakışta aşka tutulduğum…
Bir de oğlan doğurup mutluluğumuz
katlanırken.
Elbet duygularımda da fazlasıyla kat
izi en azından göze gelmemek adına dualarımı asla eksik etmediğim…
Kaynanama verdiğim emek üstelik
gelini olup beni kızları arasında el üstünde tuttuğu. Allah’tan çalıştığım son
yıla kalmadı da kadın yüreğine inmedi yoksa âlim Allah inerdi yüreğine.
Beş yıllık bir ilk okul eğitimi elbet
bilginin temeli öncesinde sevginin ve evlat gibi kokladığım okşadığım ipek
saçları evlatlarımın.
-Tamam, tamam geliyorum.
Bakmayın hani siz benim kimle
konuştuğuma daha doğrusu uymam gereken kurallara riayet etmenin bilinci ile
yarım saat müsaade isteyeceğim sizden…
Ve işte geldim zaten pek de aç
değildi karnım. Arkadaşlarımla sohbet etme bahanesiyle üç beş kaşık çorbaya da
hayır diyemediğim yoksa işlediğim hayırlar mı eksik geldi de…
Haşa, Rabbim haşa.
Zaten eksik yaptığım bir şeyler olsa
an itibari ile yaşıyor da olmazdım.
Sözcüklerim hafif sıklet ve artık
ringde değil oyun sahasında da değilim sadece uzatmaları oynuyorum verilen emir
ile hem mademki kendi düşen ağlamazmış…
Çocuklarım da ara sıra ziyarete
geliyorlar hem. Gerçi müdür kolay izin vermiyor ama ne de olsa rahmetlinin
hatırına.
Tamam, tamam, ağlamıyorum hem söz
vermiştim de arkadaşlarıma en azından evden iki cesetten fazlası çıkmadı o gün
gerçi göğsüme yediğim kurşunla üçüncüsü de ben olabilirdim hani…
Yoksa olsa mıydım?
Rabbim, yine günaha girdim iyi de o
zaman bunca insana kim sahip çıkacaktı?
Allah devlete zeval vermesin hani.
Bak, işte onca çocuk bir arada devlet yurdunda yaşıyorlar.
Sen tüm memleketi karış karış gez bir
ömrü ada…
Elbet adadım bu gün de olsa aynı şeyi
yapardım hem ne de olsa bizlerin çocukları değil mi onca Kardelen?
İsmini telaffuz etmek istemiyorum
rahmetli öğrencimin ne de olsa bu röportaj tirajı yüksek bir gazetede
yayımlanacak hem ben gençlere de örnek olmalıyım, değil mi gerçi ben bir
suçluyum ve de kat…
Oğlum beni reddetti o günden sonra.
Neymiş efendim?
İş dünyasında saygın bir yer
edinecekken eli kana bulanan öğretmen annesi iyi de iyi de…
-Şey, bir ara versek?
-Gözlerinizdeki kararlılığı gördüm
madem hadi devam edelim.
Öğretmenliğin en güzel yanı bu işte:
insanları gözlerinden okurken…
Hakim de belli ki içimi okudu hem
hem…
-İsteyerek olmuyor inanın ki… Hem
çocuklarımı da bunca özlemişken…
Nerede kalmıştık?
A, evet…
Ben size öncesini anlatayım kısaca.
Sınıfta yaşı en büyük olan ve de boyu en uzun ve de sınıfın en akıllı
öğrencilerinden Susam…
Bir gün geç kaldı derse. Alı al moru
mor idi yüzünün bir de ellerini gizlemeye kalkmaz mı?
-Hayırdır Susam?
-Yok bir şey öğretmenim.
-Ne saklıyorsun bakayım? Bu da neyin
nesi? Kına mı yaktın eline.
-Tuvalete gidebilir miyim öğretmenim?
-Kına çıkmaz ama suyla sabunla.
Hıçkıra hıçkıra sınıftan bir çıkışı
vardı ki. Üstelemedim. Annesini çağırmasını söyledim o gün ders çıkışında.
Demez mi?
-Annem yeni doğum yaptı, öğretmenim.
-Annen kaç yaşında ki kızım?
-Yok, yok, diğer annem.
Kolaysa çık işin içinden üstelik
İstanbul’un göbeğinde karısının üstüne kuma getiren bir baba bir de kızının
ellerindeki kına…
İyice işkillenmiştim. Ders çıkışı bir
koşu gittim evlerine. Ev demeye de bin şahit lazım hani. Ben elimde bir torba
yiyecek içecek çaldım kapılarını. Kimseler de açmadı mı üstüne üstük. Sadece
perde oynadı görebildiğim kadarıyla yine de gözlerimin yanıldığını düşünüp
vazgeçtim ısrarla çalmayı kapı zilini.
Günler geçti hızlıca. Bizim Susam
daha bir sessiz hele ki yıldızlı beş alan en zeki öğrencim basit bir çarpım
tablosunu bile unutabilirken…
Susam.
Ayşe.
Sultan.
Fatma.
Ne fark eder, değil mi? Hele ki
benzeri olaylara çalıştığım bunca köyde defalarca rast gelmişken…
Cuma ders çıkışı Susam yanıma gelip
de:
-Öğretmenim ben artık okula
gelmeyeceğim. Babamgil bunu buyurdu hem yakın zamanda düğünüm var.
Bu bir dejavu idi adeta. Sen bunca
olay yaşa layığıyla kalk altından ve şimdi gel okuttuğun son sınıfta üstelik
İstanbul’un ortasında bu geri zihniyetle karşı karşıya gel.
Aslında karşı karşıya kalacağım en
berbat şey aklıma dahi gelmezdi ama…
Belki de eşimi alıp gitmeliydim
evlerine en azından avukat kimliği ile daha bir resmiyet kazanırdı ev
ziyaretimiz gerçi ortada ne bir ihbar ne de bir arama emri vardı ama…
İyi ki de gelmemiş eşim buna geç
vakıf oldum bir de dul kalmayı asla kaldıramazdım gerçi an itibari ile yine dulum
ama… En azından kocam sağ ve sağlıklı varsın genç bir kadınla yeniden nikâh
masasına otursun.
Oğlum için diyeceğim hiçbir şey yok.
Sonuçta genç ve başarılı bir iş adamı ve yolu da nasıl açık.
Hangi sıfatla gitmiştim ben sahi
Susamların evine en azından yanıma bir polis memuru alıp da gidebilirdim elbet
telaşa kapıldım ve kendime engel olamadım.
Kadın başıma ben bunca insanı karşıma
alıp ne diyecektim ki hem devletin görevi iken vatandaşını korumak en azından
olay yerine erkenden intikal etti de polis memurları kan kaybından ölmemiş
olmam da bir mucizedir hani ve zavallı öğrencim benim…
-Namus bekçisi misin be kadın? Hem ne
malum Susamın başka bir sevgilisi olmadığı? Söyle, kız, kirlettiler mi seni?
Elbet şakağımdan vurulmuş gibiydim o
an. Zavallı kız okula gidip geliyordu sadece üstelik kaç üvey kardeşinin de
yükü omzundaydı.
-Kim gönderdi seni buraya öğretmen
hanım? Sen misin bu kıza akıl veren?
Ne yani, benim evlerine gitmem demek
miydi ki Susamın namusuna leke getirecek olan? Sahi, ben bunu nasıl düşünmemiştim?
Düşünemezdim ki. Ufacık bir kız çocuğu ne anlasın aşktan meşkten bir de çocuk
gelin olmaya adım atacakken…
Sonrası bir kaos. Üstüme yürüyen
Susamın babası ve arada kalan Susam derken gözüme kestirdiğim ekmek bıçağı ile
sözüm ona kendimi koruyacakken aldığım darbelerden daha doğrusu hem Susamın hem
benim aldığımız darbeler. Derken kendimi yerde bulduğum ve üstüm başım kan
içinde gerçi kimin kanı kiminkiyle karışmışsa adeta elbet duvardaki tüfeği alıp
kafasına hedef alan sevgili kızım Susam üstelik tüm bu olup bitenlere seyirci
olan üstleri başları yırtık ve korkmuş gözlerle olanlara anlam vermeye çalışan
üç küçük çocuk daha.
Susam için yapılacak bir şey
kalmamıştı işte üstüne babasına ne ara bıçak sapladıysam ve aldığım bıçak
darbesi ile ben de günlerce yoğun bakımda kalıp…
Hele ki ailemden tek kişi bile
gelmemişken hastaneye ne de olsa ben bir katildim ve evet, işte şimdi
söylüyorum: ben bir suçluyum.
-Siz bir kahramansınız.
-Asla, oğlum ben sadece yanlış
zamanda yanlış bir yerde bulunup kocaman bir yanlış hatta yanlışlar silsilesi
yapmış iken hem Susam an itibari ile yaşıyor olabilirdi. Nasıl da bir hışımla o
tüfeğe uzandı da kendine nişan aldı?
-Ekleyeceğiniz bir şey var mı, peki?
-Hatırlatmanız iyi oldu. Bakın burada
ayırdığım kitaplar var belki bir ara okula uğrar bırakırsınız sınıfıma şey…
-Hala onların öğretmenisiniz sadece
başka bir öğretmen devraldı bu sorumluluğu…
-Dur, evladım sana şemsiye vereyim de
giderken ıslanma. Hay, aklıma burada şemsiye ne gezer?
-Bir dahaki gelişimde şemsiye ile geleceğim
en azından yağmurda beraber yürürüz öğretmenim.
-Yürürüz, değil mi oğlum? Ya, sonra
güneş de doğacak mı tüm kızlarımız adına?
-Eğitim aşkıyla öğrenci sevgisi ile
dolu olan tüm öğretmenlerimiz için doğacaktır da hatta doğdu bile yoksa an
itibari ile ben burada olmazdım. Canım öğretmenim benim, bakın yüzüme
dikkatlice ve hafızanızı zorlayın bir bakalım.
-Suçiçeği Ömer, Ömer’im benim. Bunca
sene sonra seninle burada mı burada mı?
-Bu günlerin yarınları da var
öğretmenim yoksa ben nasıl ayakta kaldım sanıyorsunuz hele ki o çaresiz, zor
günlerimde benim ve ailemin yanında iken siz. Siz benim ve tüm öğrencilerinizin
güneşi iken sanıyor musunuz ki güneş durduk yere doğdu bunca zaman?