
Sonlanmasını dilediğim hiçbir hayalim
yok ne de olsa hayalin ta kendisiyim.
İzzet-i ikramda bulunanlara da tek
sözüm yok belki de özümdeki saflıktandır bu durgunluğum.
Yeltendiğim göğün en ücrası, akça
pakça bulutların nameler eşliğinde süzüldüğüne şahit bariz bir heyecan ile tefe
tutulan kuş sürüleri. Kopan bir tüy nasıl ki nazlı nazlı süzülüyor kundaklanmış
yeryüzüne ben de bayat bir kurabiye tadında içimdeki iyi niyeti banıyorum
ekşimiş süte.
Elzem bir görev ne de olsa: önce
soyduğum sonra giydirdiğim benzeri uhrevi duygu ve düşüncelerim.
Farklı olmasını diliyorum ve günün
öğretilerini tek seferde eliyorum.
Önce eriyen karın yasını tutuyorum
derken su birikintilerinde aklımın kâğıt kayıklarını yüzdürüyorum ve varla yok
arası bir mutluluk tökezliyor yüreğin çeperinde, renklerin coşkusuna eşlik eden
son zerresiyle yine beyaz düşkünü yüreğimi satır satır tarıyorum.
Muteber olmasını dilediğim bir ömrün
hayali var içimde belki de yarım kalan okul hayatımı fazlasıyla büyütüyorum
gözümde sanki gözlerim kapalı ölüm öncesi o beklentiyi yok sayıp yeniden
ulaşmak arzın merkezine.
Büyüttüğüm çocuklarım var ve onların
çocukları oysaki kendim çocuğum. Yorgun bedenim ve dingin olmasını dilediğim
uyku düzenimde hep kâbuslar basıyor ben ki kundakladığım çiçeklerimi sırf
üşümesinler diye nefesimle ısıttığım bariz tutukluyum ben aklın hücresinde
sadece vicdanım söz dinlerken ve boyutsuz gizem mahremiyetimi tehdit ederken.
Ufkun ilahi dokusunda sanrılar saklı
sanırım adam boyu düşlerin de tapınağı o gölgeli bahçe hele ki güneş, yarı
baygın gözleri ile çekmişken elini eteğini yorgun çiçeklerimden, mahşer öncesi hâsıl
olan o huzursuzluk nasıl da ihya ediyor maneviyatımı.
Önce annemi büyüttüm koynumda sonra
da annem pışpışladı içimdeki yetimi.
Elim ermiyor gücüm yetmiyor
anlayacağınız ve bir geceyi bin sabaha yeğlerim ne de olsa evrenin ikramı o
zifiri karanlık günahları ve ayıpları saklıyor rahminde üstelik doğum müjdesini
melekler veriyor yorgun kanatlarında ilahi satırları dokurken gökyüzü, zamandan
ve mekândan ayrı düşen esintinin rahmetine banıyorum ve kanıyorum her söze.
Bir muhtıra adeta yan gelmiş yatan
hezeyanlarım.
Bir lahit yerle yeksan ve tüm ölüler
bana emanet.
Lades dediğim daha dün gibi.
Kör bir heceyi sonlandıran alfabe
benzeri içimdeki kanıksanmış her harf ve evren baş tacı etmiş ana yüreğimi.
Varlığıma hep atıfta bulunur insanlar
ve sorgularlar de ta ki elime bir bebek doğana değin.
Annemin kuru cildinde kayan bir
nemlendirici kadar da ferahlık veriyorum insanlara ve ilk kundağını benim
yaptığım o çirkin bebekler ilk kez yine benim onayımdan geçer.
Ne Tanrıyım ne de insan.
Ne yalanım ne de doğaüstü bir gücüm
var sadece sancısı tutan anne adayını yüreklendiririm üstelik elimden başka iş
de gelmez.
Koruyucu aileler gibi ben de ikinci
annesiyim o süt bebelerinin.
Cahil kadınlar neyinize gerek çocuk
doğurmak sizin?
Kendiniz çocukken hiç mi geçmedi
aklınızdan bez bebeklerinizle oynamak?
Süt liman da değil adına dünya denen
ama sütanneler hep limanı olmuştur o sütü kesilmiş annelerin asla farkında dahi
olmadıkları değil mi ki; gelişmemiş bedenleri hep isyan eder ne zamanki bebek
bir an evvel gün ışığı görmeye arzulu hele ki aceleci ise de sormayın gitsin.
Çok oldu çoğu bebeyi gömdüğüm kendi
ellerimle aslında onlar öyle bildi ne de olsa arka arkaya dünyaya gelen kız
çocuklarına sahip çıkmadı aileleri ve ardı ardına doğum yapmaktan yorgun düşmüş
bedenleri ile nice genç kadın gömdüm akabinde.
Evlatlarım idi her biri ve hep de
öyle kalacak.
Gocunmadım ne zamanki elim gitse şiş
göbeklerine.
Mahrem duygularını da asla
dillendirmediler hani ve ben sessizce saygı duydum bu cahil kadınlara.
Gözleri açılmamış henüz ve kocaya
varınca kendilerini kurtulmuş hisseden nice genç insan aslında çocuk her biri.
Soytarı bir tiyatro sahnesi adeta her
günün eşlik ettiği onca acı ve adı drama çıkmış hayat örnekleri.
Benim bir hayatım var ya da yok zaten
ne zamanki konuk olsam yeni bir köye ya da yeni bir kazaya, mahalleye adım
çıkar ilk günden beri.
Yaşlı anam sahip çıkamazken kendine
bana kim sahip çıkar ki diye de asla düşünmedim ne de olsa sınandığıma vakıf
bir kuru ve evde kalmış kızım ben elbette bunu söyleyenler yüzüme haykırmadı
ama kafamın arkasındaki gözler hep buna tanık oldu bir yerin kulakları hem
demezler miydi neyin nesi?
Kocadan yana dilim yandı, desem yalan
olur sonuç itibariyle ben üç yetim kardeşimin peşini toplamaktan evlenip anne
olmayı değil istemek aklımdan bile geçirmedim. Anamın çabaları ile yetiştim ben
aslında kendi kuşağıma yetişmeden yeni kuşaklar yetiştirdim.
Ansızın ebe olmaya karar verdim-özür:
kader tayin etti ve üstümdeki ölü toprağını ilk kez elime doğduğunda yan
komşunun gelinin o engelli bebeği… kusura bakmayın, tutamıyorum göz yaşlarımı
ne de olsa bebek engelli doğduğunda istemedi ailesi ve bir göz evimize kuru bir
salıncak yaptım ne zamanki o engelli bebek ortada kaldı.
Sonrası tam bir facia.
Öncemi unuttum an itibari ile ve öz
babamın da…
Anmak dahi istemiyorum hele ki annem
ateşler içerisinde yatarken… demem o ki; ben kızı değil de başka bir şeyi mi
olarak dünyaya gelmiştim sonrası malum!
On üç yaşımı bir ay geçmiştim ki;
vücudumda ters giden bir şeylerin olduğunu sezdim. Köy yeri: sağlık ocağındaki
doktor erkekti ve neyin ne olduğunu bilecek yaşta da değildim hani ama
kanamadım o ay ve sonraki aylar. Anamla yâd edeceğim ortak bir anımız da yoktu
ne zamanki babam olacak adam evden çıkıp gitti… ben de peşinden ki mecburdum
buna sonuçta korucuydu babam olacak dingil ve eninde sonunda evine gelecekti ve
de odama.
Gelmedi ama.
Bulunmayacağı bir yere gömdüm sözüm
ona. Ne komik, değil mi?
Sen bir adamın hayatına ellerinle son
ver… sonrasında da sayısız insana yardım et ve sayısız bebek de ellerimde
gözlerini dünyaya açsın.
Gidip geliyor aklım aslında bir aklım
olduğuna da emin değilim yoksa seçer miydim böyle bir mesleği? Meslekten de öte
aslında: Tanrının bahşettiği kutsal bir görev.
O bebekler doğmalı. Doğmalı ki yeni
canlar ve kutsal ruhlar sahip çıksın dünyaya ve iblisin şarlatanlıklarını ve
onun müridi sayısız insanın pisliğini sona erdirsin.
Babam kaybolduktan sonra biz de
mecburen terk ettik köyü: Allah’tan içimdeki canlı iyice büyümeden terk etti
bedenimi de ne köyümüzde ne de gittiğimiz yerde hesap vermek zorunda kaldık
insanlara.
Anamın duygularını asla bilemedim sonuçta
babamın ortadan kayboluşu ile dünya ile olan tüm ilgisini kesti üstelik bana
yaptıklarından bihaber kendi dünyasında yaşamaya devam etti.
Kardeşlerim yetimdi bense kendine ve
insanlara yetmeye çalışan arızalı bir kız ve demedim de nedir, niçin, diye sadece
Tanrı neyi işaret ettiyse ona tutundum elbette öncesinde O’na.
Kendi bebeğini elleri ile öldüren bir
kadın/çocuk-kadın ama diğer annelerin bebeklerini hayata getiren en azından
vesile olan.
Ve bir bir sahip olduğum çocuklarım.
İşte annemin sessizliği hep burada
işe yaradı.
Bir derken iki derken… çoğaldı
sahiplendiğim çocuklar ve evli olmayan bir kadın sayısız çocuğu ile köy köy
dolaşırken memleketi kimseye de sezdirmeden evli olmadığımı, Allah’ın izniyle
beni başlarında taşıdı tüm köy halkı artık o köy senin, bu köy benim dolaşırken
kapı kapı…
Yeltendiğim günlük güneşlik bir ömrün
hayali mi? Güldürmeyin beni, e mi?
Yemin ettiğim ise; bir doğuma ve yeni
bir doğuma derken bir diğerine tanıklık edip ortak olmak mı kadere?
Ölüm ve benzeri duyguların kestiği
ahkâmlar mı yoksa hayatta kalmamı ve ayaklarım üzerinde durmamı sağladı?
Görüntüye aldanmayın siz ve
kurcalamayı da geçirmeyin aklınızdan.
Sessizliğin büyüttüğü bir heceyim ben
aslında tek heceden iki heceye geçiş yaptığım…
İlk adım aşk.
İkinci adım mı?
Elbette son.
Yaşamakla ölmek arasında girift bir
fısıltıyım belki de asla kendi hikâyesini yazıp yaşamayacak bir yazar gibi
başkalarının hayatlarına eşlik eden.
Aşkımı sonsuzluğa hediye etmişken,
kuru ellerinde cehaletin ve sonlanmasını talep ettiğim ömrümün de tek meyvesi:
bana ait olmayan çocuklarım ve yüzlerini asla unutmayacağım.
Bir ölü imgeyim aslında: adı ebe
olan.
Bir sol anahtarıyım: kendi dışında
tüm notalara sahip çıkan.
Kocaman bir es’im ben: hayatı
kundaklanmış ve sırları ile mezara girecek bir ölüyüm aslında yaşadığımı değil
yaşattığıma vakıf.