Unutulmuş Bir Senfoni
Rüzgâr, düşen bir yaprağının suskun kıvrımına sardı
Orada senin adınla titreyen bin yıllık bir sır vardı
Bir gölgenin hafızasıydı belki o yer,
Saklı bir geçmişin silinmemiş harfi vardı.
Ah ben hep mi
böyleyim
Kelimelerin arasında
sıkılmış kalmış
Anlamam ben
kendimi sensizlik var iken
Gelmezsin bilirim
yorar bu aşk seni
Sisle kaplı
yamaçlardan inerken
Sana dair düşünceler koyulaştı
Her iz bir soruydu gökyüzünde
Her sessizlik bir cevaptı kalbime
Ah yollar
sessizliğinizle yanarım
İçimdeki kelimeler
volkan olmuş
Söndürecek nehir
dere de kaybolmuş
Bir ben
kaybolamadım içimdeki ezik cümlelerle
Unutulmuş bir senfoni gibi salındı kelâm
Kehkeşan’ın ıssızlığında kayboldu ilk nota
Zaman bir düğüm gibi çözülüyor
Gönlümde çınlayan sonsuzluk sesiyle
Yıldız haritalarında geçmiyor kaderim
Taşralı kıvrımlarda yürüyen bir ben var
Sürgün edilmiş suretimin izini
Ancak gölgelerden tanıyabilirim
Sırtımda ayrılığın
tabutu sırtlanmışım
Taşımak tek
başına zor zorun içindeyim
Bir kuş ol
gel al sırtımdaki yükü ne olur
Yoksa yıkılacağım
yarı yolda kan kusarak
Bir serçe
sustu avuçlarımda
Sesi değil gözleriyle konuştu aşk
Titrek bir “sen” serpildi taşların arasına
Gönlümde yankılanan hatırlayışla
Kelâm eğildi rüzgâra,
Adını fısıldadı bir iğde dalına
Sen bilmedin,
Ama ben duydum içimde, seni beni güldüreni.
Mehmet Aluç