Günce – 21 Temmuz 2025
Gözyaşları, hatıralar, dostlar
Dün, Gülşen Teyze ve Türkan’a ölüm acısını paylaşmak için gittik. Engin’in gözyaşı, oturduğumuz süre boyunca hiç dinmedi. Gülşen Teyze, siyah ve grinin tonlarını barındıran kıyafetleri içinde hem çok zarif hem de çok üzgün görünüyordu. Ayak başparmağının üstüne binmişti yanındaki diğer parmak; insan yaşlanınca vücudun uzuvları bile yer kapmaca oynarmış meğer.
“Anlatma dediler,” diyordu; lakin konuşmasa, içindeki zehri akıtmasa, belki de o atom bombası gibi yüreğinde patlayacaktı. Onun Mustafa’sı... Onun yavrusu, yoldaşı... Onu bırakıp gitmişti. Şu felek sırayı karıştırmasaydı da böyle ateşten kor düşürmeseydi içine.
Türkan pazara gitmiş, birazdan gelecekmiş. “Hadi arayalım bari, haber verelim geldiğimizi.” Geldi, sarıldık, ağladık, konuştuk. Üç kömürlük doluymuş ağzına kadar; Mustafa onarır, kullanılacak hâle getirirmiş birçok şeyi. Biz böylelerine “hamarat” deriz. İşte bu çalışkan, iş bitiren adamın cenazesi de öyle kalabalıkmış ki...
Artık huzur içinde yatsın, dedik. Ona yakışmayan ölüm karşısında boyun eğerek müsaade istedik. Çünkü bir cenazeye daha katılacaktık. Ortaokul yıllarından can dostum, Kafkas arkadaşım Füruzan’ın babası vefat etmiş. Köylerinde, ikindi namazına müteakip kılınacak cenaze namazının ardından defnedileceği sosyal medyadan duyurulmuş. Şans eseri gördüm. Gözyaşlarımız kurumadan gittik.
Engin’i camide bıraktım, beni Füruzan’ın küçük kızı eve götürdü. Bahçede Kur’an okunuyordu; başı kapalı kadınlar sessizce dinliyordu. Öğretmen olduğunu öğrendiğim, ak saçlı bir kadın “Sessizlik!” diyordu sertçe. “Kendini sınıfta zannediyor,” dediler ardından, kalp kırarken. “Türkçe dua ettim sizlere,” dedi. “Koyun gibi dinlediğiniz duanın Türkçesi bu.”
Kızgındı, en çok da cehalete... Boş çuval dik durur muydu?
Füruzan’ın iki teyzesi defalarca koklayarak öptüler beni. Onların ailesinden biri gibiydim çünkü. “Kahkahalarını özledim,” dedi Sabiha Teyze, bastonunu sallayarak.
İç sesim, bütün gün hiç durmadan “kahkahalar nerede” diye sessiz ağıtlar yaktı.
Gülser Teyze, “Füruzan üniversiteye gitti ama bizi hiç bırakmadı Çiğdem,” dedi. “Yeni suyumuzu o doldurdu, o getirdi.”
O günlere ışınlandık hep birlikte. Soba, ter bezleri, nane şekeri, yer sofrası… Dönüp durdu hayal âlemimizde.
Bu hüzün yüklü ziyaretlerin ardından, bu kez oğullarını nişanlayan arkadaşlarımızı kutlamak adına sarıldık telefona. “Kel Mahmut” desek de, kırılmayan bir özgüvene sahip bu kavruk adam ve eşi Yeşim, Malkara’da görev yaptığımız yıllarda karşı komşumuzdu.
Fırat, elimizde büyüdüğü için sevgisi bir başkadır içimde. Diğer oğlu Baran’sa öyle sevgi dolu bir çocuk ki, onu da sevmemek mümkün değil.
Yeşim terzidir. O yıllarda ben Avon satardım, o da bana dikiş dikerdi. Aramazdık; hallederdik parasal kısmı kendiliğinden, dostça.
Annesi yanındaymış Yeşim’in. Defalarca, “Sen kaç doğumlusun?” diye sordu. Ben de sabırla cevap verdim: “Yetmiş doğumluyum.”
“Gençsin daha,” dedi.
Bir Alman arkadaşı varmış; onunla Almanca konuşurlarmış. Hatta eskiyi unutmuyormuş hiç. “Ne varsa geçmişte var,” diyor; “yeni hatıralar silinip gidiyor.”
İç sesim yine fısıldadı: “Kahkahaların nerede?”
Sanki bir ara, gerçekten güldüm…
H. Çiğdem Deniz
(
Gözyaşları Hatıralar Dostlar başlıklı yazı
çitlembik tarafından
7/21/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.