Tüm tedirgin harf çekincelerinden ben
mesul’üm bir de üstü örtülü cümlelerde yalı kazığı yutmuşçasına esneyen o
bağnaz ünlem imlecinden.
Şimdi şimdi anlıyorum mevsimin hala
nasıl da ütüleyip bulutları ve tütsü yakıp da bulutlara nasıl da uzak kaldığını
bizim buralara.
Mevsim pek kibirli ve esvabını evde
unutmuş üstü başı çamur içinde yaramaz bir kız çocuğu gibi illa ki saçlarını
çekiştiriyor sonra da dağınık örgüsünü annesinin ellerine tutuşturup yeniden
şekil almasını bekliyor saçlarının ve uzun çok uzun süren o ‘’es’’denen
dönemeçte satırları yuhalıyor kelimelerin Tanrısı ve insanlara pek bir
yüksekten bakıp da geldiği makamı beğenmiyor.
Aslında çok iyi bir Tanrı kelimelerin
makus talihini yazan tıpkı kibirli mevsimin sonunda pes edip da sağanağını boca
ettiği gibi.
Yaz’ın dolaylarında yazın dünyasında
istikrarlı bir yol tutturanlara bakıyor sonra kelimelerin Tanrısı ve unutulmuş
kelimeleri pasajlara yığıp kafasını okumak ve yazmakla bozmuş kitap kurtlarına
yeni bir şans veriyor.
Ne alaka var değil mi mevsimin
kelimelerle olan ilintisini abartıp da yaz güneşinde eve tıkılıp yeni manalar
ararken ve aksıran tıksıran bir bulut gibi sonra da nemli yağmuru içine çeken.
Tapınağı bulutların gök kubbe öte
yandan Tanrısını unutan kelimelerin zamanla solduğu ve sığındığı da sararmaya
yüz tutmuş kitaplar.
Bulutun isyanlarında ve beyaz boş
sayfanın da içini çeke çeke hıçkırdığı.
Tanrısallaşan bir sure midir ne içinde
infilak eden kalemin?
Yarım adaların asla tamamlanmadığı
aslında ana kıtaların kime ait olduğunun da bilinmemesi gibi coğrafyası kabarık
ya da kayıp cümleler.
Boş bir adaya mı düştü yazar?
Elinden tüm gelen yağmur duasına
çıkmak değil elbette sadece bulduğu bir kuytuda Hindistan cevizlerini toplayıp
kabuklarından da kendine bir kalem örmek. Saçma gibi görünüyor lakin yazmaya
gönül vermiş sefil kazazede karnı aç uyusa bile mümkün mü deniz kazasında
başından geçenleri boş sayfaya aktarmaması?
İnsanların ötekileştirildiği daha
doğrusu bunu bizzat bizlerin bile bile yaptığı.
Çıkan fırtınada bile öncelik
kadınların ve çocukların öyle ya günümüze baktığımızda da ilk sırada çocuklar
ve kadınlar lakin yaşama hakkın tanınan değil bilakis yaşamasına izin
verilmezken patlayan silahlar ve bıçak darbeleri ile illa ki yaşama haklarının
elinden alındığı.
Mırıldanırken bir şarkıyı bay katil
nasıl bir son diler ki eğer ki marazi öfkesi geçmemişse…Belki de ilk evvela
kendi canına kast edip de keşke kıymasaydı mazluma keşke karısının ya da
çocukların dokunulmazlığı ilkesi olduğunu bizzat görseydi.
İzafi yolculuğunda yazar…
Mutlak mutluluğa yelken açmayı
dileyen birer kazazede iken her birimiz hayat denen teknede bata çıka yüzerken…
Mağlup bir düş olduğumuzu düşünelim
hadi ya da galip gelen aşkın ve de iyi niyetin bekası iken yarına odaklı
seyrüseferinde hayallerin ve umudun pek istikrarlı olmasa da süre gelen
sevinçler…
Duyuyor musunuz homurtusunu
kelimelerin?
Varsın duymayın lakin ben fazlasıyla
duyuyor ve huzursuzum yoksa adına coşku mu denmeli?
Gece firar etmişken uykunun
dolaylarından ya da uyku çoktan firar etmişken işte kelimelerin Tanrısı
dürtüyor beni ve emrediyor adeta:
‘’Dökül hangi kelime ve cümleler
kaldıysa yatıya hadi, dökül de rahatla.’’
Sırası mı ama şimdi?
Mutlu mesut yaşarken üstüne üstük
biriken onca işi tek hamlede yapmaya kalkarken…
Ya, sen sefil kazazede yazar
bozuntusu?
Karnın hala acıkmadı mı hatta ve
hatta uluyan yırtıcı hayvanlardan korkmuyor musun da hala kendine bir barınak
bulamadın?
Pek bir işveli sözcükler. Al al
yanakları imgelerin.
Pek bir pervasız emir kipleri ve
nasıl da doğurgan adeta sökül diyorlar sökül geride kalan tüm hisleri.
Sözcükler açlığımı giderirken şimdi
patavatsız bir Tanrı da gözlerini boş satıra dikmiş benim sözcükleri yerleştirmemi
beklerken…
Ya, gerçek sahibim?
Ya, Rabbim benden ne bekliyor?
Elbette farkındayım vazifelerimin ve de yerine getirmem gereken dini
vecibelerimin.
Kalemin dokusunda ıslak ve akışkan
bir şeyler var. Öyle ya daha demin salya sümük ağlıyordum hani haberlerde geçen
alt yazıyı okurken…alt yazıya gelene kadar hangi cephede savaş verirken
insanoğlu illa ki mazlumu ve ihtiyaç sahibini gözetmeli derken…alın işte kim
neyin propagandasını yapıyorsa…
Ya, dün yürüyüş yaparken yol
kenarında gördüğüm karnı burnunda kadın bir de ellerinden tutmuşken diğer
çocuğun. Sahi ne diyordu yaka kartında?
Tam okuyordum ki polis geldi aldı
götürdü.
İyi de ben onun niyetini bilemem ki
bilmeden de amacım yardım etmek ve faydalı bir şeyler yapmak iken nereden
bilebilirim hangi dilencinin çakma hangisinin gerçek ihtiyaç sahibi olduğunu?
Ya, o ıssız adada sahiden ihtiyaç
sahibi birileri var mıdır? Hani, olur da kol kanat gererim.
İşte uçtum yine: eh, be kızım asıl
ihtiyaç sahibi değil mi o adaya düşen sefil yazar? Ya, karanlık çöktüğünde
nasıl bulacak yolunu ya da hava karardığında nasıl görecek de önünü ve
yazdıklarını nasıl sığdıracak sahildeki kuma?
Yoksa kocaman taşlarla, yardım edin,
diye yazması makul değil mi? Hani olur da birileri görür havadan ya da sahilden
uzaklarda bile demir almış olsa olur da bir tekne ya da gemi fark eder onun
varlığını.
Yaşarken hissetmek elbet çok makul
bir tınıda bir de duygusallık ağır basıp aralıksız düşünmeyi de şerh düşmüşken
hayata…
Sahi, ben en ara düştüm bu ıssız
adaya?
Bu gün illa ki bir şeyler unuttum
aslında çok şey unuttum:
Mesela yemek yapmayı öncesinde
alışveriş yapmayı öncesinde bankadan para çekmeyi ve…
Geç geldi aklım başıma ama pek de
umursamıyorum hani. İlla ki ev halkı bir şeyler bulacaktır karnını doyurmak
için ve açlığım çok da önemli değil hani. Lakin içimde hâsıl olan o kıpırtı, o
huzursuzluk aslında ansızın bastıran o coşku tam da doluya tutulmuş gibi
üstelik sahilde güneşlenirken… aslında güneşe çıkmayı da unuttum yoksa mevsimin
yaz olduğunu henüz idrak etmedim mi?
Ne de olsa adada güneşten ve sahilden
bol bir şey yok ama öncelikle kendime bir kalem bulmalıyım. İyi kötü
karalamalıyım da bir şeyler güneş batmadan.
Şey…yolunuz düşerse beklerim buradan
kurtarılmayı ama önce ada maceralarımı yazmalıyım unutmadan ve yaban
hayvanlarına yem olmadan…