GAZNELİLER
963-1186 yılları arasında Horasan, Afganistan ve Kuzey
Hindistan’da hüküm süren bir müslüman-Türk hânedanı. Adını başşehir Gazne’den
alan hânedana Mahmud-ı Gaznevî’nin Yemînüddevle lakabına nisbetle Yemînîler,
babasına nisbetle Sebük Teginîler de (Âl-i Sebük Tegin, Âl-i Nâsırüddin)
denilir.
III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda Sâmânî Devleti’nin en
parlak devrinde Mâverâünnehir yoluyla İslâm dünyasına giren Türkler’in büyük
bir kısmı, Abbâsî halifelerinin ve eyaletlerdeki Arap ve İranlı valilerin
hizmetinde asker veya muhafız olarak hizmet görmekteydiler. Bu sırada
Büveyhîler ve Sâmânîler mahallî kuvvetlerin yanında ordularında Türk
askerlerini kullanmaya başlamışlardı. Merkezî hükümetin otoritesi zayıflayınca
bu Türk kumandanları devlet yönetimini ele geçirerek yarı bağımsız bir şekilde
hüküm sürüyorlardı.
Sâmânî Devleti’nin Horasan orduları kumandanı olan Alp
Tegin, 961’de Vezir Ebû Ali el-Bel‘amî ile birleşerek kendi adayını Sâmânî
tahtına çıkarmak istedi, fakat başarısızlığa uğradı. Alp Tegin bunun üzerine
beraberindeki çok az bir kuvvetle birlikte Doğu Afganistan’daki Gazne şehrine
çekilmeye mecbur kaldı ve mahallî bir hânedan olan Levikler’i uzaklaştırarak
burayı ele geçirdi ( Ocak 963). Bu şekilde Gazneli Devleti’nin temelleri
atılmış oldu. Gazneli Devleti sadece Alp Tegin’in beraberinde getirdiği Türk
askerlerine dayanmıyordu; bu bölgeye uzun yıllar önce gelen Türkler de vardı.
Alp Tegin’in ölümünden sonra yerine geçen oğlu Ebu
İshak İbrahim zamanında 1evik hanedanı Gazne’yi tekrar ele geçirdi. Ebû İshak
İbrâhim’in oğlu olmadığından ölümünden sonra devletin başına Türk kumandanlar
geçti. Bunların ilki Bilge Tegin idi. Bilge’nin ölümünün yerine geçen Böri
Tegin (Pîrî Tegin) geçtiyse de kabiliyetsizliği sebebiyle Türkler tarafından
görevinden uzaklaştırılarak yerine Alp Tegin’in en güvendiği kişilerden biri
olan Sebük Tegin getirildi (977)
Muhtemelen Karluk Türklerinden olan Sebük Tegin’in
başa geçmesiyle Gazneli Devleti hükümdarlığın babadan oğula geçtiği bir hânedan
şeklini aldı. Samanilere bağlı hareket etmesine rağmen bağımsız Gazneli
Devleti’nin gerçek kurucusu Sebük Tegin’dir. Çok geçmeden Türkler’in gücü
Gazne’den Doğu Afganistan’daki Zâbülistan bölgesine kadar yayıldı.
999 yılında Karahanlılar Sâmânîler’i ortadan
kaldırınca Gazneliler ve Karahanlılar bu devletin topraklarını paylaştılar.
Sultan Gazneli Mahmud, bazı şarkiyatçıların iddia ettiği gibi zengin kaynakları
ele geçirmek için değil İslâm’ı yaymak için Hindistan’a on yedi sefer
düzenledi.
Selçuklular ile Gazneliler arasındaki Dandanakan
(1040) savaşından sonra Horasan’daki Gazneli hakimiyeti sona erdi. Uzun yıllar
devam eden Selçuklu-Gazneli mücadelesi 1059 yılında yapılan barışla sona erdi.
Sultan Sencer’in Oğuzlar tarafından esir alınmasının
yarattığı kargaşa ve Gazneliler’in bu sultanın yardımından mahrum kalması
Gurlular’ın işine yaramış, bundan faydalanarak süratle hâkimiyet sahalarını
genişletmişlerdi. Sonuçta Hüsrev Şah Gazne’yi terkederek Lahor şehrine
yerleşti. Gazneliler bundan sonra Hindistan’daki topraklar üzerinde hüküm
sürdüler. Hüsrev Şah’ın 1160’ta ölümünden sonra yerine oğlu Hüsrev Melik geçti.
Gurlular bir hile ile onu esir alarak Gazneli Devleti’ne son verdiler (1186).
Gazneliler devri siyasî bakımdan olduğu gibi kültür
bakımından da parlak geçmiştir. Sultan Mahmud ve oğlu Mesud geleneksel İslâm
kültürüyle yetişmişlerdi. Her iki sultan da kendi saraylarında devrin en büyük
simalarını toplamaya çalışmışlar, şairlere ve ulemâya hürmet ve sevgi
göstermişlerdi. Ayrıca komşu ülkelerden şairleri kendi ülkelerine
çağırmışlardı. Resmî dilin Farsça olduğu Sultan Mahmud’un sarayında 400 şairin
bulunduğu yolundaki rivayet mübalağalı kabul edilse bile şiir ve edebiyata
verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Bu şairlerin başında, devamlı olarak efendisini ve
diğer saray mensuplarını övmekle meşgul olan Melikü’ş-şuarâ Unsurî geliyordu.
Sebük Tegin ve Mahmud döneminin büyük edip ve münşîlerinden biri de Ebü’l-Feth
el-Büstî idi. Daha sonra Sultan İbrâhim ve halefleri devrinde de Gazneliler
sarayının İran edebiyatının gelişmesine yardımcı olduğu görülmektedir. Bu
şairler arasında Türk asıllı Ferruhî-yi Sîstânî ve Menûçihrî, Escedî, Gazâirî
ve Şâhnâme müellifi meşhur Firdevsî, Ebü’l-Ferec-i Rûnî,
Senâî, Osmân-ı Muhtârî, Mes‘ûd-ı Sa‘d-ı Selmân ve Eşref-i Gaznevî (Seyyid
Hasan) sayılabilir. Bizzat Sultan İbrâhim de her yıl bir Kur’an istinsah eder
ve onu diğer hediyelerle birlikte Mekke’ye gönderirdi. Sultan Mesud da iyi bir
hattattı.
Tarih yazıcılığı bakımından da Gazneliler dönemi
parlak geçmiştir. Sebük Tegin ve Mahmud devrine ait Kitâbü’l-Yemînî adlı
bir eser kaleme alan Utbî, eseri Zeynü’l-aḫbâr’ı Sultan
Abdürreşîd’e sunan Gerdîzî, Târîḫ-i Beyhaḳī müellifi Muhammed
b. Hüseyin el-Beyhakī Gazneliler devrinin önde gelen tarihçileridir. Türkler
hakkında Tafżîlü’l-etrâk ʿalâ sâʾiri’l-ecnâd adlı bir risâle
yazmış olan İbn Hassûl de bir süre Gazneliler’in hizmetinde çalışmıştır.
Sultan Mahmud Hârizm’e hâkim olunca, Ortaçağ’ın en
büyük âlimlerinden biri olan Bîrûnî ile hocaları Ebû Nasr İbn Irâk, Abdüssamed
b. Abdüssamed el-Hakîm ve Gürgenç’te ilmî münasebet kurduğu filozof hekim
Ebü’l-Hayr İbnü’l-Hammâr’ı da Gazne’ye götürmüştü. Sultanla beraber Hint
seferlerine katılan Bîrûnî’nin Hindistan’daki temasları, diğer inanç ve âdetler
hakkındaki sınırsız merakı Taḥḳīḳu mâ li’l-Hind adıyla büyük
bir eser yazmasına vesile oldu. Bu kitap, Hindular’ın inanç ve âdetlerini
tarafsız olarak inceleyen ilk İslâmî eserdir.
Gazneli hükümdarlar mimari faaliyetleriyle de dikkati çekmişlerdir.
Sultan Mahmud ve Mesud büyük inşa faaliyetlerinde bulundularsa da onların
eserlerinden çok azı günümüze kadar gelebilmiştir. Mahmud çarşılar, köprüler,
su kemerleri yaptırmıştır. Bunlardan Gazne’nin kuzeyindeki Bend-i Mahmûdî
bugüne kadar varlığını korumuş ve kullanılagelmiştir.
Sultan Mahmud ayrıca Gazne’de birçok cami inşa
ettirmişti. Gazneli sultanlarının büyük şehirlerde kendilerine saraylar ve
bahçeler yaptırdıkları bilinmektedir. Sultan Mesud Büyük bir mimari kabiliyete
sahipti. Sarayının projesini kendisi çizmişti. Sebük Tegin ve Mahmud’un
türbeleri bugüne kadar gelmiştir. Sultan İbrâhim ve III. Mesud’a ait olduğu
söylenen türbe ve mezar taşları günümüzde mevcuttur. Gazneliler’in Tûs valisi
Arslan Câzib’in türbesi gelişmiş mimari özelliklere sahiptir.
Gazneliler’in Türk ve İslâm tarihindeki başlıca rolü,
Kuzey Hindistan fütuhatına yol açarak İslâm dinine Pencap’ta güçlü bir dayanak
noktası sağlamaları ve daha sonraki Hindistan fetihlerine zemin hazırlamış
olmalarıdır. Gazneliler Hint dünyası kültürüyle de doğrudan doğruya temas
kurmuşlar ve yüz yıllar sonra Pakistan Devleti’nin kurulmasında birinci
derecede etken olmuşlardır.
Gazne kuruluşunda küçük bir merkez iken Sultan Mahmud
zamanında İslâm ve Hint medeniyetlerinin birleştiği önemli bir şehir haline
gelmiş olmasına rağmen çeşitli akınlar ve yıkımlardan kendini kurtaramamıştır.
Tarihî kaynaklara ve özellikle Muhammed b. Abdülcebbâr
el-Utbî’nin nakillerine göre, günümüzde hiçbir izi kalmayan Gazne’deki en
önemli eser olan Arûs-i Felek Camii, ağaç direkler üzerinde düz çatılı bir yapı
olmakla birlikte bazı kaynaklarda kemerlerin de varlığından söz edilerek ağaç
aksam üzerinde renkli nakışların güzelliği anlatılmaktadır.
Araştırmalara göre 1030-1041 arasında yapıldığı kabul
edilen bir başka Gazneli camii olan ve Hilmend nehri kenarındaki ordugâh şehri
Leşker-i Bâzâr’da bulunan Ulucami ise Türk-İslâm cami mimarisinde önemli bir
basamaktır.
Medreseler Büyük Selçuklular zamanında teşkilâtlanmış
şekliyle bilinirse de ilk medreseler XI. yüzyıl başlarında Gazne’de
kurulmuştur. Sultan Mahmud zamanında kurulduğu bilinen Beyhakıyye, Saîdiyye,
Ebû Sa‘d el-Esterâbâdî ve Ebû İshak el-İsferâyînî adlarını taşıyan dört
medresenin mimari özellikleri hakkında bilgi yoktur. Gazneliler’in Tûs valisi
Arslan Câzib tarafından Sengbest’te bir medrese yaptırılmıştı.
Gazneli türbe mimarisinden de günümüze ulaşan örnekler
çok azdır. Bunların en tanınmışı, Arslan Câzib’in yukarıda sözü edilen
külliyesinde yer alan türbesidir. Belh’te XI. yüzyılın ilk yarısında yapılan
bir diğer türbe ise Baba Hatun Türbesidir.
1019-1020 yıllarında Sultan Mahmud tarafından Şâhnâme yazarı
Firdevsî’nin hâtırasına Meşhed yakınında ve Serahs yolu üzerinde Ribat-ı Mahi
adıyla bir kervansaray yaptırılmıştı. ERDOĞAN MERÇİL ARA ALTUN
GAZNE
Kâbil’in 145 km. güneybatısında yer alır; aynı adı
taşıyan eyaletin merkezidir. İslâm öncesi tarihi karanlık olan Gazne,
arkeolojik kazılardan anlaşıldığına göre milâttan önce kurulmuştur. Gazne’nin
de içinde bulunduğu bölge Zâbüller’in yurdu olup Zâbülistan adıyla
bilinmekteydi. Kale ve şehir aynı ismi taşıyan akarsu kenarındadır. Asıl adı
Genzek olan şehir İslâm kaynaklarında Gazne ve Gaznîn şeklinde
kaydedilmiştir. Aḥsenü’t-teḳāsîm ve Ḥudûdü’l-ʿâlem’de Gaznîn biçiminde geçer. Yâkūt el-Hamevî de
halkın bu şehre Gazne dediğini, ancak ulemâ nezdinde Gaznîn olarak bilindiğini
ve doğrusunun da bu olduğunu söyler. Gazne’nin İran menşeli bir isim olması
muhtemeldir.
Şehrin X. yüzyılda Sâmânîler’in hâkimiyetinde
bulunduğu anlaşılmaktadır. Sâmânîler’in hizmetinde bir Türk kumandanı olan Alp
Tegin 12 Ocak 963’te Gazne’yi ele geçirdi. Gazneliler’in kurucusu Alp Tegin’in
yerine geçen oğlu Ebû İshak İbrâhim zamanında (963-966) Levik hânedanından Ebû
Ali Gazne’yi işgal ettiyse de Ebu Ushak büre sınra şehri geri aldı.
X. yüzyıl coğrafyacıları, Gazne’nin Hindistan
ticaretinde önemli bir ambar şehri olduğunu söylerler. Muhammed b. Hüseyin
el-Beyhakī ve Muhammed b. Abdülcebbâr el-Utbî gibi tarihçiler eserleriyle bu
altın çağı ebedîleştirdiler. Gazne’nin şehir olarak gelişmesinde en etkili rolü
Sultan Mahmud oynamıştır. Arûs-i Felek Camii ile bir medrese bu seferden sonra
yaptırılmıştır. Kültür ve medeniyet alanında da Gazne en parlak devrini
Gazneliler zamanında yaşadı. (963-1186)
Gazneliler’in
zayıflamasından sonra Selçuklu nüfuzu arttı. Sencer 1117 ve 1135 yıllarında
Gazne’yi iki defa istilâ etti. Gurlular bölgede Gazneliler’in yerini almaya
başladılar. Alâeddin Hüseyin, Gazneliler tarafından öldürülen iki kardeşinin intikamını
almak için Gazne’ye hücum ederek şehri baştan başa yakıp yıktı. (1150-51)
Gazne,
Cihansûz hadisesinden sonra en büyük tahribata 1221’de mâruz kalmış ve eski
canlılığını kaybetmiştir. Kısa süren Moğol fırtınasından sonra şehir bir
sükûnet devresi yaşadı. Sultan Mahmud, Mesud ve İbrâhim’in türbeleri Gazne’de
bulunmaktadır. Ayrıca, yakın zamanlara kadar Sultan Mahmud ile oğlu I. Mesud
tarafından dikilen zafer anıtları (kuleler) olduğu sanılan, ancak daha sonra
III. Mesud ve Behram Şah tarafından yaptırıldığı anlaşılan iki minare de
günümüze kadar kısmen ayakta kalabilmiştir. ENVER KONUKÇU
Belh Bahaddin Veled
Medresesi
Afganistan,
Merkezi Asya olarak tabir edilen, Orta Asya ile Güneydoğu Asya’nın geçiş
noktasında, doğu-batı ticaretinin önemli İpek Yolu üzerinde bulunan bir
ülkedir. Konumu itibari ile tarihin her döneminde jeostratejik öneme sahip
olmuştur. Afganistan, sahip olduğu bu coğrafi konumdan dolayı, tarih boyunca
çeşitli milletlerin istila ve işgaline maruz kalmıştır. (İran, Büyük İskender,
Baktriana devleti, Çandragupta Devleti, ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.
İskitler, Kuşanlar, Akhunlar, Araplar Samaniler, Gazneliler, Selçuklular,
Gurlular, Harzemşahlar, Moğollar,
Timurlular, Abdaliler, Safeviler, İngilizler, Ruslar) 1747-1773 yılları
arasında Afgan kabilelerini birleştirerek ilk milli Afgan devletni kuran ve
bugünkü Afganistan’ın temellerini atan kişi, Ahmed Şah Durrani’dir.
Belh
Şehri’nin Kısa Tarihi
Afganistan
tarihi ile paralellik oluşturan tarihi geçmişe sahip olan ve İpek Yolu
üzerindeki Belh şehri, bölgenin en eski şehirlerinden birisidir. Şehir,
Afganistan’ın kuzeyinde Amuderya’nın74 km. güneyinde ve Dehâs ırmağı üzerinde,
Kühibâbâ dağının eteğinde kurulmuştur. Marko Polo 1220 de Cengiz Han’ın zulmüne
uğrayan Belh’i “Asil ve Mükemmel Bir Şehir” olarak tasvir etmiştir.
Şehrin
ana caddelerinin en büyüğünün ismi Mevlena Celâleddin Belhi Caddesidir. Şehrin
en önemli yapılarından bazıları, Bahaüddin Velet Medresesi, Sahabe Ukkâşe Hz.ve
Ebu Nasar (Hoca) Parsa Mescidi’dir.
Sultanü’l-Ulema Bahaüddin Velet Medresesi,
Afganistan’ın Özbekistan sınırı yakınlarındaki Mezarışerif İline bağlı Belh
şehrindedir. Medrese Şehri’nin merkezine 1,5-2 km. kadar uzaklıkta eski Belh
şehri surlarının kuzeydoğusunda, yoğun yerleşimin dışında yer alır. Harap durumdaki
medresenin restorasyonu için Türkiye ile Afganistan hükümeti arasında bir
anlaşma yapılmıştır.
Hüseyin
Hatibi Türbesi
Medresenin
kuzeydoğusunda, ona yaklaşık olarak 28 m. uzaklıkta kuzeydoğusunda, Bahaüddin
Velet’in Babası Hüseyin Hatibi’ye ait olduğu söylenen türbe kalıntısı yer alır.
Hakkı Acun Afganıstan-Belh
Bahaüdd ̇ ın Velet Medreses ̇ ı Kazı ve Restorasyonu Çalışmaları ̇Vakıflar
Dergisi 41 - Haziran 2014