
Mevsimin iri düşleri var bir de
sandığında saklı nice yeis elbette külfetin ta kendisi ve de küsen dünyaya:
belki de yeniden diriliştir şairin evrene açık yüreği ve çatlak mukozası
hayallerin ve işte şiir yağmaya başladı geceye.
Hüviyeti kayıp kimi zaman mısraların
ve tekdüze sessizlik kurşun yağdıran geceye oysaki kurşun döküyor sandı gecenin
uykusuz tüm kuşları.
Her kuşun eti yenmezdi madem ve işte
matemin sırtını sıvazladı gece ve şair aslında hayata yenik düşen ecel mağduru
düşlerdi kimi zaman kibirli yaftalarla yarınını unutan da bir martaval.
Sözcüklerin ne zamanki dili damağı
kuruyordu ve acıktıkça ruhu şairini demleniyordu kabristan yolunda ve
yüreğinden dilinden eksik etmediği dualarla Hakkın rahmetine denk düşüyordu
illa ki mazisi ve yeniden yeşeriyordu umut belki de unutulmuşluğun mukozasında
yırtık entarisini dikiyordu tek tek elbette eteğinden dökülen taşlarla ve
yaşlarla koca ömrü inzivada geçiren şahikanın da muradı dilleniyordu.
Sözcük pazarında iklimin.
Renk renk imgeler
Satır altında aşk.
Seccadesine aşık bir kul.
Aşkın nüvesinde hüzün ve özlem
İşte severken başına buyruk her gün.
Günün şeceresine kurbandı gece ve
gecenin tabanları yanarken aşkı layığıyla ördü ebabil kuşları ve örüntü değildi
onlara göre sadece görünmeze gücü yeten İlah Güç ve kaderin sunumu.
Bir b/ölü bir neye denk düşüyorsa
artık.
Elbette asal sayıların sihirli
ruhlarında saklı iken asil sevdaları.
Öğretiler kundaklandı.
Mavi yasını doğurdu.
İklim uğuldadı ve kuşlar sustu.
Derken yağmur şakırdadı.
Renkler saltanatını sunarken
fısıltılar da ayyuka çıktı ve Sağır Sultanın kepçe kulaklarında öğün atladı
gerçekler ve hurafeler.
Asılı olan o kancada takılıydı aklı
şairin ve nüvesinde nice yeti ve yetim geçmişi.
Alakasız şarkılar çağladı ve basireti
b/ağlandı notaların ve kul hakkı yiyenler bir ömür aç kalmaya mahkum edildi.
Ne infaz v/akti idi gelen ne de
yüreğe ağır gelen.
Sulu sepken gibi yağarken sözcükler
ve imgeler bir başkaldırı ki iklimin tüyleri diken diken oldu.
Mevsimsiz bir veda.
Sözcüklerin de yağmaladığı seda.
Latife yapan kuşların kanat sesi
oysaki geceydi ve ruhların nöbet vakti.
İçtimada olan iç ses aşka kapılan dış
sese verdi veriştirdi.
Sözcüklerin yorgun ve emektar babası
ne de olsa yüreklerin sağdıcı idi sevdalı rüzgar ve tüm evreni sürüklerken bir
yandan da kanatları altına alıyordu.
Açmayı unutan kapısı idi güneşin
azıcık aralık yoksa Aralık soğuğundan kalan o kış güneşi mi idi azıcık başını
uzatıp da bulutların arasından insanlara göz kırpan sonra da telaşla örtüp
üstünü bulutlarla geceden kalma uykusu için gerilere kaçan?
Mübalağa etmeden seven kim var kim
yoksa ve Huda’nın çağrısını duyup da gelen ve işte o elma ağacının gölgesine
sığınan üç beş hayvan.
Kimi hırlayan.
Kimi mırıldanan.
Şakıyan sesleri ve öfkeyi öldüren
sesleri ile mutluluk saçan bülbülün de dillere düşmüş aşkı.
İklim edalıydı.
İklim nazlıydı.
Serpintilerden doğan bir konfeti
elbette aşkı adayan ruhların naçizane bedenleri.
İki yakası asla gelmeyecekti bir
araya şairin ve sevdalı şehrin de masallarına artık kimse kanmayacaktı.
Nöbet geçiren hurafeler ve yaslı
yakasında iniltilerin.
Doğurgan hüzün ve misafiri umut
aslında akça pakça kızın yüreğinde açmadan solan çiçekler gibi ve sefaletin
tanrısı yalnızlık ile de kesişip de yolu aşkın ve adağına sadık bir Mümin iken
yüreğin de yorgun fermanı asla aldırış etmiyordu olan bitene.
Aşkın müridi kim var kim yok.
Üşüşen karıncalar gibi bir lokma
ekmeğin de en ulvi nimet olduğu…
Çalan şarkılar ve unutulmuş
şarkıcılar.
Şehrin müdavimleri yasta olsa da
çağrıya karşı gelemeyip toplandılar şehrin meydanında…
Mademki yalnızlığın saltanatına son
noktayı koydurmuştu Tanrıya ve içli mizaçlar dışa vurdu yüreklerindeki
yorgunluğu ve balta girmemiş şehrin izbelerinde saklı olan kim var kim yok el
birliği edip yıktılar acının saltanatını.
Ucube gölgeler firar edip de.
Aşkın hamağına kumrular serilip de.
Sandığında unuttuğu çeyizlikleri
sırtlandı geldi şehrin meydanına yaşı geçkin bakireler.
Uyumsuz mizacına iklimin çaput
bağlayan devasa dilekler gerçek oldu.
Yankısı duyulmazdı bir zamanlar
çarpan yüreklerin ve akan çatısında İlahi düşlerin tüm dilekler ulaştı
sahibine.
Köhne mimarilerde.
Taş duvar olmuş gönüllerde ve de…
Uzadıkça uzadı kuyruklar çünkü insan
seliydi Hakkın rahmeti.
İnsanların sesiydi en uzaklara
ulaşan.
Umudunu yitirmeyen çocuklar ve genç
yaşlı kim varsa şehrin müdavimleri kol kanat gerdi birbirine.
Ağaçların kökünde uluyan toprak.
Kayaların ufalandığı ve taş
yüreklerin yuhalandığı.
Bir med-cezir mevsimiydi şimdi
kuyruğunu kaptıran kaptırmayan kim ise.
En güzeli ise ezan sesiydi tüm
Müminleri bir araya toplayan.
Ve şairin kanayan yaraları.
Elbet şiirsel bir hazine idi Tanrının
sunumu aslında kör istemişti bir göz ve Allah vermişti kalp gözü tüm insanlığa.
Sancağına tutkuyla ve nutkuyla sahip
çıkan sevginin müritleri ve işte azığa alınmıştı şimdi duygular.
Yalnızlığın şeceresinde yaşamayı ve
yaşatmayı kim hak görmüşse şaire ve kızılca kıyamet kopmadan şehir duaları ile
yeniden uyanmış ve yaşamaya başlamıştı o kış uykusunun ardından.
Deli fişek imgeler.
Darmaduman edilmiş yürekler.
Aşka biat hıçkıran.
Sevgiye meyyal yüreklerde azgın
nehirler gibi.
Bir yetim günce idi ki şairin mazisi
ve yüreğin közünde yeşeren bir cennet bahçesi…
Ve işte duaları gerçek olmuştu.
Ve son bir şey daha istedi Rabbinden.
Elma ağacının tepesinde bir ev
elbette saltanatını sürecekti sevgisinin ve yazmaya durduğu tüm şiirlerin ve
cümleten el verdi şehir ahalisi üstelik altından döşediler o evi ve işte şafak
vakti gün uyandı insanlık uyandı.
Sabah güneşine bakan gözlerindeki
nemli bakışlar yerini sıcacık gülüşlere bırakmıştı.
Solmadan hayaller.
Sonlanmadan umutlar.
Ve şair sevdayı yazdı tıpkı sevdayı
yaşadığı ve yaşattığı üzere ve tüm şehir mutluluk andı içti elbet dualarından
sonra.