
Sözcüklerin d/okunaklı olmasına fazla
itibar etmeyin ama yine de içinizden bir Fatiha okumayı da ihmal etmeyin.
Taşkın ırmağın bendiyim belki de ölü
mimarisinde şehrin ölümün sönmeyen feriyim aşkla imtihan olan dünyanın da
müdavimi olduğumu filan düşünmeyin ne de olsa dünya dışı bir varlık olduğumu
asla unutmayın.
Unutalı çok oldu elbet unutulalı da
ve seneler evvel dolaştığım koridorlarında okulun hayaletler ihbar ediyor
yenilgilerimi.
Göğsümü siper ettim bir ömür ve asla
da sırtımı bir dağa dayamadım çünkü bendim dağın ta kendisi ve takıntılı bir
izlek kimi zaman maytap geçilen bir zandım ben.
Kıyamet alameti her zeminde esir
düşmüş bir metindim ve noktalama işaretlerine de hasrettim.
Babamın öğüdü ile önce nesir oldum ve
nasır tutan yüreğinde tüm yetim vekillerin ben bir seçmendim kimi zaman
gözlerinde ve seçilen olmayı şerh düştüm günceme lakin seçimlerden mağdur bir
alametifarika şanlı göğün de kıvılcımı.
Derledim topladım bohçamı ama koyacak
yer bulamadım ve sefasını sürdüğüm yalnızlığın da bam teline gamlar yağdı ve
azımsamadan da sefaleti arz ettim yankımda açacak her gülücüğü şafak bildim ve
yüreğin iskelesinde bir muhtıra sundum evrene ne de olsa bir gülücüğün
kıymetini asla bilmiyordu insanoğlu ve ağlatmayı hak biliyorlardı oysaki
gözyaşı küremde boğuluyordu hayallerim ve devasa lanetten sahiplenen
mağduriyetimi kimseye ispatlayamadım.
Bir düşün ayracıydım…düşün, düşün,
çatladı başım.
Aşkın yoldaşıydım da ve su küreme
hapsolmuş bir çığlıktan alacaklıydım ve hükmeden insanoğluna lanet okudum sonra
da masal bildiler kötülüğü ve zan altında bırakmayı da maharet bildiler.
Dünyaya geldim.
Terk edilmiş bir bedenden taşan
fıtrattım ve annesi olmayan bir bebek ve özlemin neresinden dönülse kar mıydı?
Haşmetli acıların muhatabı iken.
Şafağın şafağı atmışken.
Sancağı olmayan mevsimle içli dışlı.
Koyu gözlerinde gecenin izbelerde
gezindim ve görünmezliğin tininde bir ışıldak olmayı diledim ama evren
reddetti.
Özümsediğim hiçlik.
Yoksun kılındığım bir varlık.
Görünmezliğin meali idim ve ismi
olmayan bir kabustum gerçi önce düş olmaya yeltenmiştim ama illa ki düştüm
gözlerinden münafık gölgelerin ve ezip çiğnediler ayakları ile rahmeti.
Düş gücüme yenik düştüm bu sefer ve
istediğim varlığa bürünsem de kimse haberdar değildi bundan.
Cinsiyetim yoktu.
Anam yoktu babam da.
Güm diye düşmüştüm yere cihanın asla
sırdaş bilmediği bir mevsimden ibarettim:
Ne yağmurluydum ne güneşli.
Ne sevinçliydim ne üzgün.
Yürüteci idim aşkın ve imleci idim
renklerin oysaki ben bir renk olmaktan bile aciz idim ve karanlığı mimleyenlere
lanet okudum.
Ne iblistim ne melek.
Ne kanadım vardı ne de kanadığıma
şahitti insanlar.
İhanet ettiğim bir Tanrım da yoktu ve
ibadet ettiğim de: yalnızlığın kare kökünde çoğul bir zihniyettim.
Örtündüğüm yalandı.
Örttüğüm de.
Saçım yoktu; sakalım da.
İhtilaf.
İtiraf.
Tüm harfleri bir solukta içtim ve
kırptım dolunayı bir yıldız kümesine sızdım ve bir yıldızı kundakladım.
Aymazlığında hicvin…
Tutarsızlığın da dibine vurup…
Yazı mıydım tura mı?
İbadet miydim yoksa itibarı olmayan
bir yaratık mı?
Bir milattım ama miadı dolmayan.
Bir miat idim ama dünü olmayan.
Bir yarındım, yarım dahi olmayan.
Bir yarımdım bölününce tümlenen.
Ölümdü şakayık ve ödüldü varlık lakin
tasası olmayan ve mutluluğun da ne anlamda denk düştüğünü asla bilmeyen ve
bilmeyecek…
Bir ayraçtım bir kitabın özetine
teğet geçen ve dokunulmazlığımla muhalif olduğum tüm dokunaklı kelamda yitik
bir hece olmaktan bile acizdim.
Ölümün neşriyatında yaşamdım; yaşamı
yok sayan boşluk ama boşluğun da dolmayan yanında bir yandan muadili idim
evrenin oysaki evrenden tek bir parça bile taşımıyordum.
Ve ihbar ettim.
İhbar edildim.
Yok sayıldım ve yok saydım.
Sayımda eksik çıkan sandığın tekerrür
eden oyuydum ve oylumu masal olan bir belirteç elbette muhatabım kendimdim ve
kendimi yok etmeye programlanmış.
Ve ilk ve son kez bastım butona.
Sanal bir dilektim gerçeklerin
sonlandığı ve gerçek bir yanlıştım doğruların asla kabul görmediği.
Bir hicvim vardı ya da yok.
Gömülü olduğum dehlizde bir çakmak
taşıydım ve okyanusun gözüydüm aslında kör noktası yıldızların.
Kardığım kadar da kandığım.
Lanet içip rahmet sunduğum.
Bir noktanın iris’iydim.
Genç irisi bir ergen bile değildim.
Şahtım şahbaz olmaktan aciz.
Şahtım belki de şah mat, demenin
muadili iken küreyen filler ve atağa geçen hararet yüklü m izaç.
Dama taşıydım mevsimin ve sevdalı bir
mizansen şafak sökmezden önce.
Var mıydım da yok olmuştum?
Yoksa yokluğum muydu varlıklara ateş
püskürdüğüm?
Tanımsız ve kıtasız ve mesnetsiz ve
ithamsız.
İrtifa kaybediyordum madem:
Tanrının oyuncağı bir su küresine
hapsolmuştum ve meleklerin dahi asla uğramadığı ve annem okyanustu babamsa
gökyüzü ve yetimliğimle öksüzlüğümle Tanrının adağı idim sadece elimine edilmiş
bir su zerresi lakin çok uzat bulutlardan ve denizlerden: ne rahmet ne lanet
yüklenmiş belki de kırılası bir cam, can damarı ise hidayet olan.
Yükseldiğim kadar da alçaktım ve
inandığım kadar münafık ve kırılması an meselesi ve sonsuzluğa gebe ama dünü de
olmayan belki de hiçliği ile muteber bir varlık olmaya öykünen…
Hiçliğin nesri idim; varlığın şiiri…
Şiirin imgesi olmaya aday ama imlerin
tevekkülünde mimlenmiş bir gözyaşı hatta gözlerine mil çekilmiş bir refüze.
Çekinceleri olmayan…
Yenilgileri ve yanılgıları da
olmayan…
Okyanustan üreyen ve göğün de rahmeti
iken babası olmayan bir gözyaşı.
Bir çocuğun yüreğinde saf tutan
masumiyettim belki de: ya da şerri iblisin ama melek kalplerin
dokunulmazlığında Tanrısına hem yakın hem uzak…
Doğmaktan aciz ölüme sevdalı.
Yaşların ihlali idim madem ama yas’a
doymayan belki de bir yasası olmayan bir yaş ve mevsimlerin özründe bir muhteva
sadece lakayt bir aşka duyduğu özlem ile kendinden bihaber ve yasa dışı bir
varlıktım: ne Tanrının gözünde muktedir ne de evrenin sınırlarına rest çeken
bir çizgi olmaktan bile uzak…
Yakınlığın yakardığı İlahi bir
acıydım sadece kendine ağlayan nefislerin de nefes aldığı bir su küresine
hapsolmuş…
Solduğu kadar da sinen.
Sindiği kadar da taşkın…
Ve azat edileceği günü bekleyecek
olan s/onsuzluktan çok çok öte.