
‘’İnsan dediğin yüklü bir öykü değil
midir zaten?’’
Alıntıya mahal yok, sevgili okuyucu aslında
alınmaya da gerek yok hele ki kök hücrem acılarla besleniyorsa.
Gün gardını aldı işte ve geceyi de
buyur ettim akabinde aslında günü b/ölmüştüm dilimlere yetmedi yeniden
dilimledim yetmedi…
Yetmiyor asla da yetmeyecek.
Ben de yetmiyorum yetinmekle iştigal
olsam da bir ömür yetmeyi beceremedim insanlara.
İnsan olduğuma da şüphem var yoksa
bir süs bitkisi miyim?
Ve işte asılsız bir ihbar çünkü sudan
nefret ederim demek ki bir çöl çiçeğiyim iyi de kokuya alerjim var benim. Demek
oluyor ki çiçeklerle ya da bitkiyle ilintili bir varlığım yok.
Meyvesini alıyorum içimdeki
kazıntının ve içim kazındıkça dişliyorum acılarımı.
Suyolunda da kırılmadığıma göre bir su
testisi filan da değilim hem demiştim de sudan haz etmediğimi elbette sulu
esprilerden de.
Ciddiyet, varlığımın fermuarı ve de
garantisi artık kaça bölüneceksem kredi kartıyla gerçi kredi kartı
kullanmışlığım da yok ama bu kadar dolu bir hazneyi bir şekilde b/ölmek lazım.
Gün de öldü gecede ve geride kalan
sadece yıldız tozları ki onları da az evvel süpürdüm ve yokluğuma biat bir
varlık olmak adına yeniden ibraz ettim dilekçemi dünyaya gelecekler meclisine.
Yaşayıp da mı öldüm?
Öldükten sonra mı fark ettiler yoksa
yaşadığımı?
Aslında hiç biri çünkü kırıntılar
aklımı fazlasıyla karıştırdı ve az evvel gagalıyordu ölü kuşlar benden kalan
son kırıntıları demek oluyor ki kanatlarım da yok benim ama uçmak gibisi de yok
hani.
Sözcüklere parantezler armağan
ediyorum ve sandıktaki lekeler büyüyor tıpkı büyüyen acılar gibi ne de olsa her
biri küflü sandığın her yerine dağılmış vaziyette ve damat da düştü mü yola…
Yoksa yoldan çıkan mı demeliydim?
Ne de olsa bunca hengâmede damadın
yükü en ağır olan.
Başlık parası vermediği gibi elini
verdi kolunu kaptırdı üstelik sandıktan çıka çıka…
Elbet şimdiden sandıktan ne
çıkacağını tahmin etmek zor iş lakin paranın ihya ettiği neslin devamı da kolay
kolay gelmez hani.
Günler çekti suyunu.
Paralar da çekti suyunu.
Allah’tan suyu da ortalığı
sulandırmayı da sevmem ama kulağıma çalınanları duydukça demem o ki:
‘’Kulağıma kar suyu kaçtı.’’
Hem de yazın ortasında ve yaz, yaz
olmaktan çok yazmadıklarımla içli dışlı ve mevsimlerin de huyu suyu değişti
insanlık gibi yine de akışkan yollarında ömrün yaz yaz, bitmiyor mevsimin de
huyuna gittikçe bir açılıyor bir kapanıyor gökyüzü.
Dillere destan bir güzellik benimki
hele ki bir de hayal ürünü isen.
Bozdur bozdur harca cinsinden.
Latife yapmakta da üstüme yoktur
hani:
‘’Ay, gülmekten öldürürsün sen,
Azrail insanı…’’
Yoldan çıkan tüm cümleleri de bir
sefertasına sığdırdım mı kurtarırım günü de şiiri de gerçi şiir mizaçlı bir gün
olmaya her öykündüğümde imgeler dökülüyor sapır sapır heybemden ve düş
pazarında bir şiir olmaya meyletmişken uçuşup gidiyor duygularım ve de
hayallerim.
Yorgun mizacı bu gün demek ki
şiirlerin belki de baltalanan gök kubbedir az evvel uçup da ilham aradığım
sonra da yeryüzünde bir gölgeye denk düşüp sözleştiğim bir satır arasında da
kendimi ihbarımdır.
Yanılgıların eseriyim.
Yenilgilerin de esiri.
Ve ne olduğumu-ya da kim-henüz
çözemedim ve sizin de çözebileceğinizi hiç ama hiç ummuyorum. Artık umduğunuz
değil bulduğunuza razı geleceksiniz, efendim.
Bir artı parantez açıp da sonlansın
mı yoksa bu hikâye? İyi de hikâye kahramanının kim olduğun henüz çözememişken…
Sözcüklerin ilikleri bollaştı ve denk
düşecek düğmeler dünden koptu ve düğümlendi sözcükler adeta bir kördüğüme
dönüştü hayat ve kör nidalarla sarılıyız yoksa suskun nidalar görmeyen gözler
deyip de mi çıkmalı işin içinden?
İşte yine başladı o ses…
Duyuyorsunuz, değil mi?
Ne yani, tek duyan ben miyim?
Bu hıçkırığın bu ağlama sesinin
sebebi nedir peki?
Ya, tüm olacakları önceden bildiğim…
Gittiğim mandolin kursunda rehin
kaldığım mesela…
Ya da okumayı söken küçük kızın
yakasındaki kırmızı kurdele…
Bir de çocuk gelinin belindeki
kanlı-pardon kırmızı-kuşak…
Ben miyim her şeyin sorumlusu yani?
Doğmamış çocuğa don biçenler bir yana
doğup da bebeğine sahip çıkmayanlar bir yana bir de adaletten bahseder
insanlar…
Bu de yetmezmiş gibi emeğinin
karşılığını almayanlar ya da kat ve kat fazlasını alanlar…
Ölümlü dünya, bunlar gelir bunlar da
geçer…
Ya, karşıdan karşıya geçerken ansızın
bir arabanın altında kalırsanız?
Elbet her şey ihtimal dâhilinde yine
de dikkatli olmakta fayda var.
Hem her yorgun sözcüğün de bir miladı
ve bir miadı yoksa bunca sözcük nereye sığardı? Aslında sığıyordu derken
taşkınlara sebebiyet verip hikâyeler de uzadıkça uzuyor tıpkı sevginin
esnekliği gibi belki de zemheride donan bir çiçek gibi kokusu da kaskatı
kesiliyor tıpkı ölürken son nefesini verip de sızan bir gölge gibi ruhunuz da
vücudunuzu terk ederken…
Hem hikâye olmayı ben istemedim. Pekâlâ,
güzel bir şiir de olabilirdim ya da sıradan bir makale.
Sıra dışılığım da asla bir özenti
değil sadece çalakalem yaşamanın bir mucizesi.
Kanatlarıma yeniden kavuşmuşken
geldiğim yere geri dönmeliyim ve ben tekrar gelene kadar düşünün bakalım
kimmişim ben…
Ya da vazgeçin gitsin ne de olsa
arkamı dönüp gittiğimden kısa süre sonra unutacaksınız beni tıpkı bu güne kadar
unutulan her şey/herkes gibi ve evet, kabıma sığamadığım için başka bir kaptan
yeniden üzerinize boca edebilirim kendimi ve hayallerimi ve de öğretilerimi
derken şaklatırsınız parmağınızı ve sırra kadem basarım.
Ama bilin ki her dönüşüm bir
öncekinden daha da muhteşem olacak hele ki üst üste eklenen yeni bilinmezler ve
sırlar ve hayaller de cabası iken sanmayın hani, ben sizi unutacağım ve bilin
ki bir şekilde aklınızın da bir ucunda saklı kalacağım ve o güne kadar
kendinize iyi bakın.