
Mevsim özrünü sunuyor. Çok mu kirli
yoksa bulutların rengi?
Taş üstünde taş kalmadı şehirde bir
de ufak ölçekli yangınlar da baş gösterdi mi?
Dokunsan ağlayacak cinsten her
birimizin derisi tıpkı dolgun bulutlar gibiyiz belki de süt dökmüş kedi misali sığınıyoruz
birbirimizin dolaylarına.
Sırık boyları ile cılız ağaçlar
kesildi kesilecek belli ki daha da fazla bina itiş kakış mesken tutmak istiyor
toprağı. Vur abalıya cinsinden, vur da ağaçların köküne yıkılsın dercesine yeni
yeni binalar mantar misali çoğalıyor hani neredeyse denizin doldurulmayan hacmi
de doldurulup kayar zemin olacaklar binaların temeline.
Ben ise hala aynıyım: sabah oldu mu
başlıyor koşuşturmam.ilahi bir sırdaş gibi not defterim:hem yürüyorum hem de
verdiğim molalar günün resmini çiziyorum boş sayfalara.
Gün bitse bile koşturmam dinmiyor bu
sefer gece mesaisine başlıyorum üstelik öğün atlayıp göğün en yakın tanıklığına
mazhar bir kimlikle racon kestiğim yetmezmiş gibi şehir ahalisine de yardımda
geri durmazken.
Bak, saat kaç oldu: hala uyanmadı
kuşlar.
Saat kaç oldu sahi?
Yoksa uykucu şehir sakinleri günü
uyanmadan mı geçirecek?
Telaşlı telaşlı yürüyorum belli ki
izdiham nedeni içimin arpacı kumruları oysaki sakin bilirdim ben onların
varlığını görüp de insan içine çıkmadıklarına kani kendim gibi bilirdim.
Sakinliğin sınırı yok sözüm ona:
gözüm de yok hani; kah kalmışlar kah gitmişler.
Mevzu bahis olanları da sıraya koydum
mu çıkamazsın da işin içinden.
Az evvel hanımı da yolcu ettim içimin
pazarında dolgun nidalarla süzüle düşlerimin ümüğünü sıkıp bol kepçeden
gerçekleri dağıttım bir bir ahaliye.
Geniş bir masa olmalı belki de: önce
içimdeki aç hayvanı doyuracağım sonra da kalan bakiyeyi kişilere böleceğim.
Tutarlı bir insan olmak da nereye
kadar? Ya da tutunabildiğine yapışmak
mı?
Bak da gör!
İçimin kiremitleri de kırıldı işte ne
de olsa düş bekçileri tepede tadilat yapmakla meşgul.
Dolu dolu gözlerim belki de mevsimin
kibrine yenik düşüp arşı alaya çıktı hayallerim.
Gözümden sakındığım kim ise sorsunlar
benden: önce sorsunlar sonra da cevaplarını alıp sonsuza kadar sussunlar.
Uyduruk bir sitemle geçiştirdim de:
sığınağımı hala saklı tutuyorum bir de sakladıklarımı içimde biriktirip
yarınları garanti altına alıyorum.
İnsanlığın sorgulanmadığı günler
gelecek mi ki?
Ya da gün yüzü görüp biz de erecek
miyiz refaha?
Kaç kilo ise yüreğimin izdüşümü ya da
kim ise gözümden sakındığım…
Daha dün gece sabaha kadar çalışıp
kaç kadının hayatını kurtardım ta ki takatim kesilip bayılana kadar.
Sonra da gözlerimi küçük bir odada
açtım. İş arkadaşımın odası daha doğrusu benim üstüm ve yılların duayeni Kemal
Hoca: kısaca Kemal Başhekim.
Durduk yerde bayılmadığımı ben de
biliyorum zaten kaç kere gözlerimin karardığını ben bile hatırlamıyorum.
Tansiyonum düştü, deyip geçiştirdiğim belki de yorgunluk alameti ta ki benden
habersiz tetkiklerimin yapıldığı o Cuma gecesine değin.
Terzi söküğün dikemez misali aslında
nasıl dikebilirim ki söküğümü hele ki bir kadın doğum doktoru ise insan.
Eşimden yana tek şüphem ya da telaşım
yok ne de olsa ailesinden zengin karım. Durum böyle olunca ben de tüm gücümü
sonuna kadar kullanıp nerede ihtiyaç sahibi insan varsa rotamı direkt oraya
çevirdim.
Muayenehanem Anadolu yakasında
oldukça merkezi bir yerde. Kadıköy’ün en işlek caddesinde ve orada sadece
haftanın belli günleri hizmet veriyorum. İhtiyaç sahibi olanlar zaten semtime
uğramaz ben de onların ayaklarına gidiyorum.
‘’Erol, nasıl oldun, evlat?’’
Bu sorunun cevabını tahmin
edebiliyorum: ya kalıcıyım ya da gidici.
‘’Uyanıksın, biliyorum. Hiç uyuyor
numarası yapma. Eh, be evladım, insan aralıksız 48 saat çalışır mı?’’
Bende tık yok ne de olsa emir büyük
yerden. Kemal hoca, namı diğer kayınpederim aslında biliyor bendeki bu
anti-burjuva ayaklarını ve halden de anlıyor. Uzmanlık sınavlarını geçtiğim
seneden beri onunla çalışıyorum gerçi yine sosyetik bir tıp-merkezi ama göz
yummakta idealist kimliğime destek çıkıp o da
karşı gelmiyor benim bu kendimi arayış çabalarıma.
Evde benden ekmek bekleyen bir karım
yok zaten ne zaman eve gitsem boş bir ev karşılıyor beni elbette üç dört
hizmetlinin bu boşluğu doldurduklarına dair bir inanca ben de eşim de
katılmışken.
Sabah sporu ile güne başlayan ve
aralıksız katıldığı sosyal aktiviteler ile namımızın günbegün yürüdüğü.
Israrla cevap beklerken Kemal Hoca,
ben size bir yandan alt yazı geçiyorum gerçi beni bilen bilir, demekten imtina
edip…
‘’Korkuttum sizi boş yere, baba.’’
‘’Lafı mı olur evlat? Lakin sana kim
bu kadar yorul dedi?’’
Alın işte laf kalabalığı. Nereden
tutsam da kırılan yerine bir kulp taksam? Elbette yine bir alt yazı eşliğinde
ben kıvranırken ne cevap vereceğime bu arada kan değerlerim ne alemde acaba?
Kesin hormonsal bir sıkıntı var ne de olsa belli bir yaş dönümündeyim aslında
bir erkek için en verimli yaş gerçi saçlarımdaki aklar çoğaldı ama-bu arada
yakışıklı göründüğümü de itiraf etmeliyim.
‘’Her şey normal değil mi?’’
‘’Neden bunu sakladın?’’
‘’Yoksa siz mi benden bir şeyler
saklıyorsunuz? Yol yakınken boşansak mı yoksa? Ne de olsa Leyla çok genç bir
kadın benden daha iyilerine layık iken.’’
‘’Zırvalama, evlat. Memnunuz senden.
Dur bakalım nereye gidiyorsun?’’
Sahi, bir yere mi gidiyorum ben? Ne
yani şimdi bu, söylenecek laf mı?
‘’Sorun nerede baba?’’
‘’Bir sorun olduğunu biliyordun da
niye sakladın? Yakıştı mı bu şimdi senin gibi aklı başında bir doktora?’’
Vay be. Nasıl da hedefi vurdum on
ikiden.
‘’Bir sorun olduğunu asla sanmıyorum
ben. Sadece çok yoğun çalışıyorum ve bir o kadar uykusuz kaldım. Başka ne
olabilir ki? Üstelik daha geçenlerde sayısız testten geçtim. Bildiğim kadarıyla
bir sorun yok bende. Yoksa var mı?’’
‘’Kanında yolunda olmayan bir şeyler
var ve unutma ki; benim en değerli varlığımla, biricik kızımla evlisin.’’
Allah çarpsın ki; asla karımı
aldatmadım ben. Ne işim olur başka kadınlarla? Eh, o halde kanımda yolunda
gitmeyen ne olabilir ki?
‘’Hipoglisemi olduğunu biliyorum.
Biraz da kansızlık ama düzenli kan hapı alıyorum. Haricinde ne olabilir ki?’’
‘’Düşün bakalım, evlat. Bir hastana
müdahale ederken gözünden kaçan, ihmal ettiğin bir şey oldu mu?’’
Yine alt yazı geçiyorum.
Eldivenlerim, maskem ve tüm hijyen takıntımla arzı endam ettiğim kutsal
mesleğim. Sadece, sadece,cinsel istismara uğrayan o kadını…dilim varmıyor
ama…’’
‘’Cevap vermedin.’’
‘’Epey oldu ve durmadım üstünde ama…
kan alırken…üzerinde durmadım ne de olsa çok genç ve korkmuştu. Elime battı
iğne ve ben sadece dezenfekte ettim. Ne yani, mümkün mü bu şimdi?’’
‘’Ne kadar zaman geçti üzerinden?’’
‘’Tam hatırlamıyorum ama…’’
‘’Böyle bir dikkatsizliğe nasıl göz
yumarsın? Üstelik kızımla evlisin sen. Kanında hiv virüsüne rastladık. Bu
durumda karına da geçmiş olması çok muhtemel.’’
‘’Kız yani cinsel istismar mağduru.
Mecbur kaldım ve bebeğini aldım üstelik bilmiyordum böyle bir rahatsızlığı
olduğunu.’’
‘’Ya, sizin bebeğiniz?’’
‘’Bizim çocuğumuz olmuyor baba. Bunu pekâlâ
sen de biliyorsun. Bizim bebeğimiz diye bir şey yok.’’
‘’Artık var üstüne üstük torunumun da
senin yüzünden hiv virüsü taşıyor olması çok muhtemel.’’
‘’O halde hak ettiler: ikisi de hak
etti. Bu, İlahi Adaletin bir neticesi.’’
‘’Bunu bilerek yaptın, değil mi? Sırf
beni ve kızımı cezalandırmak için bile bile ona bu mikrobu bulaştırdın.’’
‘’Geç öğrendim ve geç kalmıştım ve
iyi ki de. Başka söyleyeceğiniz bir şey yoksa gidiyorum ben. Zaten asla ben
buraya ait değildim. Bu arada siz de bir kontrolden geçseniz iyi olur.
Unutmayın, biz bir aileyiz, baba.’’