Rengi olmayan bir coşkunun muadili
elbette ısrarlı yalnızlığın askıya aldığı mutlak bir rüzgâr ve şimdi uçuşan
perdelerden taşan gölgeleri sindiriyorum içimdeki yakamozların muhalif resmine
tanıklık eden rastlantısal bir tanrı belki de gölgemin çığlığı.
Sahip olmadığım varlığıma ket vuran
devasa yoksunluk bir o kadar şaşı bir gülüşe ektiğim hüzün bulutları.
Rengim yok benim.
Renklerin en anlama geldiğini de
sadece el yordamı buluyorum bir de kuruyan dudaklarına mehtabın, yıldız tozları
armağan ediyorum.
Kıvılcımlar tükenmek bilmiyor ve
başımda yanan bir ışık, temkinli sevmediğimden olsa olsa bu tutuk dilim.
Sağdıcı mevsimin kocaman bir mermer
mezar başlığı ileride kıpraşan vücutlar saklı ve sadece Tanrının eşlik ettiği
acılar: ne de olsa ruhlar terk ettikleri vücudu özleyip defalarca rücu
ediyorlar göğün minvalinde dokunaklı bulutlar da tozu dumana katan bu acının
varlığı ile derinden iç çekiyorlar.
Mağlup gelmenin verdiği acı tırmanan
daha da tepelere tırmanan…
Ne zaman düştümse bu labirente ve
görevimin ne olduğunu hala idrak edemediğim az evvel tünediğim dal kırıldı ve
geçit hakkı tanındı yeni ölülere sonra da cılkı çıkan azat edilmiş ruhlar
yolunu buldu iyi kötü ve kayıt düşüldü yeni baştan belki de tutanaklarda
rastlanmayan isimler defalarca şerh düşmek adına yeni hayatlarına izdiham ötesi
bir düzenekte emsalsiz bir hürriyet ile bayrak açan ruhlarını siper ettiler
vücutlarına.
Sahipsizliğin iklimi belki de şiar
edilen her duygu ve ruhsuz cümlelerden firar edip de ruhunu yatıştırmak
gayretiyle Araf’ta kalmanın maliyeti daha çok ölüye geçit hakkı tanırken.
Muradı dillense keşke şahikanın.
Muzip bir tanrı olsa keşke bahşedilen
her yalnızlık ve uçurumlardan düşen yapraklar yeniden tutunsalar başka bir dala
baş eğmek adına ömre yeniden hak tanınsa ölümün feri sönmüşken öksüz imler de
tekeline almışken tüm sözcükleri.
Kasıtlı gölgeler.
Şehre uzak çok uzak bir coğrafya ve
her nedense zamanı gelsin gelmesin herkes düş çukuruna atmak adına ölü
hatıralarını yükleyip de geliyorlar bu bahçeye ve asla da izine rastlanmıyor o
andan sonra.
Ne gelen bıraktığını hatırlıyor ne de
geride kalanlar gidenleri anıyor.
Bir rüzgârın tınısıyım ve tanısı
bilinmeyen bir hastalığın pençesinde yeniden yorduyorum hayatımı bilinmezliğin
gücüne yenik düşüp ısrarla saklanıyorum.
Geçimsiz mizacımla bir esaret ise
düşkünlüğüm karanlığa.
Ve bir renk olduğuma inanıp illa ki
gökkuşağına sarılmak adına uykularımdan firar ettiğim.
Dokunulmazlığı belki de acıların ve
ışığın yanıp yanmadığından bile asla emin olmadım ki olmazdım da ve muhalif
yapıma tezat bir iklimde ben sır bildim her geceyi sonra da geceyi kıble
belledim ve elledim içimdeki ruhu sonra da vücudumdan firar etmek adına
sığındığım karanlığa ve şerh düştüm kötülüğe ne de olsa iblisin yandaşı idi
karanlık ve lanet.
Ölümsüzlüğümü kutlarken…
Kutsarken acıyı.
Kurak mevsimde bir çiy tanesi olmak
adına.
Ve izini sürdüm ölümün ve kötünün.
Sadık kaldığım Tanrımla sürtüştüm ve
sınır dışı edildim bir anda.
Bir kompliman iken yüreğin sönen feri
ve ben bir yıldız kadar kırpılan yüreğimle şaire rest çektim ne de olsa izinsiz
kırpmıştı: hem laneti üstlendim hem de şairin suçunu.
Bilinmeze binaen bilindik ne varsa
nasıl ki tarumar edilmişti istikrarla uzaklaştım evrenden ne zamanki toz
torbasında imha edildi düşlerim ve çatık kaşlarıma eşlik ederken bulutlar.
En firari isyanım.
Fedaisi olsa olsa kötülüğün.
Bir yanılgı olsam da kimine göre
eşlik ettiğim ne ki kötülükle sırdaş olmasam…
Temsili bir resmin mavi atlasıyım ama
renksizliğime eşlik eden karanlığın da hikmetiyim ve sözcüklerim yıldızsız ve
çapkın ki mağdur düşlerin tıpasıyım gerçekleri ihlal eden tüm çekimserliğimde
limit aşımı bir heceyim içime işlediğim kadar dışıma vurmadığım bir yalanın göz
hizasında yaratılmışların en hikmetlisine isyanım.
Zapt edemediğim kadar da zıpkın
yediğim.
Ölçümü olmayan acılardan tutun da haz
ettiğim nefrete binaen ben bir düş çukuruna fırlatılmış en yalın gerçeğim.
Kabrin ihtiraslı düşleri.
Defteri kebirin de kaçkın ve akla
zarar rakamları ne de olsa ölümsüzlüğün ruhu ve sonsuzluğun ümmeti iken zifiri
karanlık şerh düştüğüm her yeminden illa ki azat edilmeden firar ettim.
Zanlar kadar kimliksiz.
Kin ve haram kadar da uçkuruna
düşkün.
Mağdur yıldızlar nasıl da kaypak.
Aşk nasıl asilse ihanet de o kadar
revaçta.
Şehrin ışıklarına çemkiren.
Şairin yalnızlığına lanet okuyan.
Şiir olmaya ant içmiş lakin kökü
kurumuş bir ağacın dallarından firar eden yapraklar belki de yüreğin ışıldağı
her sirende bir hoşluk ve boşluk karşıtı iken kötülüğün nemalandığı şehvetli
nefsin de balçığına düşen bir düşten arda kalan üç beş kırıntı.
Terk edilmişliğin lacivert
tükenmişliği ile içli dışlı…
Yaradan üreyen yamalı ömre de isyanda
sınır tanımayan.
Kaçınılmaz sonumla geldim ben bu düş
çukuruna ve içimdeki her haris düşü serptim de yıldızlara.
Bir yerdeyim bir gökte.
Rengi olmayan rüzgârdan bile
alacaklıyım.
Neferim yok benim ve ihbar ettiğim
bir düşmanım da yok ne de olsa tek dostum da düşmanım da benim bir de içime
yığdığım ihtiras ve cafcaflı hayaller ne zamanki geçit hakkı tanımadı
gerçeklere…
Melek olmaya meyyaldim.
Mıntıkamda zabıt tutan memurlar.
Ölümü teftiş ettim önce sonra da
ölümsüzlüğe rücu ettim.
Dandik bir söylemde açılımlar
getirdim evrene nihayetinde lanetledim içimdeki kaçkın ölümlüyü ne de olsa
ölümden üreyen bir korkuydum asla bir rengi ve kokusu olmayan…
Boşluğa tezat düştüm varlığını
yoksunluğun ve hoşluk karşıtı lanetle sarıp sarmaladım her gölgeyi.
Bilinmezin feri de sönmeden.
Bilindik hiçbir duyguya da denk
düşmeden…
Eşim menendim yok benim çünkü ben
sıfırdan üreyen sonsuzluğun türeviyim tıpkı kabrine sadık bir ceset ve defteri
kebirden firar eden sayılar gibi tahammül gücümü yok bilip kendimi evrene
adadım.
Varlığın teamülü ne ise…
Hiçliğin dokunulmazlığı ve
yoksunluğun da karekökü.
Şimdi çekip gidebilirim ne de olsa
zangoç ilan etti sonsuzluğun hangi vücuda denk düştüğünü: elbette vurmayan gonk
ile toplamını evrenin ve de hidayetin sıfıra ihbar ettiğim bir sayıdansa
sayılmayan bir güce denk düşen gaipten gelen mevsimin de kanatlarında erimeye
mahkûm bir kar tanesi olmanın lütfu ile kanat açtığım cehennem çukurunda hiç
yaşamadığıma dair kehanetin de ta kendisi iken saklı tutulası tüm sırlar ne de
olsa ben sefil bir kâhinim gözlerini asla açmamayı dilediği bir dünyada kefil
olduğum bilinmezin iksirini içmenin verdiği coşku ile sadece kendini değil tüm
insanlığı kandıran.
Tanrım, affet beni.