
Sadece Bir Bakışla Bir Yaprakla Bir Martı Gölgesiyle
O gün, deniz kıyısında yakın ağaçların arasında, sahile doğru yürüyordum. Ayaklarımın altında çıtırdayan çakıllar, kırılan dallar, sanki geçmişin kırık cümlelerini fısıldıyordu. Rüzgâr, saçlarımı değil,(tarama özürlüyüm yani kelim) içimdeki suskunluğu dağıtıyordu. Ağaçlar, hafifçe eğilmişti; sanki bir şeyleri dinliyorlardı. Belki de ikimizi. Onu ilk kez orada gördüm. Bir çam ağacının gölgesinde, denize karşı oturuyordu. Elinde bir kitap vardı ama sayfaları çevirmiyordu. Bakışı, dalgaların ritmine karışmıştı. Yanına yaklaşmadım hemen. Sadece izledim. Çünkü bazı anlar, dokunulmadan daha gerçek olur.
Sonra bir yaprak düştü aramıza. Hafifçe savruldu, ikimizin arasına indi. O an, göz göze geldik. Gülümsemedi. Ama gözlerinde ışıltılı o gülümsemenin izini gördüm. Sanki yıllardır tanıyordum onu. Sanki çocukken aynı ağacın altında saklambaç oynamıştık. O kadar tanıdık, o kadar uzak. Yanına oturduğumda hiçbir şey söylemedik. Sessizlik, kelimelerden daha doluydu. Denizin sesi, aramızdaki boşluğu dolduruyordu. Bir martı geçti üstümüzden, gölgesi ikimizin üzerine düştü. O gölge bile ortak bir an gibiydi.
“Burada hep böyle mi oturursunuz sessizce?” diye sordum sonunda. Sesi, rüzgârla karıştı. “Hep böyle sessiz oturur denizi dinlerim.”
“Bazen, bende” dedim. “Ama sessizlik, konuşmaktan daha çok şey anlatır.”
Gülümsedi yine bu kez. Gerçekten. Gülümsemesi, içimde bir şeyleri yerinden oynattı. Sanki yıllardır beklediğim bir cevaptı o gülümseme. Sanki eksik bir cümle tamamlanmıştı. O gün, deniz kıyısında bir hikâye başladı. Ne yüksek sesle ne de büyük sözlerle. Sadece bir bakışla, bir yaprakla, bir martı gölgesiyle... Vesselam.
Mehmet Aluç