Öğretmen Hasan, tahtaya büyük harflerle UMUT kelimesini yazmıştı.
Sınıftaki bir düzine çocuk, pür dikkat onu dinliyordu.
“Çocuklar,” dedi, sesi yumuşak ama kararlı,
“Bu kelime, burada yaşadığımız her şeye rağmen
bizim en güçlü, en kırılmaz silahımızdır.
Hiçbir bomba onu yok edemez.”
Tam o sırada kapı çarpılarak açıldı.
İçeri giren asker, “Bina tahliye edilecek! Hemen çıkın!” diye bağırdı.
Sınıfta bir anda panik yükseldi.
Hasan elini kaldırarak çocukları sakinleştirdi:
“Sakin olun! Hepiniz sırayla çıkıyorsunuz!”
Onları teker teker kapıya yönlendirdi.
En küçük öğrencisi Amal, kitaplarını ağlayarak toplamaya çalışıyordu.
Hasan eğildi, onun gözyaşlarını sildi.
“Bırak onları Amal, hayatından önemli değil!” dedi
ve onu kucağına alarak dışarı çıkardı.
Son çocuk da kurtulmuştu.
Hasan da çıkacaktı ki, gözleri yere düştü.
Orada Amal’in düşürdüğü defter yatıyordu.
Kapak sayfasında,
renkli kalemlerle çizilmiş bir resim vardı:
güneşin altında el ele tutuşan bir aile.
O kadar masum, o kadar umut dolu bir çizimdi ki
Hasan’ın kalbine bir hançer gibi saplandı.
Hiç düşünmeden sınıfa geri döndü.
Defteri eline aldığı anda
korkunç bir patlama oldu.
Yer gök sarsıldı, toz ve ateş her şeyi yuttu.
Gözlerini açtığında sahra çadırındaydı.
Vücudu sargılar içinde, her nefesi yanıyordu.
İlk sözü fısıltıyla çıktı:
“Çocuklar… Amal
Başucundaki gönüllü, çaresiz bir ifadeyle başını iki yana salladı.
O an Hasan’ın içindeki dünya yıkıldı.
Günler sonra yaralıları ziyarete gelen bir gazeteci yanına geldi.
“Yaşadıklarınızı anlatın,” dedi,
“Dünya duymalı.”
Hasan konuşamadı.
Sadece yatağın kenarındaki kâğıda,
titrek harflerle bir cümle yazdı:
“Kalemimi kırdılar,
ama sözlerim kanıtınız olacak!”
Gazeteci kâğıdı alıp gitmek üzereydi ki
Hasan onu son bir kez durdurdu.
Sesi çok zayıftı ama kelimeleri çelik gibi ağırdı:
“Benim hikâyem değil bu.
Amal’in hikâyesi.
O küçük kızın, ailesini çizdiği defterin hikâyesi.
Onu anlat.
Bütün Amal’leri, bütün Yusuf’ları, bütün Leyla’ları anlat.
Bizler ölebiliriz.
Ama her birimizin hikayesi
bir tohum gibi filizlenip
zulmü yerle bir edecek hakikat ağacını büyütecek.
Gördüklerini anlat.
Unutturma bizi.
Bu… son görevim.”
Hasan başını yastığa bıraktı.
Gözleri kapanırken
çadırın dışında sirenler ve duman vardı.
Ama onun sözleri
o dumanı yarıp göğe yükseliyordu.
Yenilgi gibi görünen bu an
aslında en büyük zaferiydi.
Çünkü zulüm, bir öğretmenin sınıfını yıkabilirdi
ama öğrettiği hakikati asla yıkamayacaktı:
Direnen bir insanın sesi
bombalardan daha güçlüdür.
Ve hakikat, en karanlık anlarda bile
bir meşale gibi elden ele geçer.
✍️ İsmail Gökkuş
SON