
Bir iklimin muadili mi olmalı
görmediğim her düş belki de realite yüklü hayatta yediğim kazıkların da tümü?
Sözcükler sıradan olmalı belki de
tıpkı sıradan hayatlar gibi: ya, sıra dışı duygular hep mi kovalamalı
sıradanlığı?
Haznesinde saklı nice duygu: hicap
gibi; aşk gibi ve sabır gibi…
Yoksa duygular da mı mevsimin yoldaşı
hani aksayan ayağı ile Cemil Efendi ve aralıksız aksıran Geçmiş olsun Niyazi
gibi…
Top tüfek kuşanmalıyız belki de
sözcüklerden ve duygulardan rütbe yaptığımız ve tek seferde de sökmeliyiz o
rütbeyi-pardon duyguyu-ve sözcük avına çıkıp aslında kendimi düşürmeliyiz
tuzağa tıpkı akışkan rahmetinde ömrün bir rehavet iken çöken üzerimize…
İzini sürüyorum günün artık rüzgâr
beni nereye bırakırsa ve ısrarlı bir şekilde takip ediyorum izini gölgemin.
Minnet etmediğim kim ise belki de mühlet vermeliydim içimdeki çocuğun
büyümesine ve ne yazık ki zaman tükendi ve ben hakkımı yitirdim.
Hakçılar Çarşısında bir sahafa düşüp
de yolum… hakkım ve muradım dillenirken hakkımı mı savunacağım, dünün kaybolmuş
meşrebinde ve özenli yokluğu ile bir özveri mi geliştireceğim?
Pasaklı tek kişilik hücrem artık kaç
metrekareye denk geliyorsa belki de hayal dünyam uzay boşluğu kadar engin iken
ve kürüyorum günahlarımı sonra da tünüyorum günah ağacıma ve yeni günahları
kemiriyor nefsim. Haris bir düş filan da değilim hani: bilakis gerçeğin ta
kendisi. Öncem yok tıpkı yarınımın da olmadığı gibi ve ben sadece anımı
kolluyorum tıpkı zıpkın yemiş güneşin ışıklı yollarında karanlık dileyen bir günahkâr
gibi.
Adım da yok ve eşrafım da.
Kardığım filan değil k/andığım
kimseler de yok.
Ben gibiyim asla kendime benzemeyen
ve uyruğu olmayan acılarla filan da muhatap değilim çünkü bir vicdanım yok
benim ve yaşım da yasım da.
Az evvel kükredi yıldız kümemdeki
dokunaklı ay ışığı ve güneşin meyvelerini bir bir ezdim ayaklarımla. Tapındığım
ya da takıldığım bir kudret de yok çünkü ben kimsesizliğin tanrısıyım ve ta
kendisi. Bir ümmet ise peşime takılan mevzu bahis dahi olamaz ve ben sadece
titrine bakarım anlık duygularımın bazen büyürüm bazen küçülürüm bazen nokta
halini alırım ve nokta koyarım insanların hayallerine kimi zaman da hayatlarına
lakin eşleştiğim bir hayat filan da yok çünkü benim bir hayatım yok ve asla da
olmadı.
Nereden geldiğimi asla merak etmedim
ve kökenimi de hem benim kan grubum filan da yok ve her nedense insanların beni
kansız diye çağırmalarının bir açıklamasını da bulamadım ne de olsa bunca insan
kan davası güdüyor ve hepsi de kanlı canlı.
Dünyaya ait olmadığım kadar hiçliğe
de ait değilim aslında bir dünyanın muadilini arayan insanlar beni gördü mü
nasıl da peşin hüküm veriyorlar ve ben onlara asla aradıkları dünya olduğumu
filan ima da etmiyorum hani.
Gözlerimde binlerce kör nokta var
lakin görebildiğim asırlar sonrası ve hatırladığım da bir o kadar öncesi yine
de yaşımın tahminini yapmak bana düşmez ve gözümden asla yaş da düşmez.
Engeller aşmak içinse…
Engelim var ya da yok aslında nedir
eğri nedir doğru, sözcükler de yetmez eksenini doğrultmaya ve kimseler de eğri
oturup doğru konuşmuyor bu yüzden doğru oturup susmayı arzu ediyorum ve
susuyorum da.
Bir mevsime denk düşen istikrarla
dalımdan topladığım meyveler ve ben aralıksız çiçek açıyorum üstelik akabinde
hiçbiri solmuyor sadece yokluğa karışıyorlar ve geride tek iz kalmıyor var olup
olmadıklarına dair tek kanıt da bulamazsınız.
Bazen burnumun direği sızlıyor ve
mazimi hatırlamaya çalışıyorum lakin sadece beyaz bir zeminde asılı kaldığımı
fark ediyorum. Bir kehanet filan da değilim ya da bir ihanet çünkü ikili
ilişkilerde asla başarılı olamadım bu yüzden kimseyle diyalog geliştirmiyorum.
Ölümün ilk harfini sorsalar…
Belirsizlik derim.
Aşkın neye denk düştüğünü sorsalar…
Çaresizlik derim.
Günah nedir, diye sorsalar…
Günahın ta kendisiyim derim çünkü ben
bir günah ertesi geldim bu dünyaya ve babamı asla görmedim tıpkı annemin doğum
yaparken öldüğünü filan iddia etmeseler de biliyorum ki; benim bir annem de yok
ve asla da olmadı ve olmayacak da.
Şehrin kayıplar yakasında bir yasayım
ben ve zamanın yasını tutan.
İklimlerin yoldaş olduğu mevsimsiz
bir aşkım ben en çok da kendisinden haz etmeyen bir meyveyim belki de.
Güneşi topladılar geçenlerde ve ben
çürüdüm lahzamda.
Ay ışığına geçiş hakkı tanındı ve
hangi yıldız kümesinde olduğumu kimse çözemedi.
Bir insan sureti ile gelmediğim
dünyada bir iblisin de vebası filan olmadım aslında şerrine lanet edip iblisin
hayra yordum ben kümülatif hücrelerimde doğan yeni beni bana sunan Tanrıya
kapris yaptım ve beni lav etsin diye dileklerimi sundum bir bir.
Tanrısızlığın bir ön koşul olduğunu
filan da beyan etmedim.
Kar yağdığı gün tüm yoksulların evine
konuk oldum ve kova kova odun taşıdım.
Yıldızlar çarpıştı ve madem ay
tutuldu ben de evrene tutuldum ve sadece insanlık için iyiyi diledim.
Bir akıl tutulmasıydı benimki madem
ve akla zarar ne varsa bir bir iliştirdim yakama derken aklıma sahip çıkmak
adına düşünmeyi bıraktım ve ne çok düşük duygu yaptım:
İrkildiler.
İğrendiler.
İmrendiler de.
İvedilikle sevsinler diye şekilden
şekle girdim ve ben sevdim onların yerine sonra da mevsimlere b/öldüm kendimi.
Bir kebir defteriydi listesini
yaptığım.
Bir kabir defteriydi kimin kimi ne
amaçla ziyaret ettiği…
Tünediğim dal kırıldı ve türedim.
Tümlediğim duygular hezeyan yüklendi
ve tamam, dedim ve işte saymaya başladım sondan başa aslında sona denk düşen
bir noktayı ihbar ettim ve sonsuzluk kavramı küme düştü ve birden ileri saymayı
adet edinenleri görmezden geldim ve sadece birde kalmayı salık verdim insanlığa.
Lanet olabilirdim ama affettim.
Affetmeyi beceremiyorlardı bu yüzden
hep alt etmeye çalıştılar beni.
Aşkın kulvarında tek geçen duyguydu
özlem ve aşkı cilalayan yürekleri azat ettim tez elden nihayetinde deşifre
ettim gerçek seveni ve ihanet edeni.
Kim ya da ne olabilirdim ki üstelik
bunu Tanrı bile yanıtlayamazken?
Gasp edilen günahları bile
sırtlandım.
Öyle bir güruh idi ki şehrin
bekçileri.
Nihayetinde yolum bir çocuk parkına
düştü ve hayatta ilk kez bir şey diledim: ben bir çocuk olmalıydım hem de asla
büyümeyen ve içindeki çocuğu da büyütmeyen.
Oldum da.
Elimde uçan balon diğer elimde pamuk
şekeri ve bir anne diledim Tanrıdan hatta ölü bir anne bile olabilirdi yeter ki
beni sahiplensin ama çok geçti.
Bir tabut diledim sonra mademki bir
çocuk olmaya özenmiştim demek ki bir ölümlüydüm ben…
Sahipsiz kalmak neydi işte şimdi
anlıyordum ve korunaklı hücremden firar edip de insan içine karıştım madem bir
kez…
Adı olmayan duygular mıydı şimdi
içimde filizlenen bir de metruk gözyaşı ve sahibi olduğum hiçbir duygu ve de
sahibim olan hiç kimse…
Detaylarda boğulmak neydi şimdi
anlıyordum ve artık geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim ve hayatımda ilk kez
ağladım çünkü ben çocuk olmayı seçmiştim ve bilmeden de ölü bir çocuk olacağımı
ta ki bedenim sahile vurana kadar anladım da çocuk olmanın ne zor hatta
imkânsız bir duygu olduğunu ve iki arada bir derede anladım hayatın
acımasızlığını ta ki ruhum çocuk bedenimden firar edene dek.
Öncem vardı artık lakin çok kısa bir
mazi.
Sonram mı?
Ya, hayatın sonrası ya da
sonrasızlığı?
İkbalimdeki safran sarısı düşler de
nihayete ermişti ne zamanki bir çocuk olmayı seçtim ve de başım yan düştü.