SELÇUKLULAR DÖNEMİ
Vakıf geleneksel olarak Türk-İslam devletlerinde
devletlerin teşvik ve destek verdikleri kurumlar olarak her zaman varlardı.
Osmanlı devleti kendinden önceki Anadolu Selçukluların, Anadolu Selçukluları da
selefi Büyük Selçukluların kültürel miraslarını geliştirerek devam ettirdiler.
O halde Büyük Selçukluların vakıf hizmetlerine kısaca göz atmakta mutlaka fayda
vardır.
Osman Turan Selçuklular tarihi ve Türk İslam Medeniyeti isimli
eserinde Selçukluların ve Atabeglerin vakıf hizmetlerini bizlere aktarıyor: Osman
Turan’ın Selçuklu vakıflarıyla ilgili yazısı konumuz için çok önemlidir. Çünkü
Selçuklu devletinin takip ettiği vakıf felsefesi hiçbir değişikliğe uğramadan
Türkiye Selçukluları ve Osmanevleti tarafından aynı zihniyetle uygulanmaya
devam etti.
Kurulan
vakıflar tamamen ve ücretsiz kamu hizmetine sunuldu. Devlet’te vakıf
hizmetlerini her zaman teşvik etti ve destekledi. Osmanlı Devleti kendisinden
önceki vakıflara dokunmadı. Vakıf mülkleri üzerinde mülkiyet iddia etmedi.
Selçuklu tarihinde Atabeyler denilen bir dönem vardır. Şehzade öğretmenlerine
verilen bir Unvan olan Atabey’ler devletin düşüşe geçtiği dönemde yarı bağımsız
bir idarenin adıdır aynı zamanda. Anadolu Selçukluları’da bir nevi Atabeylik
gibi düşünülebilirse de ben bağımsız bir devlet olarak detaylandırdım.
Oğuzlar’ın Kınık boyuna
mensup olan hanedan adını Oğuz Devleti’nin ordu kumandanı Selçuk Bey’den
alır. Tuğrul Bey ile Çağrı Bey’in
Horasan’a geçmesiyle Selçuklu Devleti’nin temelleri atılmış oldu. Kendilerine
bir tür özerklik tanınan Selçuklular bunun karşılığında Gazneli sultanına tâbi
olacak ve içlerinden biri devlet merkezi Gazne’de oturacaktı.
Dandanakan zaferinin ardından Tuğrul
Bey, Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk hükümdarı oldu (1040-1063). Bir rivayete
göre Ağustos-Eylül 1059’da, diğer bir rivayete göre Mart-Nisan 1060’da yetmiş
yaşlarında vefat eden Çağrı Bey büyük bir kumandan, dirayetli bir siyaset
adamıydı. Muharrem 448’de (Nisan 1056) halife ile Çağrı Bey’in kızı Hatice’nin
nikahları kıyıldı. Ocak 1058’de halife yapılan bir törende Tuğrul Bey’e yedi
siyah hilat giydirdi; bu, cihan hükümdarlığının Selçuklu hükümdarına tevcihi
demekti. Tuğrul Bey, Halife Kaim-Billah’ın kızı Seyyide Hatun ile Ağustos 1062’de
nikâhlandı, ancak düğün ertesi yıl yapılabildi. (Şubat 1063). Sultan aynı yıl
Rey’de vefat etti (4 Eylül 1063). Tuğrul Bey âdil, şefkatli, dürüst, cömert ve
dindar bir hükümdardı.
Büyük Selçuklu Devletinin en meşhur
hükümdarı Alparslan 27 Nisan 1064 tarihinde halife tarafından Doğu Anadolu’da
bulunan Anadolu ve Gürcistan’daki ‘tek sultan ilan edildi.
Sultan Alparslan 26 Ağustos 1071’de
Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğratarak Anadolu’nun Türkler tarafından
fethini sağladı ve burası Oğuz Türkleri’nin yurdu oldu. Alparslan’dan sonra hükümdar olan oğlu Melikşah dönemi
Selçuklu Devleti’nin sınırlarının en geniş olduğu devirdir. Melikşah devri
Müslüman ve gayri müslim tarihçiler tarafından bir adalet devri olarak
nitelendirilir. Urfalı Ermeni tarihçisi Mateos onun ölümünün bütün dünyayı
mateme boğduğunu söylemektedir.
Yirmi yılı meliklik olmak üzere
altmış yıla yakın hüküm süren Sencer, hükümdarlığının son yıllarında kendi öz
kavmi Oğuzlar’ı cezalandırmak isterken yenilgiye uğrayıp Nisan 1153’de onların
elinde üç yıl esir kaldı. Ekim-Kasım 1156’da esaretten kurtulduktan kısa bir
süre sonra öldü (26 Nisan veya 6 Mayıs 1157). Sencer’in ölümüyle Büyük Selçuklu
Devleti tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Hamdullah el-Müstevfî, İslam hanedanından her
birinin birkaç ayıba bulaşmış olduğunu, Selçuklular’ın ise bütün bu ayıplardan
uzak bulunduğunu ifade ettikten sonra onların temiz inançlı, hayır sahibi ve
halka karşı şefkatli olduklarını söyl
Vergilerin bir kısmıyla ülke imar
edilmiş, büyük vakıf ve hayır eserleri kurulmuştur. Yakut el-Hamevî, Sultan
Sencer’in Merv’de inşa ettirdiği, içerisinde sultanın türbesinin yanı sıra pek
çok imaretin yer aldığı büyük bir külliyeden bahsetmektedir. İlk Selçuklu
hastahanesi Nizâmülmülk zamanında Nişabur'da açılmış, bunu başka hastahaneler
takip etmiştir. Selçuklu sultanları, hatunlar ve önemli devlet adamları pek çok
hastahane inşa ettirmiştir. Bu dönemde darüşşifaların yanı sıra ordu bünyesinde
seyyar hastahaneler kurulmuştur
Eğitim faaliyetleri şehirlerde hızla
yayılan medreselerde yürütülmekteydi. Merv, Nişabur Bağdat, İsfahan, Rey gibi
şehirlerde çok sayıda medrese ve büyük kütüphane mevcuttu. Yâkūt el-Hamevî,
Merv’de on büyük kütüphanenin olduğunu, dünyada bir eşi görülmeyen bu
kütüphanelerden 200 cilt kadar kitabın okunmak üzere eve götürülebildiğini
kaydetmektedir. Ayrıca Selçuklu sultanlarının saraylarında özel
kütüphanelerinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Türkler’in büyük çoğunluğu gibi Selçuklu sultanları
da Sünniliğin Hanefi yorumunu tercih etmişler ve bu konuda son derece titiz
davranmışlardır. Tuğrul Bey’in Nişabur’da inşa ettirdiği medreseden sonra
Sultan Alparslan, Bağdat’ta Ebu Hanife’nin kabrinin yanında Hanefiler için bir
medrese yaptırmıştır.
Selçuklular döneminde açılan
medreselerde dinî ilimlerin yanı sıra edebiyat, riyâziye, astronomi ve felsefe
okutulmuş, Ebu İshak eş-Şirâzi Cüveynî, Gazzâlî ve Fahreddin er-Râzî gibi din
alimleri yanında diğer ilimlerde de söz sahibi âlimler yetişmiştir. Selçuklular
dönemi fen bilimleri alanında da önemli başarıların elde edildiği bir devirdir.
Selçuklular devrinde tıp sahasında da önemli gelişmeler olmuştur. Sultan
Alparslan zamanında yeni hastahaneler açılmış, Sabur b. Sehl ve İbnü’t-Tilmiz
gibi ünlü hekimler burada hizmet vermiştir. Eczacılık, kimya, botanik ve
biyoloji gibi fen bilimleri yanında mimarlık ve güzel sanatlar konusunda da
Selçuklular devrinde önemli başarılara tanık olunmaktadır.
Horasan sufiliğinin görüşlerini
temsil eden Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, hocası Nasrâbâdî’nin, “Tasavvufun
aslı Kitap ve Sünnet’e dört elle sarılmaktır” şeklindeki görüşünü devam
ettirerek Selçuklular döneminin önemli âlim ve sûfîsi Abdülkerîm el-Kuşeyrî’yi
etkilemiştir. Selçuklular devrinde
ülkenin çeşitli yerlerinde zâviye ve hankahlar inşa edilerek sûfîlerin
hizmetine verilmiştir. Aynı amaç için kullanılan ribâtlar, sûfîlerin barınma ve
eğitim merkezleri olmanın yanında seyahat eden âlimler ve talebeler için
konaklama mekânları görevini de sürdürmüştür. Selçuklular döneminde inşa
edilenlerle birlikte sûfîlere ait ribâtların sayıları artmıştır. Sadece Sultan
Melikşah devri ve sonrasında yapılan ribâtların sayısı otuz beş civarındadır.
Selçuklular’ın vakıf hizmetleriyle ilgili olarak
meşhur tarihçilerimizden, Osman Turan’dan bir alıntı yapmak algımızdaki
Selçuklu vakıflarını daha da belirginleştirecektir. (”…Selçukluların ve onlardan doğan devletlerin
medeniyet tarihinde en büyük hizmetleri şüphesiz Tuğrul beg’den itibaren İslam
dünyasının her tarafını cami, medrese, kütüphane, tıp mektebi, hastane, imaret,
zaviye ve kervansaraylar ile doldurmaları, bu müesseseleri büyük vakıflar
yapmaları idi. Filhakika, bir ilim ocağı olarak, medreselerin devlet eliyle
teşkilatlanması, tahsilin vakıf suretiyle meccani olması ve İslam dünyasına
yayılması Selçukluların eseridir. Bu arada Büveyhi veziri Şapur bin Ardaşir
tarafından 993 te kurulan ve eski ilimlere ait 10.400 cildi ihtiva eden çok
mühim bir kütüphane de yandı. Kurtulan kitapların bir kısmını Selçuk veziri
Amid ul Mülk aldı. Muhammed b. Hilal al Şabi’de ilmin yok olacağı endişesi ile
1000 ciltlik vakıf bir kütüphane kurdu…
Tuğrul
Beg zamanında zamanın da başlamak, fakat daha ziyade Alp Arslan ve Melik-şah
zamanında genişlemek üzere İslam dünyasını medrese ve zaviyelerle doldurur,
alimlere ve şeyhlere vakıflar ve maaşlar tahsis edilirken sultanlar
mefkurelerinin icabını yapıyor, askeri kuvvet yanında bir fikir ve mefkure
ordusu vücuda getirerek hakimiyetlerinin manevi temellerini kuruyorlardı.
İlk
Selçuk medresesi Tuğrul beg zamanında Nişabur’da yapılmış, Alp Arslan’ın da
1067 de Bağdad’da yaptırdığı Nizamiye medresesi her sınıf insanın bulunduğu bir
merasimle açılmıştır. İslam dünyasının diğer şehirlerine de teşmil eden bu
medreseler ilk defa vakıflarla yaşayarak tahsili meccanileştiriyor,
müderrislere ve talebeye maaşlar bağlanıyordu…
Bir
Batıni fedaisi tarafından şehid edilen Nizamülmülk’ün tabutu Isfahan’a
götürülerek vakıf eylediği medresesinde defnolundu. …Ölümünden 63 yıl sonra
1219’da Merv’i ziyaret eden Yakut Selçuk satvetinin bu büyük abidesini tasvir
ederken “Azametli yeşil kubbesinin bir günlük mesafeden göründüğünü,
pencerelerinin Ulu Cami’e doğru baktığını, türbeye, türbedarına ve Kur’an
okuyucularına vakıflar yapıldığını söyler.
… Sultan Sancar ilme,
edebiyata, sanata ve imar işlerine çok hizmet etmiş büyük bir hükümdardı.
Devrin en büyük ilim ve edebiyat adamlarının adı ona bağlıdır ve hepsi sultanın
muhitine mensuptur veya onun yetiştirmesidir. Bunlara maaş, ihsan ve vakıf
suretiyle sarf ettiği paralar tarihe bir hayranlık örneği olarak intikal
etmiştir.
...Atabeg Reyhan
kuvvetli bir şahsiyet olarak meydana çıkar. Pek çok medrese, hankah ve yollarda
yolcular için ribat(kervansaray) lar inşa etti ve onlara vakıflar yaptı.
... Selçuklular Afrika
dışında, bütün İslam dünyasına ve fethedilen Anadolu’ya hakim olarak siyasi
birliği kurdular. Tesis edilen medreseler, kütüphaneler, zaviyeler ve bunlara,
mensuplarına yapılan vakıflar sayesinde bir ilim ve kültür ordusu da vücuda
getirerek askeri ve siyasi kudretlerini yükselttiler. İslam’ın ve kendi
devletlerinin iç ve dış düşmanlarını bertaraf ettiler
…Mısırdan gelen bir
kimse Basra taraflarında Karmati zemini üzerinde Mehdilik iddiasıyle meydana
çıkmış ve 10.000 kişilik bir kuvvet teşkil ederek 1090 senesinde Basra şehrini
yağma etmiş ve yangına vermişti, İslam’ın ilk vakıf kütüphanesi bu yangında yok
olmuş, Melikşah’ın yaptırmış olduğu su tesisleri ve kanallar da tahrip
edilmişti.
…Selçuk sultanları ve beyleri Şii imamların türbelerini
inşa ve ziyarette kusur etmiyor, Şii alimlere ve seyyidlere ihsanlarda
bulunuyor, kendilerine zaviyeler, medreseler yaptırıyor ve bu müesseselere
vakıflar tahsis ediyorlardı. Nitekim o devirde İran’ın kahir ekseriyeti Sunni
olduğu halde Kum ve Kaşan şehirleri Şii idi ve buralarda medreseler inşa
etmişlerdi. Esasen mutedil Şii’leri ayırmak içinde bir sebep yoktu…
Zekeriya Kazvini’ye göre Sultan, Nizam ül-mülk ile
Nişapur’da camiin kapısında, elbiseleri perişan gençleri görünce sebebini
sormuş; Vezir de ona” bunlar insanların en şereflileri olup dünya zevki
bulunmayan ilim talipleridirler” cevabını vermiş ve bunun üzerine Sultan
kendilerine bir yurt inşasını ve maaş verilmesini emretmiştir. Selçuk devletinin
alimler ve talebe için vakıf suretiyle meccani, tahsillerini temin eden
teşkilatlı medreseleri Alp Arslan zamanında, Bağdad’da 1067’de Nizamiye’nin
inşasıyla başlamış ve süratle bütün İslam ülkelerine yayılmıştır. Artık
sultanlar, vezirler, beyler ve hatunlar birbirini takip etmekle, bu faaliyet
büyük bir hız kazandı.
Nizam
ül mülk zamanında Bağdad’dan sonra İsfahan, Rey, Nişapur, Merv, Belh, Herat,
Basra, Musul, Amul…gibi büyük merkezlerde Nizamiyye adını almış ve sonradan
diğer isimlerle başka medreseler vücut bulmuştur. Selçuklular zamanında
medreseler vasıtasıyla ilmin himayesi ve yayılması, tahsilin meccani ve kolay
yapılması sebepleri de bizzat bu devrin yaratıcılarından Nizam ül mülk
tarafından gösterilmiştir. Gerçekten büyük vezire göre eski padişahlar alimlere
maaş vermedikleri ve onları bir vazife ile bağlamadıkları için onlar
hükümdarlara ve devlete karşı hareket ediyorlardı
… Selçuk Devleti
medreseler vasıtasıyle bir yandan ilmi koruyarak yükseltiyor ve yayıyor,öte
yandan da vücuda getirdiği bu büyük irfan ordusu sayesinde Şİİ Fatımiler
idaresinde kurulan Sunni aleyhdarı propagandalara karşı İslam dünyasını ve
devletin bünyesini kuvvetlendiriyordu. İlim ve tahsilin bu derece himayesi, yayılması
da böylece Selçukluların eseri olup medeniyet tarihinde ilk defa vuku bulmuş ve
son demokratik ve sosyal gelişmelere kadar Avrupa medeniyetinin de meçhulü
kalmıştı. Böylece İslam dünyası Çin hudutlarından Akdeniz kıyılarına kadar
ilim, kültür, içtimai yardım müesseseleri ve sanat abideleri ile dolmuştur.
Medreselerde alim ve talebelere maaş tahsisisinden başka ilmi teşvik maksadıyle
vakıf tahsisatından 100,500 ve 1000 dinar veya akça mükafatlarda konuyordu.
Selçuklular ile başlayan bu büyük harekete diğer Müslüman kavimlerde katılmış
ise de kurulan müesseseler kahir bir ekseriyette Türklerin eseri idi.
Suriye
gibi ileri bir medeniyet bölgesi olan ve diğer memleketlere nazaran Türk nüfusu
az bulunan ülkede bu devirde sadece Şam şehrinde 21 cami, 20 medrese, 9 hankah
ve ribat 7 hamam,1 Darül hadis ve 1 büyük hastahane (Atabeg Nureddine ait
bimaristan) nin Türklerin eseri olduğuna dair İbn Şaddad tarafından verilen
isimleri hatırlatmak kafidir. Aynı müellif Halep’te Türklerin ismini taşıyan 77
cami ve mescid, 7 hankah, 8 medrese ve 8 hamam da kaydeder. Bu büyük hizmete
rağmen Sunniliğin ayağı olan medreselerin tesisi, Şiilerin kuvvetli olduğu
yerlerde, bir takım güçlüklerle karşılaşıyordu. Nitekim Halep’te hutbenin
Fatımiler yerine Alp Arslan namına okunması ancak burada Selçuklulardan önce
mevcut Türk askerlerinin himayesinde mümkün olduğu gibi Halep’te ilk Selçuk
medresesi de bundan takriben yarım asır sonra güçlükle kurulabilmişti.
Filhakika
Artuk Bey’in torunu Süleyman 1116 yılında bir medrese inşasına başladığı zaman
henüz Şii’ler faaliyette bulunuyor ve her gün yapılan inşaat geceleri
yıkılıyordu. Nihayet Artuklu Emiri Alevilerin reisi olan Şerif Zuhre bin
Ali’nin tavassutunu teminden sonra inşaat tamamlanabilmiş ve böylece Halep, Şam
şehirleri tedricen Şii’likten kurtarılmıştır. Bu sebeple de rivayete göre
Atabeg Nureddin’e kadar Suriye ilimden ve ilim adamlarından hali idi, onun
zamanında ise alimler, sofiler, medreseler ve ribatlar ile doldu.
Büyük
Selçuklu hastahaneleri hakkında malumatımız çok azdır. Fakat Türkiye
Selçukluları, Atabegler ve Selahaddin Eyyubi tarafından yapılan muazzam
hastaneler ve onların vakıfları, teşkilatı cidden hayranlık verecek bir
mahiyette idi. Anadolu’da bugün hala ihtişamlarını muhafaza eden ve o zamanda
Bimaristan, Darüşşifa, Darussıhha, ve Darül afiye alan bu hastanelerin en
eskisi Kayseri’de 1205 te yapılmış Gevher Nesibe Hatun’a aittir. Sivas’ta I.
Keykavus tarafından 1217 de inşa edilen Darüşşifa’da aynı ihtişamı muhafaza
edip ona ait bir vakfiye sureti bize kadar gelmiştir. Yüzden fazla dükkan ve
pek çok da arazi ve başka akarın vakfedildiği bu Darüşşifa’da çeşitli
mütehassıs tabipler, cerrahlar ve göz doktorları, memur ve müstahdem bulunuyor,
onların ve ilaçların tahsisatı ve hasta masrafları bu evkafın gelirinden temin
ediliyordu.
… Erbil atabegi
Muzaffereddin Gök-Böri (1190-1233) ise ilmi, dini ve hayri müesseseleri ile
İslam dünyasında destan olmuş bir şahsiyet idi. Gerçekten devletinin hudutları
geniş olmadığı, küçük bir bölgeye inhisar etmiş bulunduğu halde çok çeşitli
tesisat kurmuş idi. Kör ve sakatlara dört hankah yapmış, dul ve ihtiyarlara, yetim
ve kimsesiz çocuklara yurtlar kurmuş, bunlara süt analar ve zengin vakıflar
tahsis etmiş idi. Kendisi bizzat bu müesseselere uğrar, hasta ve düşkünlerle
meşgul olurdu. Tesis ettiği misafirhanelerden ayrılan yolculara ve gariplere
yol azığı da verirdi. Vakıf eylediği para ile her yıl adam göndererek
Haçlılardan Müslüman esirlerini satın alıp hürriyetlerine kavuştururdu.
Hacılara yardım edip Arafat’da ilk defa sarnıçlar yaptırarak hacılara su
dağıttıran da Gök-Böri idi. Prof. Osman TURAN
KİRMAN SELÇUKLULARI (1048-1187)
Bölgeyi Büveyhîler adına idare eden Behrâm b. Leşkersitân
şehri Kavurd Bey’e teslim etti; böylece Kirman Selçuklu Devleti’nin temelleri
atılmış oldu (1048). Kavurd Bey cesur ve
mahir bir kumandan, ülkenin imarına önem veren bir hükümdardı. Çeşitli mimari
eserleri inşa ettirmiş, yollar boyunca kuyular, havuzlar, kuleler ve
kervansaraylar yaptırmıştır.
I. Turan Şah Ekim 1097 tarihinde vefat etti. Turan Şah
imar faaliyetleriyle ilgilenen bir hükümdardı. Berdesir çarşısı onun zamanında
tesis edilmiştir. Yaptıracağı cami, saray ve türbenin yerlerini belirlemiş,
daha sonra Mescid-i Câmi-i Melik adıyla anılan caminin yanına bir medrese,
hankah, bimaristan ve hamam yaptırmıştır.
Melik Muhammed Şah da alimlerle
ilgileniyordu ve ilm-i nücûma çok meraklıydı. Cami, medrese, bimaristan başta
olmak üzere birçok eser inşa ettiren, 5000 ciltlik bir kütüphane kuran Melik
Muhammed Şah’tan sonra oğlu Tuğrul Şah hükümdar oldu. (27 Haziran
1156).Efdalüddîn-i Kirmânî, Tuğrul Şah’ın da şefkatli ve âdil bir hükümdar
olduğunu söyler.
Melik I. Arslanşah’ın ilme ve
alimlere gösterdiği ilgi sebebiyle esnaf ve zanaatkârların çocuklarını fakih
olmaları için medreselere gönderdikleri bilinmektedir. I. Arslanşah’ın oğlu
Melik Muhammed Şah ilm-i nücûma meraklıydı. Halk onu devrin Batlamyus’u
saymaktaydı. Onun döneminde halkın öğrenmeye ve ilme merakının arttığı,
hükümdarın öğrenimi teşvik edici ödüller koyduğu, ayrıca bir kütüphane
yaptırarak 5000 kitap vakfettiği belirtilmektedir.
Melik
I. Turan Şah, Berdesir’de kendisi için bir saray ve köşk, ayrıca bir cuma
mescidi, medrese, hankah, bimaristan ve hamamdan oluşan bir külliye yaptırarak
bunlara vakıflar tahsis etmiştir. I. Melik Arslanşah, Kirman’ın çeşitli
şehirlerinde medrese ve ribat gibi birçok eser yaptırmıştır. Hanımı Zeytun
Hatun, Berdesîr’de bir medrese (Medrese-i Derb-i Mahan) ve ribat (Ribat-ı
Yezdiyan) inşa ettirmiş, bunlara vakıflar ayırmıştır. I. Muhammed Şah Berdesîr,
Bem ve Ciruft’ta medrese, bimaristan ve mescidler yaptırmıştır. Tuğrul Şah
başta Belucistan olmak üzere birçok yerde hayır eserleri kurmuştur. Ayrıca
Atabeg Bozkuş ile Müeyyedüddin Reyhan’ın da hankah, ribat, minare, saray, bimaristan
ve medreseler yaptırdığı ve bunlar için vakıflar tahsis ettiği bilinmektedir.
SURİYE
SELÇUKLULARI (1079-1117)
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah,
1078 yılında kardeşi Tutuş’a Suriye’yi ve bu ülkeye yakın bölgelerde
fethedeceği yerleri ikta etti. Tutuş kendisini karşılamakta geç kaldığını
bahane ederek Atsız’ı öldürüp şehri ele geçirdi. Böylece Suriye Selçuklu
Devleti kurulmuş oldu. (1079)
Suriye Selçukluları’nın kurucusu
Tâcüddevle Tutuş Suriye, Filistin, Diyarbekir ve el-Cezireyi ele geçirdikten
sonra hâkim olduğu şehirlerde huzur ve sükuneti sağlamaya çalışmış, halka
adaletle muamele etmiş ve çeşitli imar faaliyetlerine girişmiştir.
Suriye Selçukluları döneminde taht
kavgaları ve Haçlı istilasına rağmen başta Halep ve Dımaşk olmak üzere çeşitli
şehirlerde medreseler, mescidler, hankah ve ribâtlar, bîmâristan ve hamamlar
inşa edilmiştir. Dımaşk’ta açılan yedi medreseden beşi Hanefîler’e, ikisi Şâfiî
ve Hanbelîler’e aitti. Tutuş, Dımaşk’ta bir mescid (Mescidü Tutuş) yaptırmış.
Tutuş ulemaya büyük saygı gösterirdi, Hanbeli fakihi Ebü’l-Ferec eş-Şirâzi onun
itibar ettiği âlimlerden biriydi. İmam Gazzâlî de 1095 yılında Dımaşk’ta
Emeviyye Camii’nde ders vermiştir. Dımaşk’ta Şafiiler için inşa edilen ilk
medrese, Emînüddevle Rebîülislâm Gümüştegin b. Abdullah el-Atabekî tarafından (1120)
yaptırılan Emîniyye Medresesi’dir. Emînüddevle yine Dımaşk’ta Bâbülhayl
karşısında kendi adıyla anılan bir mescid inşa ettirmiştir. Dımaşk’ta ilk
Hanefî medresesi, Şücâüddevle Sâdır b. Abdullah tarafından 1098 yılında
yaptırılan Sâdıriyye Medresesi’dir ve medresenin ilk müderrisi Ali b. Mekkî
el-Kâşânî’dir. Halep’te ilk Şâfiî medresesi, Nizamiyye Medresesi’nde yetişen ve
İbnü’l-Acemî diye tanınan Ebû Tâlib Şerefeddin Abdurrahman b. Hasan
el-Halebî’nin inşa ettirdiği Züccâciyye Medresesi’dir. Halep’teki Şerefiyye
Medresesi’nin de onun tarafından yaptırıldığı rivayet edilir. Bu devirde bölgede
birçok hankah inşa edilmiştir. Bunların başında Melik Dukak’ın annesi
Safvetülmülk Hatun’un 1110’da Dımaşk’ta yaptırdığı Tavâvisiyye Hankahı gelir.
Dımaşk’ta bu dönemde inşa edilen hankahlardan biri de Ebü’l-Kāsım Ali b.
Muhammed es-Sümeysâtî’ye nisbetle anılan Sümeysâtiyye Hankahı’dır. Halep’te
yapılan ilk hankah ise Melik Rıdvan’ın azatlısı Şemsü’l-Havâs Lü’lü’ el-Hadim
tarafından inşa ettirilen Balat Hankahı’dır. 1115 yılında yaptırılan bu hankah
özellikle Halep dışından gelen fukaraya tahsis edilmiştir. Dımaşk’taki ilk
hastahane (dârüşşifâ) Melik Dukak zamanında Bâbülberîd yanında yapılmıştır.
Müsbet ilimler sahasında yetişen meşhur âlimler arasında matematikçi ve
mühendis Muhammed el-Kayserânî ile ünlü hekim Circîs b. Yuhannâ’nın adları
zikredilebilir. Tarihçi İbnü’l-Kalânisî de bu dönemde Dımaşk’ta yetişen âlim ve
idareciler arasında yer alır.
IRAK SELÇUKLULARI (1118-1194)
Irak Selçukluları’nın ilk
hükümdarı Mahmûd b. Muhammed Tapar, İsfahan’da tahta çıkarıldığında (1118) on
dört yaşındaydı ve iyi bir tahsil görmüştü. 1131 yılında vefat eden Sultan
Mahmud iyi kalpli bir hükümdar olmakla birlikte dirayetsizliği yüzünden hiçbir
meseleyi halledemedi. Sultan Mesud, kendisine tahakküm etmek isteyen emîrleri
ortadan kaldırdıktan (1147) sonra güçlü bir hükümdar olarak saltanat sürdü ve 2
Ekim 1152 tarihinde vefat etti. İbnü’l-Esîr, Sultan Mesud’un son büyük Selçuklu
hükümdarı olduğunu, ondan sonra Selçuklular’ın bayrağını kaldıran olmadığını
söyler.
Rey
şehri yakınlarında meydana gelen savaşta yenilen II. Tuğrul öldürüldü (1194).
Böylece Irak Selçukluları tarih sahnesinden çekilmiş oldu.
Irak
Selçuklu sultanları başşehir Hemedan’da çok sayıda medrese yaptırmış, Sultan
Mahmud ve Sultan Mesud, Bağdat’ta birer medrese inşa ettirmiştir. Sultanların
yanı sıra devlet adamları da önemli şehirlerde medreseler yaptırarak ilmî
faaliyetlerin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Hazinedar Kemâleddin Ebü’l-Fütûh
b. Talha Bağdat’ta, Atabeg Şemseddin İldeniz ile Emîr Şerefeddin Girdbâzû
Hemedan’da birer medrese inşa ettirerek bunlar için vakıflar kurmuşlardı. Bu
medreselerin önemli bir kısmında kütüphane mevcuttu. DİA)
İLDENİZLİLER
Arrân-Azerbaycan-Cibâl topraklarında hüküm süren Türk-İslâm
hânedanı (1148-1225). Diğer adı Azerbaycan Atabegleri olan hânedanın temelleri,
Şemseddin İldeniz’in (1148’de Azerbaycan valiliğine tayiniyle atılmıştır. Gürcü
saldırılarına karşı müslümanların müdafaasını üstlenmiş olan İldenizliler
Azerbaycan’ın iktisadî, içtimaî, siyasî ve medenî hayatında önemli rol
oynamışlar, ticaret, sanat, ilim ve medeniyetin yükselmesine uygun bir ortam
hazırlamışlardır. Atabegler (özellikle İldeniz) âlim, edip ve şairleri himaye
etmişler, Nahcıvan, Tebriz ve Hemedan gibi şehirleri mimari eserlerle süsleyip
önemli birer ilim, sanat ve medeniyet merkezi haline getirmişlerdir. İldenizli
sarayının büyük şairlerinden bazıları şunlardır: Esîrüddin Ahsîkesî,
Mücîrüddîn-i Beylekānî, Zahîr-i Fâryâbî, Nizâmî-i Gencevî, Kıvâmî, Mutarrizî,
Yûsuf Fuzûlî, İmâdüddin Gaznevî ve Şefrûh İsfahânî. Dönemin mimarisine örnek
oluşturan en görkemli eser Nahcıvan’daki Mümine Hatun Türbesi’dir.
Şemseddin
İLDENİZ (ö. 1175)
İldenizliler hânedanının kurucusu ve ilk
hükümdarı (1148-1175). Eldekez, Eldigüz gibi değişik telaffuzlarla da
kullanılmakla birlikte isim Türkçe “il” ve “deniz” kelimelerinden oluştuğu
kanaatiyle daha çok İldeniz şeklinde kabul görmektedir. İldeniz’in hayatının
ilk yıllarına ait bilgiler, Derbend’de köle pazarından satın alınmış Kıpçak
asıllı bir gulâm olduğundan ileriye gitmez. Mîrhând’ın yazdığına göre satıldığı
tarihte (tahminen 1121) “henüz çelimsiz bir çocuktu”.
Irak Selçuklu Veziri Kemâleddin es-Sümeyremî’ye
satılan İldeniz, vezirin 1122’de Bâtınîler tarafından öldürülmesi üzerine
Sultan Mahmûd b. Muhammed Tapar’ın (1119-1131), onun ölümünün ardından da daha
sonra tahtı ele geçirecek olan Mesud Muhammed Tapar’ın hizmetine girdi. Kısa
zamanda temayüz ederek ümerâ arasına katıldı ve Sultan Mesud tarafından kardeşi
I. Tuğrul’un dul eşi Mümine Hatun ile evlendirildi. Arrân Valisi Abdurrahman
Togayürek ile birlikte Azerbaycan’a giden İldeniz (542/1147) Sultan Mesud’un
aynı yıl Hemedan civarında âsi emîr Bozaba ile yaptığı savaşta vali olarak
değil Azerbaycan ümerâsının büyüklerinden biri olarak yer almıştı. Bu duruma ve
İbnü’l-Esîr’in İldeniz için 1148 yılında “Gence ve Arrân sahibi” demesine
bakarak Azerbaycan valiliğine tayini 1148 olarak kabul edilebilir.
Gülay Öğün Bezer Gülay Öğün Bezer