Aşkımız Sayfaları Açılmamış Eski Bir Romandı Sanki

Romanlar Nasıl Düşünür: Senin Yapımın.

Aşkımız, eski bir roman gibiydi, sayfaları açılmamış, okunmamış, sadece saklanmış gibiydi. Sayfaları sararmış, kenarları yıpranmış ama içindeki cümleler hâlâ canlıydı. Her satırında bir yolculuk, her paragrafında bir sır saklıydı. Seninle karşılaştığım an, o romanın unutulmuş bir bölümünü açmış gibiydim; yıllardır kimsenin dokunmadığı bir hikâyenin kahramanı oluvermiştik. Gözlerin, karanlıkta parlayan bir işaret fişeği gibi yolumu aydınlatıyordu. Ne zaman kaybolsam, bir bakışınla yeniden buluyordum kendimi. Senin tebessümün, yorgun günlerimin üzerine serilmiş bir bahar örtüsüydü. İçimdeki fırtınalar, senin sesinle dinliyordu. Her kelimen, bana yeniden yazılmış bir hayatın ilk cümlesi gibi geliyordu.

Birlikte yürüdüğümüz sokaklar, romanın mekânlarıydı. Her köşe başında yeni bir sahne, her adımda yeni bir hikâye doğuyordu. Bazen bir kahraman gibi güçlü, bazen bir figüran gibi kırılgan hissediyordum. Ama sen yanımda oldukça, hiçbir rol eksik kalmıyordu. Seninle yazılan her bölüm, insana bir sıcaklık taşıyordu. Ve ben biliyordum: bu romanın sonu yoktu. Çünkü aşkımız, bitmeyen bir hikâyeydi. Ne zaman bir sayfa kapansa, yeni bir sayfa açılıyordu. Ne zaman bir cümle tamamlansa, başka bir cümle doğuyordu. Bizim hikâyemiz, zamanın raflarına kaldırılacak bir kitap değil; insanlığın kalbine yazılacak bir öyküydü.

 

Yolculuğumun ilk menzili bir sessizlikti. Taş sokaklarda yankılanan adımlarım, kendi içimdeki boşluğu hatırlatıyordu. Her köşe başında bir hatıra, her gölgede bir yüz saklıydı. İnsanların gözlerinden düşen kırıntıları toplar gibi, ben de kendi kalbimin dağılmış parçalarını topluyordum. Sonra bir şehir çıktı karşıma: duvarları eski, ama ruhu diri. Çarşısında satılan baharatların kokusu, bana çocukluğumun unutulmuş günlerini hatırlattı. Bir sadece yalnız yolculuk değildir; aynı zamanda geçmişin izlerini bugüne taşımaktır. O şehirde gördüğüm her yüz, bana kendi hikâyemi seninle yeniden yazdırdı.

Bir başka menzilde deniz vardı. Ufuk çizgisi, gökyüzüyle birleşmişti. Dalgalara bakarken, insanın içindeki fırtınaların da bir gün dineceğini düşündüm. Yolculuk, sadece adımların değil, ruhun da yürüyüşüdür. Ve ben her dalgada kendi içimdeki kırgınlıkları yıkayıp yeniden doğuyordum. Bu, aşka doğru bir bir yolculuktu. Her menzil bir insan kalbi, her durak bir hatıra, her yol bir dua gibi. Benim yolumda karşıma çıkan insanlar, bana kendi yaralarını gösterdi. Onların acısını gördükçe, kendi acımı daha anlayarak taşıdım. Çünkü yolculuk, yalnız kendini değil, başkasını da anlamaktır.

İlk menzil sabırdı. Yolun taşları ağırdı, gölgeler uzun, sessizlik derindi. Her adımda içimdeki acele kırıldı, her durakta beklemenin öğretisi büyüdü. Sabır, yolcunun en büyük azığıydı; onsuz hiçbir menzil aşılmazdı.

İkinci menzil aşktı. Bir şehrin kapısından girer gibi kalbinin kapısından içine girdim. Her sokak bir bakış, her meydan bir tebessüm oldu. Aşk, yolculuğu anlamlı kılan ateşti; hem yakıyor hem aydınlatıyordu. Onunla yürüyen, karanlıktan korkmazdı.

Üçüncü menzil ihlâstı. Yolun ortasında bir çeşme buldum; suyu berrak, sesi dingin. İçtim ve anladım: yolculuk gösteriş için değil, kalbin saf niyeti için yapılır. İhlâs, yolcunun pusulasıydı; yönü doğru tutmazsa menzil kaybolurdu.

Son menzil vuslattı. Yol bitmedi, ama kalbim bir kavuşmayı tattı. Vuslat, varılacak bir şehir değil; içte doğan bir huzurdu. Yolun sonunda değil, yolun içinde bulunurdu. Ve ben anladım: bu aşkımız, bir deftere yazılan satırlar değil, insanın kalbine işlenen bir haritaydı. Ve nihayet vardığım menzilde şunu öğrendim: Yol bitmez. İnsan, yolun kendisidir. Aşk, bir deftere yazılan satırlar değil; kalbin içinde açılan sonsuz bir haritadır. Her adımda yeni bir şehir, her bakışta yeni bir insan, her nefeste yeni bir anlam vardır.

Veya

Sabır Menzili… Bir köyde yaşlı bir kadınla karşılaştım. Ellerinde çatlamış toprakların izleri vardı. Bana dedi ki: “Sabır, ekmek gibidir; pişmeden yenmez.” Onun yüzündeki çizgiler, yılların bekleyişini anlatıyordu. O an anladım ki sabır, yolcunun azığı değil, yolun kendisiydi.

Aşk Menzili… Bir şehir meydanında genç bir delikanlı sevdiğini bekliyordu. Kalabalığın içinde yalnızdı, ama gözleri bir tek kişiyi arıyordu. Yanına vardım, “Neden bu kadar bekliyorsun?” dedim. Gülümsedi: “Çünkü aşk, bekleyişin kendisidir.” O bakışta gördüm ki aşk, yolculuğu anlamlı kılan beklemekti, sevmekti, terk etmemekti...

İhlâs Menzili… Bir dergâhta dervişle karşılaştım. Sessizce dua ediyordu. Yanına oturdum, bana dönüp şöyle dedi: “İhlâs, kimsenin görmediği anda doğru kalabilmektir.” Onun duasında gösteriş yoktu, sadece saf bir niyet vardı. O an anladım ki ihlâs, yolcunun pusulasıdır; yönü doğru tutmazsa menzili o an kaybolur.

Vuslat Menzili… Bir annenin evine vardım. Yıllardır gurbette olan oğlunu bekliyordu. Kapı çaldığında gözlerinden yaşlar aktı, ama yüzünde bir güneş doğdu. “Vuslat,” dedi, “yolun sonunda değil, kalbin içinde başlar.” O kavuşmada gördüm ki vuslat, bir şehir değil; içte doğan huzurdur, vesselam.

Mehmet Aluç

 

 


( Aşkımız Sayfaları Açılmamış Eski Bir Romandı Sanki başlıklı yazı kul mehmet tarafından 3.12.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu