Bu
alanda yapılan temel kaynakların başında Süheyl Ünver’in “Selçuk Tababeti” isimli kitabı gelir.
XI. ve XIV. yüzyıllar arasında
Büyük Selçuklu İmparatorluğu ve Ortaçağda Anadolu Türk Devletleri’nin tıp tarihini
konu alan eserde birinci bölüm olan Selçuklu tıbbına dair araştırmaları kapsayan
kısımda Artuklu dönemi darüşşifaları, tıp çalışmaları ve Dioscorides’in eserinin
tekrar Arapçaya çevrilmesi hakkında bilgi verilmiştir. Artukluların Mardin’de
kurmuş oldukları darüşşifa hakkında başvuru kaynaklarının başında Süheyl Ünver ve Halil Bayrı’nın birlikte yayınladıkları “Artuk Oğulları ve Mardin’deki Hastaneleri” isimli makale
gelmektedir. Başbakanlık arşiv belgelerine dayanan
eser daha sonraki
araştırmacılar tarafından yararlanılan
yayınların başında gelir. Osman Turan’ın “Doğu Anadolu Türk Devletleri
Tarihi” isimli kitabı
Artukluların siyasi hayatı dışında ilim ve kültür hayatı hakkında değerli
bilgiler sunan temel eserlerden
biridir. Kadircan
Keskinbora’nın yayımlamış olduğu “Artuklular’da Bilim ve Sağlık”
ve “Mardin’de Emüniddin Maristanı ve O Dönemdeki Darüşşifalar” isimli makaleleri konuyu
dağınık bir şekilde ele alsa da alandaki önemli boşluğu doldurur. Ali Bakkal’ın “İslam’ın Doğuşundan Artuklular Döneminin
Sonuna Kadar Mezopotamya’da Tıp Eğitimi ve Hastaneler” makalesi Artukluların dönem içindeki
tıp alanındaki durumunu tespit etmek için faydalı bir çalışmadır.
Artukluların mensubu
olduğu Türk dünyasında Uygurlara kadar bilimsel
tıptan bahsetmek mümkün
değildir. Bu
döneme kadar Türklerin eski inançları olan Şamanizm’deki “kam” adı verilen
kısmen din adamı olarak adlandırabileceğimiz kişiler
tarafından şifalandırma, tedavi
gibi ihtiyaçların karşılandığı sanılmaktadır. Ayrıca “otacı”
ve “atasagun” denilen
otlardan ilaç yapan kişilerin varlığı da bilinmektedir. Uygurlar
zamanından günümüze kadar gelen tıp metinlerinden bu dönemde tıbbın dinsel nitelikten çıkıp ayrı bir bilim olarak uygulandığı
anlaşılmaktadır.
Orta Asya’da eski inanç ve ananeyle başlayan Türk tıbbı Hint ve Çin medeniyetleriyle tanışarak
daha ileri bir seviyeye
taşınmıştır.
Türklerin İslamiyet’e girdiği X. yüzyılda Orta Asya’da ilk darüşşifa (hastane)
Karahanlılar döneminde Semerkant’ta hakanın evini
dâru’l-merzâ (hastane) olarak kullanılmasıyla kurulmuştur. Dört eyvanlı
plan şemasına sahip olan bu binanın planı daha sonraki
Selçuklu darüşşifalarında örnek olmuştur.
Tıp faaliyetlerde atılım Selçuklu döneminde
yaşanmıştır. Selçuklular ele geçirdikleri yerlerde
medrese, darüşşifa gibi yapılar inşa etmişler hem de bu alana hizmet
eden mevcut binaları onararak
kullanmaya devam etmişlerdir. Selçuklular kuruluşundan itibaren İslam tıp ilmine dâhil olmuşlardır. İslam tıbbı
ise Arap, Acem ve Türk kültürünün 5000 yıllık tıbbi
birikimi, Orta Asya’da Türk, Hint ve Çin’den gelen
tıbbi ilim ve Grekçeden önce Süryaniceye daha sonrada Arapçaya çevrilen eserler üzerine kurulmuştur.
981
yılında Bağdat’ta Büveyhîler tarafından kurulan
Adudî Hastanesi Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey tarafından tamir ettirilmiş ve
dönemin en büyük tıp merkezi haline
gelmiştir. Selçuklular
zamanında ilim müessesesi olan medreselerin devletin tamamına yayılım göstermesi Alp
Arslan döneminde gerçekleşmiştir. 1067 yılında
Bağdat’ta kurulan Nizâmiye
Medresesi’nde tıp eğitimi
verilen bir hastanenin varlığından bahsedilmektedir. Bu dönemde
tıp eğitimi medreselerden ziyade darüşşifalarda yapılmaktaydı. Hastaneleri ordu, kervansaray, saray ve halk sağlığı için kurulan genel hastaneler
olarak sınıflamak mümkündür. Öğrencilere eğitim, doktorlar tarafından hastalar
ve kadavralar üzerinde uygulamalı olarak halk için kurulan darüşşifalarda veriliyordu. Öğrenciler bu uygulamalı eğitim sırasında tedavide kullanılacak ilaçların
yapımı için de eğitim alıyordu.
Selçuklular askeri
bir millet olduklarından ordu ile hareket
eden seyyar hastaneye dahi sahiptiler.
Artuklu
yöneticileri Anadolu’ya gelmeden önce Selçuklu ordusunda üst düzey askerlik görevinde bulundukları için sosyal ve
siyasal yönden Büyük Selçuklu kültürüne bağlıydılar. Müslüman Oğuzlar yani Türkmenler Anadolu’ya gelmeden önce
mumyacılığı ve birçok ottan ilaç
yapmayı biliyorlardı. Mensubu oldukları Türk ve İslam dünyasında tıp ilmi ileri
seviyelere ulaşmıştı. Anadolu’ya
geldiklerinde yakın ilişkide oldukları Zengî, Eyyûbî, Anadolu Selçuklu gibi devletlerde de tıbba büyük önem
verildiği görülür. Şam’da 1154 yılında Selçuklu Atabeyi Nûreddin Zengî’nin yaptırmış olduğu Nûreddin Hastanesi, Adudî
Hastanesi’nin yerini almaya başlayan önemli bir tıp merkezi haline gelmiştir.
Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kahire ve İskenderiye’de kurduğu hastanelerde de tıp
eğitimine önem verildiği kadar hasta bakımında
özenle
yapıldığı bilinmektedir. Anadolu Selçuklu döneminde Anadolu’da günümüze gelen birçok darüşşifanın varlığı
bu dönemde tıbba verilen önemin kanıtı niteliğindedir.
Artuklular’ın
gerek beylik gerekse Zengilerin vasalı oldukları dönemde eğitim, ilim ve kültür alanlarına
daha fazla zaman ayırma imkânı yaratmıştır. Diyarbakır, Mardin, Silvan, Nusaybin, Kızıltepe, Hasankeyf ve Harput’ta
önceki dönemlerden daha üstün bir ilmi ortam oluşturmuşlardır.
Bunda Türk kültürünün etkisi olan halka hizmet hususu dışında yöneticilerin ilme
olan düşkünlüğü ve ilim adamlarını himaye edici özellikleri gösterilebilir.
Artuklu
beyliğinin konumu (Mısır, Suriye, Anadolu, Irak ve İran yollarının kesişim noktası) itibarıyla ticarette
büyük bir avantajı vardı, bu hareketli güzergâh
aynı zamanda diğer Selçuklu kollarında olduğu gibi salgın ve bulaşıcı
hastalıklara maruz kalmayı arttırıyordu. Bu durum sağlığa
ayrıca önem verilmesini gerektirdiğinden bu amaçla Necmeddin İlgazi döneminde Mardin’de Anadolu’nun ilk külliyesinin içinde
bir darüşşifa inşa edilmişti. Ayrıca
Harput ve Silvan’da da darüşşifalar kurulmuştur. Yine bu dönemde birçok medrese kurulmuş
ve dini ilimler yanında tıp, astronomi, felsefe
gibi pozitif ilimlerin
de okutulduğu bilinmektedir.
Artuklular döneminde kurulan Koçhisar’daki medreselerde dahi tıp alanında araştırmalar yapılıyordu. Bu
medreselerin bazılarında kütüphane bulunuyordu. Hüsameddin Timurtaş döneminde
Mardin’de Ayn Bakıra denilen yerde
“Meşhedin Kütüphanesi” adıyla bilinen bir kütüphane kurulmuştu.
Yine Artuklu döneminde yetişen ünlü tabip
Fahreddin el- Mardînî kütüphanesini Hüsamiye medresesine bağışlamıştı. Artuklu hükümdarlarının tıp konusuna önem verdikleri en iyi
örneklerden birisi Necmeddin Alpi’dir. Onun döneminde onun isteğiyle Diyarbakır
Artuklu Sarayı’nda Dioscorides’in “Materia
Medica (Kitâbü’l Haşâiş)” isimli eseri Süryaniceden Arapçaya Mihran bin Mansur isimli hekime tekrar
tercüme ettirilmiştir. Artuklu yöneticileri yanlarında
birçok hekim ve âlim bulundurur ve onları muhafaza ederlerdi. Mardin ve
çevresinde ilmi konuların konuşulduğu
ve tartışıldığı toplantılar yapılırdı. İbn Sînâ geleneğini bilen Sühreverdî “el-Elvâhul-İmâdiyye” adlı eserini
Artuklu hükümdarı Ebubekir bin Kara Aslan’a ithaf etmiştir. Onun, dönemin ünlü hekimlerinden Fahreddin
el-Mardînî ile yaptığı görüşmeler ve toplantılar bu dönemdeki ilmi hayata örnek verilebilir. Artuklu
yöneticileri Süryani aydınlara da kıymet verirdi.
Papaz Ebûl Faraç Artuklular döneminde Dioscorides’in eserini Süryaniceye
tercüme etmiştir.
Halk darüşşifalar dışında alternatif olarak hamamlardan da yararlanmaktaydı. Emineddin Külliyesi’ndeki Maristan Hamamı bu amaçlı kullanılanlardan bir tanesidir. Hamamın
suyu yer altından kaynar ve tuzlu geldiği için halk cilt hastalıklarına
iyi geldiğini düşünerek senede bir kere bu
hamamda yıkanmayı adet haline getirmişti.
Halkın
hastaneler dışında tedavi için sokak
hekimlerinden de yararlandığı anlaşılır. Ar tuklu hükümdarı Melik Mesud’un himayesinde XIII. yüzyılın ilk yarısında
yaşamış olan Cevberî, hükümdarın isteğiyle yazmış olduğu eseri “el-Muḫtâr fî keşfi’l-esrâr ve hetki’l-estâr” da
yaşadığı dönemde görmüş
olduğu sokak hekimlerinden bahsetmektedir. Cevberi sokak hekimlerinin bitkilerden ilaç ve macun yaptığını, bitkileri kendileri topladıkları için konuya
vakıf olduklarını ayrıca iyi birer doğa bilimcisi olup tedavi konusunda
başarıya ulaştıklarını işaret
eder. Artuklular
sağlık kurumlarını Selçuklularda olduğu gibi vakıf sistemiyle kurmuş ve yürütmüşlerdir. Tıbbi metot ve müdahalelerde Türk-İslam tıbbına bağlı oldukları anlaşılmaktadır.
Artuklular döneminde
Silvan, Harput ve Mardin’de kurulduğundan haberdar olduğumuz üç
darüşşifa vardır. Bunların hiçbiri günümüze ulaşamamıştır. Fakat Artukluların çeşitli
merkezlerde darüşşifa kurup halk sağlığına
ve tıbba verdikleri önemi yansıtmaları açısından
kıymetlidir.
Artuklular’ın
Harput kolunun Belek b. Behram (1112 yılında Harput’un fethiyle) kurulmasından
sonra imar faaliyetleri başladıysa da, Moğol Komutanı Baycu Noyan’ın da tedavi
edildiği ilk tam teşekküllü darüşşifa 1228 yılında Nurettin Artukşah tarafından
kuruldu.
Artuklular’ın
bir diğer darüşşifası 1026 yılında Mervaniler döneminde Nasir’ud-Devle
tarafından Bîmaristân el-Fârikî adıyla Silvan’da kuruldu ve Artuklular
döneminde de kullanılmaya ve muhafaza edilmeye devam edildi. Burada tıp alanında çalışan Ebû Saîd Mansûr bin İsa “Kitâb
ul-Bîmâristânât” (Hastaneler Tarihi) adlı eserini yazmıştır.
Artuklu
tıp yapılarından hakkında en fazla bilgiye sahip olunan ve en önemli
Darüşşifası Mardin Emineddin külliyesindeki darüşşifadır. 11. yüzyılın
sonu 12. yüzyılın
başlarında kurulduğu
düşünülen darüşşifa 19. yüzyıla kadar hizmet vermiştir.
Akıl hastalarının da
tedavi edildiği darüşşifada, hamamın suyundan da tedavi amacıyla
yararlanıldığı düşünülmektedir.
Kaynaklarda adı geçen Artuklu
topraklarında hekimlerin bazılarını şöyle listeleyebiliriz:
Fahreddin el-Mardînî:
Tam
ismi Fahrüddîn Ebû Abdillâh Muhammed
b. Abdisselâm b. Abdirrahmân el-Ensârî olan tabip, 1118 yılında Mardin’de dünyaya gelmiş, Yüksek
öğrenimini Bağdat’ta tamamlamış, Adüdevle hastanesi baştabibinden ders almış ve İbn Sîna’nın
“el-Kanun fî’t-tıb” eserini inceleyerek bu konuda uzman
olmuştur. Tıp yanında felsefe bilgisi de ileri
seviyede olan Fahreddin el- Mardînî
tıp, mantık ve felsefe alanlarında öğrenci yetiştirmiştir. Fahreddin
el-Mardînî’ye iki eser nispet
edilmektedir. Bu eserlerden biri kendisine gelen eleştirilere cevap niteliği
taşıyan bir risale ile İbn Sînâ’nın “el-Ḳaṣîdetü’l-ʿayniyye”sine
bir şerhtir. 1198
yılında Mardin’de vefat eden tabip zengin
kütüphanesini Hüsamiye Medresesine
vakfetmişti.
İmadu’d-Din ed-Düneysiri:
Tam ismi Ebu Abdullah
Muhammed b. Abbas b. Ahmed
er-Rib’i ed- Duneysiri olan tabip 1222 yılında
Düneysir’de doğmuştur. Kahire’de Bîmâristân
el-Kebîr’de ve Şam’da Nurettin
Zengi’nin hastanesinde hizmette
bulunmuştur. Şam’da Medresetü’d- Dünesiriyye isminde bir tıp medresesi
açmış ve alanında zamanın otoritesi haline gelmiştir. el- Makaletu’l-Murşide Fi Derci’l-Edviyeti’l-Mufrede, Urcezetun Fit’tiryakil’l-faruk ve Mukaddimetu’l Marife Li Hipokrat adlı eczacılığa ve tıbba dair eserleri
vardır. 1303
yılında Şam’da vefat etmiştir.
İbn İlalmış:
1178
yılında Düneysir’de doğan İlalmış’ın tam ismi Ebû Hafs Kemâlüddîn Ömer b. el-Hızır b. İlalmış ed-Düneysirî et-Türkî
eş-Şâfiî’dir. Tarihçi ve hadisçi olmasının yanında
tıp ilmiyle de uğraşmıştır. Tıp eğitimini Ebü’l-Bekâ Sabit b. Ahmed el-Harrânî’den
almış ve Musul’da Ebül’l-Hasan Ali b. Ahmed el-Bağdâdî’nin “el-Muhtar
fi’t-tıb” eserini okumuştur. Bağdat’ta tabip Ebü’l-Hayr el-Mesîhî’den ders almıştır. Hilyetü’s-seriyyîn min havâssi’d-Düneysiriyyîn
(Târihu Düneysir) adlı eseri Düneysir’e gelen, burada yaşayan altmışa yakın âlimin biyografisini içerir, eserin sekizinci
bölümü tabiplere ayrılmıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra Düneysir’de kalmış ve burada talebe yetiştirmiştir.
Ebü’l Fütûh
(Feth) İbnü’s-Salâh:
Bağdat’ta mantık,
matematik ve tıp alanında eğitim
alan Ebü’l- Fütûh İbnü’s-Salâh’ın tam adı Ebü’l-Fütûh
Necmüddîn (Kemâlüddîn) Ahmed b. Muhammed b. es-Serî
b. es-Salâh’dır.
Fahreddin el-Mardînî’nin de
ders aldığı âlim Timurtaş ile dostluk kurmuş, muhtemelen emirin hekimliğini yapmış,
ayrıca emir için bir kütüphane
oluşturmuştur.
Ebû’l-Ḥasan Alî b.
Aḥmed b. Alî b. Hubel el-Bağdâdî:
1122
yılında Bağdat’ta doğan tabip Ahlatşahlar, Artuklu ve Zengî devletlerinin hizmetinde bulundu.
Musul’da 1164/65 yılında
teorik ve tıp bilgileri içeren kitabı “Kitâbu’l-Muhtârât fi’t-Tıbb”ı yazdı. Musul’da
bulunduğu dönemde İbn İlalmış’a tıp
eğitimi veren Bağdadi bir müddet Mardin’de ikamet etmiş, 1213 yılında Musul’da
vefat etmiştir.
Abdüllatîf el-Bağdâdi:
1162 yılında
Bağdat’ta doğan Abdüllatîf el-Bağdâdi’nin tam ismi Muvaffakuddîn Abdüllatîf b. Yûsuf b.
Muhammed el-Bağdâdî’dir. Teoloji, filoloji,
tıp ve simyanın yanında felsefeyle de yakından ilgilenen âlim ilk
eğitimini Bağdat’ta almıştır. Musul, Şam,
Kudüs ve Mısır gibi şehirlerde çeşitli âlimlerden dersler aldı. 1206’da
Kudüs’te Mescit-i Aksa’da, 1207’de
Şam’da Aziziye Medresesi’nde hocalık yaptı. Mısır’da
el-Ezher’de de ders vermiştir. 1231 yılında
Bağdat’ta vefat etmiştir.
İsmâil b. İbrâhim
Mardînî:
Kureşî’ye
göre 1197 veya 1198 yılında Mardin’de doğmuştur. Tıp
ve mantık sahalarında şöhretli bir âlimdir.
Ahmed b. Esed
Necmuddin:
Şam’dan
Mardin’e gelen Ahmed b. Esed Necmuddin tıp alanında eğitimi olmasının yanında
Artuklu Emiri Melik Mesud’un döneminde
vezirlik görevinde bulunmuştur.
Ömer bin Durmuş el-Türkî: 1198 yılında dünyaya
gelen tabip Düneysirli İl-almış
ailesindendir.
Artuklu ülkesinde
mühendislere “hesâbî” (mühendis) unvanı verilmiştir. Bu mühendislerden biri Bedîüzzamân Ebü’l-İzz
İsmâîl b. er-Rezzâz
el- Cezerî’dir.
Nasiruddin Mahmud’un isteğiyle kaleme
aldığı ünlü eseri “Kitâb fî Maʿrifeti’l-ḥiyeli’l-hendesiyye’nin (el-Câmiʿ beyne’l-ʿilm ve’l-ʿameli’n-nâfiʿ fî ṣınâʿati’l-ḥiyel)” Üçüncü kategorinin ilk dört bölümünde kan
alma teknelerinin çizimleri ve
bunların nasıl meydana getirileceği anlatılmaktadır. MÖ 5. yüzyılda Hipokrat’ın kan alma konusuna dair
bilgileri vardı, İslam dünyasında da kan alma yöntemleri biliniyordu, fakat el-Cezerî’ye kadar kan alma teknelerine dair
bir kayıt bulunmaz. O, denge prensibini
uygulayarak kan almaya yönelik çeşitli aletler yapmıştır. Onun kitabının ön
sözünde belirttiği “dönemin
hükümdarları ve filozofları benimle ilgilendiler. Bu durum inancımın
fidelerini meyvalandırdı” sözüyle Artuklu ilim dünyasının teşvik edici
ve bilimi gözetir tavrı anlaşılabilir. el-Cezerî’nin kitabının üçüncü bölümünde çizmiş olduğu bu kan alma teknikleri
Artuklu tıp çalışmaları alanına dâhildir.