ANADOLU SELÇUKLU DEVLETİNDE TIP-SAĞLIK

 

Anadolu Selçuklu Devleti, Osmanlı'dan hemen önce Anadolu'da kurulmuş en büyük devlettir. Selçuk'un oğlu, Arslan Yabgunun torunu ve Kutalmış'ın oğlu olan Süleyman Şah (1077-1086) Türkiye Selçuklu devletini kurmuş ve Bizans'ın içinde bulunduğu buhrandan faydalanarak devletini genişletmiştir. Sadece siyaset değil, İslâm medeniyetinin gelişmesi için yetiştirdiği büyük âlimlerle bu medeniyete katkı sağlamıştır.

Her ne kadar Şarktaki medrese ve hastanelere Nasturilerin Cündişapur'da kurdukları Maristan örnek olmuş ise de bu tesisler zamanla öylesine bir hüviyet kazanmıştır ki, burada artık Bizans tesiri aramak beyhudedir. Kaldı ki bu asırda Bizans sağlık müesseseleri umumiyetle manastırlara bağlı yarı ruhbani birer tesis oldukları halde Türkler şarkta uzun asırlardır laik sağlık tesisleri kurmuşlardı.

Tolunoğulları' nın Mısır'da kurdukları Fustat Darü'ş-şifasından başlayarak Nureddin Şehidin, Ergun Kamil’in, Selahaddin Eyyubi'nin, Seyfeddin Kalavun'un Halep, Şam, Kudüs vs... yaptıkları çok sayıda hastaneleri sayabiliriz, İşte bu güzel ananeleri tevarüs eden Anadolu Selçukluları da daha XIII. asrın ilk yıllarından itibaren bu yeni vatanlarında da mali bakımdan hususi vakıflara dayanan müstakil sağlık tesisleri kurmaya başladılar.

Türkiye Selçuklularının kurduğu bu sağlık tesisleri Anadolu da şimdiye kadar kurulan bütün sağlık ve sosyal yardım kuruluşlarından hem daha gelişmiş hem de sayıca daha fazladır. Türkiye Selçukluları büyük gaileler atlatmalarına rağmen sağlık hizmetlerini ihmal etmemişlerdir. Selçuklular tababete çok önem vermek zorundaydılar. Çünkü kervanlarla ticaret etmek ve kara yollarında uzun seneler yolculuk etme mecburiyeti bir takım sari hastalıkların memleketlerine gelmesine neden oluyordu. Bu yüzden gerek karantina ve hıfzıssıhha kaidelerine riayet ve gerek hastalıkların istilaları zamanında mümkün olabilen sıhhi yardımların kolaylıkla yapılabilen hekimleri çoğaltmak mecburiyeti vardır. Hekimler hem harp hem de barış zamanında halkın ihtiyaçları ile ilgilenmişlerdir.

Hekimlerin durumunun çok iyi olması yine Selçukluların tababete verdiği önemi göstermektedir. Selçuklular sadece hastane yaptırmakla yetinmemiş ülkelerinin dört bir tarafını sıhhi müesseselerle doldurmuşlardır. Hamamlar, ılıcalar, çeşmeler ve imarethanelere verdikleri önem, şehirlerin intizam ve temizliğine gösterdikleri itina takdire şayandır.

Tabi ki bunda millet olarak Türklerin ruh yapısında şefkat, insana yardım duyguları çok gelişmiş olduğu gibi kabul ettikleri İslâm dininin büyük katkısı olmuştur. Dinin emirleri peygamberin tavsiyeleri hep insana yardım etmeyi yüksek bir görev addetmiş, adeta ibadet hükmünde sayılmıştır.

Bu Avrupalıların da gözünden kaçmamıştır. M. De Thevenot Paris'te yazdığı eserinde, IV. Mehmet zamanındaki Türk düşmanı Ricaaut yine yazdığı eserde şunlardan bahsetmektedir. "Türkler çok yaşar az hasta olur.... Öyle zannediyorum ki Türklerin bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık hamama gitmeleri ve yiyip içmedeki itidalleridir... Türkler yaşayış tarzlarının harici manzarası itibariyle hakikaten çok temizdirler..."

  

MEMLÜKLER DÖNEMİ

 Orta Çağ İslam dünyası hakkındaki en ayrıntılı bilgilere ulaşmadaki en önemli referansımız seyyah İbni Battuta ve seyahatnamesidir. (İbni Battuta 1325 yılında yirmi iki yaşındayken Tanca’dan hac niyetiyle yola çıkıp Kuzey Afrika sahilleri, İskenderiye, Kahire, Saîd, tekrar Kahire, Suriye, Kudüs, Aclûn, Akkâ, Sûr, Sayda, Taberiye, Antakya, Dımaşk, Hicaz (haccını ifa etti), Kadisiye, Necef, Bağdat, Basra, Übülle, Abadan, Tüster, İsfahan, Bağdat, Sâmerrâ, Tikrit, Cezîre-i İbn Ömer, Nusaybin, Sincar, Mardin, Bağdat, Cidde’den Kızıldeniz üzerinden Yemen, Cebele, Taiz, San’a, Aden, Somali, Kenya, Tanzanya, Zafâr, Nevze, Hindistan’a niyetle Cidde limanından hareket etse de fırtına nedeniyle Kahire, Gazze, Kudüs, Remle, Akkâ, Lazkiye, Alanya, Antalya, Isparta, Eğirdir, Denizli, Tavas, Muğla, Milas, Barçın, Konya, Erzurum, Birgi, Ayasuluk, İzmir, Manisa, Bursa, İznik, Mekece, Geyve, Göynük, Bolu, Kastamonu, Sinop’tan deniz yoluyla Kırım, Deştikıpçak, İstanbul, tekrar Deştikıpçak, Saraycuk, Harezm, Herat, İndus Vadisi, Delhi, Mangalore, Dehfetten, Kaliküt, Malabar sahilleri, Maldiv, Bengladeş, Cava, Sumatra, Malaka Boğazı’ndan dönerek Malezya’daki Kakula, bazılarınca efsanevî sayılan Tavâlisî, Çin, Zeytûn, Pekin, Sumatra, Cava, Malabar kıyıları, Basra Körfezi, Bağdat, Suriye, Mısır, Hicaz (hac), Mısır, İskenderiye, deniz yoluyla Tunus (1349), Sardinya Adası, Cezayir, son olarak da Fas’a gelip Merînî sultanı tarafından kabul edilmiş ve seyahatinin birinci kısmını bu şekilde sona erdirmiştir. Merînî Devleti hakkında biraz abartılı övgülere yer veren İbn Battûta, Fas’ta bir müddet kalmasının ardından Endülüs, Malaga, Gırnata, Merakeş, Mali ve Nijer’e seyahat etmiş daha sonra Merînî hükümdarının emriyle Fas’a dönmek zorunda kalmıştır (1353)

 XIV. yüzyılın ortalarında, dönemin önemli merkezlerinden biri olan Mısır’da Memlûk Devleti hüküm sürmekteydi. Burada devlet adamlarının itina gösterdiği hususların başında ilmî kültürel müesseseler inşa etmek ve bu faaliyetleri desteklemek gelmekteydi. Mısır’da bu amaçla kurulan yüksek kapasiteli medreselerle beraber hastaneler hem tedavi hem de eğitim amacıyla işlev gören önemli müesseseler arasında yerlerini almıştı. Bu hastanelerden biri İbn Battûta’nın tarifiyle Melikü’l-Mansur Seyfeddin Kalavun’un türbesinin yakınındaki iki konak arasında bulunuyordu. Sınırsız hizmet sunan hastanede sayılamayacak kadar çok ilaç yer alıyordu.

Söz konusu hastane Bîmâristân-ı Kalavun veya Bîmâristân-ı Mansûr diye anılan ve Sultan Kalavun tarafından yaptırılan bir müesseseydi. Kalavun Hastanesi başta olmak üzere daha önce zikredilen büyük hastanelerde çok sayıda doktorun bulunduğu ve hastaların tedavi edilmesinin yanı sıra bu müesseselerin doktor yetiştirmesi yönüyle de tıp ilmine katkı sağladığı bilinmektedir.  Kalavun Hastanesi, vakıf gelirleriyle orantılı olarak geniş imkânlara sahip olan, meşhur hekimlerin görev yaptığı dönemin en mühim hastanelerinden biriydi. Burada hem hastalar tedavi ediliyor hem de tıp eğitimi veriliyordu. Dönemin ünlü hekimlerinden biri olan İbnü’n-Nefîs (ö.1288) kitaplarını bu hastaneye bağışlamıştır.

Büyük kısmı bîmâristândan oluşsa da büyük bir külliye şeklindeydi. Külliye içerisinde cami, medrese, türbe ve bahsi geçen bîmâristân bulunmaktaydı.38 Hastanenin hem yönetimi hem de bakımıyla ulemâ ilgilenmekteydi. 

İbn Battûta, Nureddîn Mahmûd Zengî’nin Dımaşk’ta yaptırmış olduğu ve onun adıyla anılan büyük hastanenin nasıl kurulduğunu anlatırken menkıbevî bir olaydan bahseder. Buna göre hastane bir iksir sayesinde bakırı altına çeviren Ebû Yakub’un altına çevirdiği eşyalar sayesinde yapılmıştır. Seyyah burayı yeryüzünde yapılmış en güzel hastane olarak tavsif eder.

Ayrıca Halep’te ve Çin topraklarındaki Kanton’da (Sînussîn) bir tapınak bünyesinde yer alan hastanelerin varlığından, Merînî hükümdarının ülkenin tüm şehirlerinde hastaneler yaptırıp hastaların giderleri için vakıflar kurmasından, taleplere cevap verebilmek ve hastaların şifa bulmasını sağlamak amacıyla doktorlar tayin ettiğinden söz etmektedir.

Önceleri yapılmış olan bir diğer hastane de Bağdat’ın batı yakasındaydı. Bâbü’l-Basra Mahallesinde, Dicle’ye bakan cadde üzerinde devasa yapıda bir mâristan bulunmaktaydı.

Ancak bu mâristanın büyük bir kısmı harap olmuş, ondan geriye sadece köhne izler kalmıştı.

Bugün Mardin’in ilçesi olan Nusaybin’de de iki hastane bulunduğunu İbn Battûta aktarmaktadır.

 

                                 KALAVUN HASTANESİ

 

İslam dünyasında ilk hastanenin Emevi halifesi I. Velid döneminde Dımaşk’ta kurulduğunu, bünyesinde akıl hastalıkları ve cüzzamlılar için bağımsız bölümleri bulundurduğunu biliyoruz. Dımaşk hastanesinde cerrahi müdahaleler de yapılıyordu.

Ancak Büveyhî hanedanının nüfûzlu emîri Adudüddevle (ö.983) tarafından Bağdat’ta yaptırılan Adudî hastanesinde, sağlık hizmetlerinin yanı sıra tıp eğitimi de yapılmaktaydı. (Adudî Hastanesi, Orta Çağ İslam hastaneleri arasında en fazla tanınanlar arasında yer almış ve hatta Nûreddin Zengî’nin Şam’daki Bîmâristânü’l-Kebîr’i ve Memlûk Sultanı Kalavun’un Kahire’deki Bîmâristânü’l-Mansûrî’si ile İslam dünyasının en ünlü üç büyük hastanesinden biri olarak değerlendirilmiştir.  Kaynaklara göre Adudî Hastanesi büyük miktarda bir harcamayla kurulmuş, kurulmadan önce kadrolar belirlenmiş, dünyanın uzak-yakın bölgelerinden tıbbi teçhizat/araç-gereç ile her türlü ilaç ve ecza malzemelerinin sağlanmıştı. Hastane gerektiği gibi tefriş edildiği gibi güçlü vakıflara dayanan ekonomik kaynaklarla donatılmıştı. İslam tarihinde ilk defa 24 hekim kadrosu olan hastanedir. Hastane hakkında ünlü seyyah İbn Cübeyr "İşte bu hastahaneler İslam'ın övünç kaynaklarından biridir" demektedir. Darüşşifa İslam Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi Haziran 2023 Biyografilerle Adudî Hastahanesi Tarihi/Ahmet Güner EYÜP KURT’un tanıtım yazısı) 

Güçlü vakıflarla desteklenen bu kurumun, hem hastalara sunduğu hizmet hem de tıp öğrencileri için gözde bir kurum olduğu anlaşılmaktadır. Adudî hastanesi, Selçuklular döneminde de hizmet vermeye devam etmiştir. Yine İslam tıp tarihinde önemli bir yeri olan ve Nûreddin Mahmud Zengî (ö.1174) tarafından Dımaşk’ta yaptırılan hastane de büyüklüğü ve ihtişamıyla dikkat çekmektedir. Bu hastanede de sağlık hizmetleri yanı sıra tıp eğitimi yapıldığı da bilinmektedir.

Memlükler öncesinde Kahire’de çok sayıda hastane yapılmıştır. Bunlar arasında Ahmed b. Tolun (ö.884) tarafından yaptırılan el-Atîk ile Selâhaddin Eyyûbî’nin (ö.1193) yaptırdığı Salahi Hastanesi özellikle zikredilmelidir. Memlükler dönemine (1250-1517) gelindiğinde ise tespit edebildiğimiz kadarıyla Kahire’de yaptırılan ilk hastane, Sultan Kalavun’a aittir. Kalavun’dan sonra yaptırılan hastaneler arasında Çerkez Memlük sultanı el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî’nin (ö.1421) yaptırdığı hastane de Kahire’deki önde gelen hastanelerdendir.

Kalavun Hastanesinin Memlükler döneminin en meşhur sağlık merkezi olmasının yanı sıra hastanenin 18 Nisan 1286 tarihli vakıf senedinin de günümüze ulaşmış olması çok önemlidir. Bu vakfiyeden hastanenin gelir ve giderleri, işleyişi, kurum da çalışan görevliler ve vâkıfın hastaneyle ilgili koyduğu şartlara dair önemli bilgilere  ulaşmak mümkündür.

Sultan Kalavun Halil’e bir hastane ve zaviye de yaptırdığı gibi Dımaşk’ta Nûreddin Zengî’nin yaptırdığı hastaneyi de 1283 yılında tamir ettirdi ve vakfiyesini yeniden düzenletti.

Sultan Kalavun’un biyografisini yazan İbn Abdüzzâhir’e göre, 15 Haziran 1284 tarihinde sultan Kalavun, el-Melikü’s-Sâlih Necmüddîn Eyyûb’ün (ö.1249) annesi için yaptırılan türbeyi ziyaret ettiğini ve türbe ziyaretinin ardından buradaki imaretin güzelliğinden etkilenerek kendisi için de böyle bir hayır kurumu inşa ettirmeye karar vermiştir. Abdüzzahir sultanın bu yapının içinde hastane, medrese ve Kur’an tilaveti yapılması için bir de türbe bulunmasını isteyerek Haziran 1284 yılında inşaatı başlattırmıştır.

İki yıl gibi bir sürede bitirilip 25 Haziran 1286 Salı günü büyük bir merasim ile açılışı yapılan hastaneye Sultan Kalavun, müderris, müezzin, cerrah ve göz doktoru gibi bazı görevlilerin atamalarını yaptı. Ardından Sultan, medreseye geçerek buradaki açılış dersine katıldı. Dersten sonra hastaneyi ziyaret ederek burada, dört mezhep başkadısının da aralarında bulunduğu bazı âlimleri çağırarak bir konuşma yaptı. Konuşmasında, bu vakıf eserlerinin bir benzerinin olmadığını, hastaneden fakir zengin ayırt edilmeksizin bütün hastaların istifade edebileceğini, hastalar için uygun ilaç temin edilebileceğini ve onlar için özel yemek çıkarılacağını açıkladı.

Kalavun hastanesinde nâzırlık görevinde bulunan tarihçi Nüveyrî, vakıf gelirlerinin büyük kısmının hastaneye ayrıldığını, türbe için yeterli bir gelirin olduğunu ancak medrese için çok az gelir ayrıldığını bildirir. Açılışını aralarında ümerâ ve ulemânın da yer aldığı kalabalık bir heyetle yapan Sultan Kalavun, burada yaptığı konuşmada asker, emîr, yaşlı, çocuk, hür, köle, erkek ve kadın fark etmeksizin herkesin bu hastaneden yararlanması için vakfettiğini bildirdi.

İki tarihçi arasında dikkat çeken bir diğer husus, İbn Abdüzzâhir’in değinmemesine rağmen Nüveyrî’nin vakıf gelirlerinden hastaneye daha fazla pay ayrıldığını ve medrese için ayrılan hissenin çok az olduğunu ifade ederek hastaneye verilen öneme işaret etmesidir.

Tarihçi Makrizi’nin naklettiğine göre sultan Kalavun, buraya her sene bir milyon dirhem gelir sağlayacak çok sayıda emlak vakfetmişti.

Şâfi‘ b. Ali, çalışmalar neticesinde çok hoş bir bina ortaya çıktığını, Mısır ve Şam’da çok sayıda vakfın buraya tahsis edildiğini, inşaat tamamladığında dört başkadının da hazır bulunduğu bir törenle Sultan Kalavun’un açılışını yaptığını nakleder.

Kalavun hastanesinin sınıf gözetmeksizin bütün hastalara hizmet verdiği vakfiyesinde açıkça zikredilmiştir.

The Journal of Academic Social Science Studies Yayınlanma Tarihi 30.09.2018 MEMLÜKLER DÖNEMİNDE KALAVUN HASTANESİ Dr. Öğr. Üyesi M. Fatih Yalçın Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, İslami İlimler Fakultesi, İslam Tarihi Anabilim Dalı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLKÖĞRETİM ANABİLİM DALI SOSYAL BİLGİLER ÖĞRETMENLİĞİ BİLİM DALI SELÇUKLULARDA TIP EĞİTİMİ VE SELÇUKLU HASTANELERİNİN AVRUPA KÜLTÜRÜNE OLAN ETKİLERİ YASEMİN AYDINOĞLU YÜKSEK LİSANS TEZİDARÜŞŞİFA İSLAM TIP TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Cilt: 1 Sayı: 1 (30 Haziran 2022 İBN BATTÛTA’NIN SEYAHATNÂMESİ IŞIĞINDA XIV. YÜZYILDA SAĞLIK VE TIP ESRA ATMACA Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları, İslam Tarihi Ana Bilim Dalı, Sakarya, Türkiye

 

( Anadolu Selçukluları Dönemi-memlükler Kalavun Hastanesi başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 5.12.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu