Tunus’tan sonra Mısır’da patladı. Ama ne patlama!.. Ya mübarek, babanın malımı zannettin o koltuğu? Otuz yıl dile kolay!… Senden başka ülkeyi yönetecek yok mu? Evet, halk iktidara hazırlanan Mübarek’in oğluna; “Babanı da al git!” diyerek, interneti kapatan, özgürlükleri daraltan Mübarek’i sürgüne gönderdiler… Aklıma “Ananı da Al Git!” diyen Sayın Başbakan’ın ünlü sözü geldi… Zavallı ana, geçenlerde Allah’ın rahmetine kavuştu… Nur içinde yatsın…
Yıllar öncesi Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünyanın birçok ülkesine dalga dalga yayılan küresel kapitalizmin ürettiği işsizlik, açlık, halkın borç batağına sürüklenmesi, adaletsizlik, kapitalizmi koruma adına, sendikaların ve çalışanların susturulduğu, itilip kakıldığı, diktatörlüğün yerleştiği, işsizliğin çoğaldığı ortamda belli kesimin saltanat yaşam tarzı halkı isyan noktasına getirdi… Yahu ne kadar tatlıymış şu iktidar koltuğu? Bir yapışan bir daha bırakmak istemiyor! Neyse domino etkisi Ortadoğu’da devam ededursun biz kendi işimize bakalım diyorum ama dünyanın herhangi bir yerindeki olumsuzluk da mutlaka her ülkeyi yakından ilgilendirecektir… Onlara kolay gelsin diyorum… Umarım gerçek demokrasiyi ve özgürlüğü ve ardından da refahı biran önce yakalarlar…
“Padişahlık” , “Başkanlık” derken şimdide “ İki Partili Meclis” isteniyor… Sayın Başbakan, “Başkanlık Sistemi” tartışılmalı” diyor. Ne de olsa seçim startını verdi. Başbakanlığın araçları yollarda!.. Seçim yasaklarına kadar “O şehir senin bu şehir benim” diyerek toplu açılışlarda kurdele kesilip, balonlar uçurulacak! Çocuklara oyuncaklar dağıtılacak! Sayın Başbakan, Ucubeden başladı, ardından “Başkanlık” şimdi de “Mecliste İki Parti” isteği ile ortaya tartışma konusu attı. Ortadoğu karışmışken birde İsrail’e bir iki laf etti mi, deme gitsin içerideki 58’lere!… Artık oylar çantada keklik… Neyse lafı uzatmayalım sevgili okuyucularım gelelim Başkanlık Sistemi’ne… Görüşlerimi aktarayım… Önce bu halkımız buna hazır mı? Yani istenilen bu sisteme uygun kültür yapısı var mı? Başbakanımız Amerika’nın bunu uyguladığını söylüyor. Ama onlarda kültürsüzlük az… Şöyle ki; Daha yakın zamanda yapılan Anayasa Değişikliği için halka tutulan mikrofonlardan “Anayasa Değişikliği Referandumu”nda niçin oy verdiğini bilen insan topluluğu elle tutulur cinstendi. Bu halkımıza mı anlatacağız Başkanlık Sistemi’ni? Onlara dizilerin senaryosunu ve takımın hangi sistemle oynayacağını sorun, “Şıp” diye yanıt versin!... Bakınız Amerika’da toplumun % 12’si (buda çok düşük bir rakam aslında) Türkiye’de %0,01’i yani, on binde biri kitap okuyor. Bakmayın siz aslında nüfusun çoğunluğu bilimsel siyasetten anlamıyor. Yalnızca liderlerin söylediklerine, din istismarcılığına, iktidara gelirken vaat edilenlere ve kulaktan dolma sözlere, liderin tipine, hatipliğine, kükremesine, yürüyüşüne bakarak oy veriyor. Uzatın mikrofonları halka “Cari Açık nedir?”, “ Dış Borç toplamı ne kadar?” , “ Erkler İlkesi nedir?” deseniz, inanın birçoğu siyasetin bu basit sorularını yanıtlayamaz. Ama sorun dizilerdeki oyuncuları hemen yanıtlasınlar!... Zira Türkiye’de dergi okuma oranı % 4, Gazete %22, Radyo %24 ve başından kalkılmayan Televizyon ise % 95 Televizyonlar demokratik olsa, oda değil… Yanlısı var yansızı var… Sahi unuttum, kitap ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235 nci… Bir Norveçli yılda 137 dolar harcarken, bizde sadece 0,45 cent… Şimdi bu okumayan kesim ne anlar Başkanlıktan ve İki partili Meclis’ten, öyle değil mi? Siz onun karnını günlük doyurun, kapısının önüne iki erzak koyun, birde kömürünü, eline de iki kuruşluk çek verin deme gitsin keyfine! Kadercidir benim halkım! Geceleri aç yatsa da kimseciklere bir şey söylemez, yorganını çeker kafasına içten içten ağlasa da sabah gider oyunu kuzu kuzu verir… Alın ekmeğini elinden vallahi gıkı çıkmaz! Evet, hep birlikte “Başkanlık Sistemi”ni iyi anladık, hem de sular seller gibi…
Padişahım Çok yaşa!...
Şimdi de “ Mecliste İki Partili Sisteme”… Ya aslında Mecliste tek parti olmalı, Muhalefette neymiş? İkide birde yolsuzlukları ortaya getiriyor! Her şeye limon oluyor, gereksiz yere konuşuyor! Milletin kafasını bulandırıyor! Durup dururken “Yargıyı ele geçiriyorlar” diye komisyonları terk ediyorlar! Birde “Millet aç, işsiz” diye ortalığı velveleye verip fakir edebiyatı yapıyorlar! Gelin yeni seçimlerde tek parti yapalım! Hem onca milletvekiline maaş da vermezsiniz. Birde onların harcırahları, özlük hakları, lojmanları, araçları vs. bayağıda tasarruf olur değil mi? Düşünsenize mecliste konuşan yok.. Genel Kurula gelen kanun tasarısı, tek parti milletvekillerinin el kaldırmasıyla ‘şıp’ diye çıkıveriyor!
Padişahım Çok Yaşa!
Şaka bir yana da, bir toplumda Tek Partinin ortaya çıkması ihtilalci siyasal parti rejimine egemen olacağı muhakkaktır. Partinin bürokratik şekilde örgütlenmesi, ardından da liderin her şeye egemen olduğu, sadece onun dediğinin geçerli olduğu, sonunda da kişinin iktidarı zirve yaptığı ortamda muhalefet, şiddet ve terörle bastırılarak susturulmakta ve parti, totaliter bir devlet yapısını ortaya çıkaracağı aşikârdır. Sonrada sindirilen halk Ortadoğu ülkelerinde meydana gelen isyanlarda olduğu gibi kendisine zulüm edenleri bir gün geliyor alaşağı ediveriyor… İnsanlar ne istiyor? Özgürlüklerinin kısıtlanmamasını ve daha iyi bir demokrasi yanında refah ve ülke kaynaklarından eşit yararlanmak…
Peki, sağlam bir demokrasi için neler yapmalı ki totaliter liderler bu durumlara düşmesin. Hasbelkader birkaç fikrimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Mutlaka siz bunu genişletebilir ve altına madde madde ekleyebilirsiniz;
· Öncelikle Anayasa’nın halkın büyük çoğunluğunun kabul ettiği, (%90-95 gibi) özgürlükçü, demokrasinin özünü teşkil eden ve sosyal devlet anlayışlı laik bir Anayasa’nın hazırlanarak kabul görmesi.
· Kimsenin yargısından muzdarip olmadığı, erkler ayrımının oturduğu, adaletin süratle yerine getirildiği, yargının siyasallaştırılmadığı ve şaibesinin ortadan kaldırıldığı bir “Yargı Reformu”nun yine tüm toplumca benimsenecek şekilde işlerlik kazandırılmasının çalışmaları yapılmalı,
· Hiçbir Parti iktidara geldiğinde değiştiremeyeceği Adaletli Seçim Kanunu’nda, gerek iktidarın gerekse muhalefet partilerinin devletten alacağı yardımların ve harcamaların şaibeye yer verilmeyecek şekilde açıklanması. Şöyle ki, iktidara “Elimde imkânım var kullanırım” serbestliği verilmemeli. Seçim tarihinden en az üç ay önce devletin araç – gereçlerine kullanma yasağı getirilmelidir… Seçim sistemi eşit ve denetlenebilir olmalı…
· Ülkenin okuma-yazma değil, kültürel yapısını geliştirici önlemler alınmalı, Televizyondan çok, insanlarımızın kitap okuma oranlarını yükseltmenin çalışması yapılmalı,
· Ülkenin kaynakları her bireye adaletli bölüştürmenin ekonomik programı yapılmalı, kimse asgari ücret ve yoksulluk sınırına mahkûm ettirilmemeli. (Bu sanırım her partinin seçim programında mevcuttur)
· İnsanların görüşü ne olursa olsun haber alma özgürlüğü kısıtlanmamalı ve medya kuruluşlarınca engel konulmamalı. Örneğin, ben bir Bekir Coşkun veya Emin Çölaşan’ın yazılarını Vakit’te, Sabah’ta veya Zaman Gazetesi’nde okuyabilmeliyim veya bu kesimin okuru bu yazıları okuyabilmeli. Tam tersi, Vakit Yazarı Abdurrahman Dilipak’ın yazılarını Cumhuriyet’te okuyabilmeliyiz. Biraz hayalî bir durum ama demokrasi bunu gerektirmiyor mu? Sağın dediğini sol, solun dediğini sağ işitmiyor! Bunun için ne yapmalı? Başbakan’ın İktidardaki yaptıklarını her ay “Ulusa Sesleniş Programı”nda izliyoruz. Aslında bu programın ardından Muhalefet liderlerinin de
(Başbakanın kullandığı süre kadar veya biraz daha az olabilir) konuşmaları yayımlanabilir. Ancak bu konuşmaların yanlı-yansız televizyonlarda yayımlanma mecburiyeti getirilsin… Belki halkımızın gözden kaçırdıkları olabilir ve oy kullanma bilgileri daha gelişmiş olur.. Ne dersiniz?
· Emniyet Geçenlerde “Pardon” yani “Sehven” dedi. Ne için biliyor musunuz? Tutuklanan ve yargılanan bir sanığın telefonuna yanlışlıkla Rus Ajanı ve kadın satıcısının ismi aktarılarak zan altında bırakıldı, ancak sonuçta yapılan yanlışlık ortaya çıktı. CHP’li Attila Kart; “Emniyet içinde ikinci bir örgüt var” diyor. Bunları yapan kimler? Her kimse yapanlar biran önce ortaya çıkartılıp cezalandırılmalıdır. Yani Polis teşkilatı hepimizin gözbebeği olmalı ve böyle bir şaibeyi ortadan kaldırmak da yetkililere düşüyor. Sonuçta polisin ve yargı mensuplarının halk önündeki saygınlığı ve güvenirliliği artırılmalıdır.
Konuyu fazla dağıtmadan bir “Çin Duası” ile yazımı tamamlayım…
“Bana bir sandalyenin sabrını, sertliğini ve dayanıklılığını ver ki, Tüm g.tlere rağmen ayakta durabileyim…
Sürçü lisan ettiysek affola!...
Yazdıklarıma bakmayın siz, istediklerimiz hayalden öte şeyler… Herkes kendi hesapları peşinde!..
Kendinize iyi bakın, saygı ve sevgiler…
Ertuğrul Erdoğan
30 Ocak 2011/Bursa