[email protected]

          Birbirimize bağırır, çağırır yerine göre saç başa kavga eder, bazen de özgürlük alanımız diye bir metreden öteye kimseyi yaklaştırmama kararı alırız. Dinimizce yasaklanmasına rağmen çoğu zaman arkadan konuşur, bir birimize lakap bile takarız. Öyle zaman olur ki;  beğenmediğimiz fikirlerin suratına ne varsa atar, yeri gelir köşe başında pusu kurup, işimize gelmeyen beyinleri sustururuz.

          “Ayrılık” sözcüğünü duyunca gevşeyip, içimiz bir tuhaf olur. Onca yaşanmış kötü anıları bir anda unutuver hiçbir şey olmamışçasına kucaklaşır affetmeyi de severiz yaratandan ötürü. Aslında Türk milleti olarak rahat ortamlarda yamyam misali birbirimizi yeriz. Ancak ne zaman ülkemizin bağımsızlığı tehlikeye girer, yabancı güçlerce işgal edilir işte o zaman ne sağı ne solu ne Kürdü ne Çerkezi demeden kenetleniveririz. Verdiğimiz olağan üstü mücadelelerin ardından ünlü Fransız Komutan Napolyan’a; “ İnsanları yücelten iki büyük meziyet vardır. Erkeğin cesur, kadının namuslu olmasıdır.  Bu iki meziyetin yanında hem erkeği hem de kadını şereflendiren bir meziyet vardır. İşte Türkler bu meziyetlere ve fazilete sahip kahramanlardır.” İngiliz komutan Towsend’e; “ Savaşın zevkini almak isteyen herkes Türkle savaşmalıdır” Albert Einstein’e de; “ Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse canını çekinmeden feda eder” dedirtmişizdir.

          Evet, cesur milletiz vesselam ancak atalarımızın cesur yürekli, dürüst ve canı pahasına vatan topraklarını savunma düşünceleri şimdiki gençlerimizde ve halkımızda kalmış mıdır? Yoksa ürettiğimiz politikalarla toplumu giderek sessizliğe mi gömdük?  Meclis’te ayrılık zamanı… Milletvekillerinin dirseklerini çürüttüğü! Ellerini kaldırdığı masalarında vicdanlarını yargılama zamanı…  Artık aldığı her kuruşu “Acaba hak edip, Türk halkına gereği gibi görevimi yaptım mı?” sorularının muhasebe zamanı…

          Kimi milletvekili kürsüden bağırdı…

          Kimileri masasında sustu… Belki de araştırmadığı, bilmediği kanun tekliflerine partinin isteği doğrultusunda el kaldırdı… Birçoğu da parti liderine “Bir Söz” bile söyleme cesaretini gösterip parti içi demokrasisini canlandıramadı. İyisiyle kötüsüyle bir siyasi sezonun daha sonuna geldik. Dedik ya ayrılıklar hep hüzün ve gözyaşı verir.  Zaten hep ağlayan politikacıları izledik timsah gözyaşları içinde. Toplum olarak ağlayana üzülüyor ona prim veriyoruz tüm duygusallığımızla…

Birçoğumuz “Kurbağa” hikâyesini bilir. Hani şu önce kaynar suyun içine bırakıldığında hemen sudan zıplayıp dışarı fırlayıp canını kurtaran kurbağayı.  Birde kurbağayı soğuk suyla dolu tencerenin içine koymuşlar, bu kez kurbağa zıplamamış. Tencerenin altını ısıtmaya başlamışlar, gel zaman git zaman tencere ısındıkça kurbağada keyiflenip gevşemiş. Ateş harlanmaya başlayınca kurbağa hareket edememiş ve su iyice kaynayınca da ölmüş. “Kurbağa öldüyse öldü, hayvandır ölebilir, ne alaka”  diyenleriniz olacaktır. O zaman kurbağanın yerine kendinizi koyun… O kurbağanın bir de “Toplum” olduğunu düşünün… Ne zaman halkın tepkisini çeken yeni bir şeyler ortaya atıldığında, siyasiler ne diyordu?  “Alışırlar… Alışırlar..”la cümleyi bağlıyordu.

Alıştık artık… Önümüze ne konulsa alışıyoruz!… Yani soğuk suyun içindeki toplum ısınıyor… Su ısındıkça toplum gevşedi, ilikleri ısındı… Ocağın ateşini zaman zaman çoğalttıklarında etimiz kızardı, gözlerimiz görmez oldu… Dudaklarımız bir birine yapışıp sus pus olduk. Bakın bu konuda bilenler ne diyor; “ Bir şeyi yavaşça değiştirirseniz çoğu kimse bunu fark etmez (soğuk suya konulan kurbağa gibi) Örneğin toplumlarda denetim mekanizmaları (Muhalefet, erkler, sivil kuruluşlar v.b.) gittikçe çoğalıyor çünkü kişi kendini gözetlenmiş hissettiğinde, gözetlemeyen birine göre daha farklı davranıyor. Anonim olmadığı sürece haklarını kullanmakta, kendilerini özgür hissetmedikleri için bu haklarını kullanamamaktadırlar. Böylece fikir özgürlüğünü büyük ölçüde engellenmiş oluyor. Göze batmamak için insanlar giderek kurallara uymaya başlarlar. Böyle bir durumda toplumlarda kendine özgü farklı düşüncelerin sayısı günden güne azalır. Bu tür tek tip toplumlar kendini zihnen veya sosyal olarak yineleyemez. Hoş görüsüzlük, tahammülsüzlük artarken aynı zamanda toplumun yaratıcılık, yenileme, ilerleme olanakları engellenmiş olur (biber gazı, tutuklamalar coplama vs) bu yüzden arada bir termometreye bakıp suyunuz ne kadar ısınmış bunu görmek lazım… Tabi sıcak suda gevşemeyip, yan gelip yatmadıkça… Yoksa malum sıcak su kaynadıkça insanının gözlerini gevşetir, uyutur sonrada öldürür…

Liderler şu günlerde yeni dönem milletvekillerini seçmek için kampa çekildiler. Onlar sizin yerinize nasıl olsa sizi temsil edecekleri bir kalemin ucuyla seçiyorlar. Size de yalnızca oy pusulasına dokunmak kalıyor!... Bakalım yeni dönemde termometreniz patlayacak mı? Yoksa termometrenizi patlamadan kontrol mü edeceksiniz… Onu da hep birlikte soğuk suyun içinde yaşayacağız… Tabi ki nefesimiz tükenmediği müddetçe!...

          Sevgilerimle…

Ertuğrul Erdoğan

10 Nisan 2011 /Bursa

www.erdoganlaedebiyat.com

 

( Aman Termometreye Dikkat başlıklı yazı ErtğrulErdoğan tarafından 10.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu