Liderler hiç olmadığı kadar gergin, partililer söz düellosuyla her an birbirine girecekçesine hırçın… Muhafazakar kesim, liderlerinden memnun, ağzından her çıkanı onaylıyor, yazıyor, çiziyorlar… Muhalifler ise olup biteni ve olacakları demokrasi olgunluğunda, “Türkiye Nereye Gidiyor?” sorusu arasında tedirginlik içinde izliyor…
Ergenekon
tutuklamalarına en son Genel Kurmay Eski Başkanı’nın da “Terörist” ve “Darbeye
Teşebbüs” suçlamasıyla bir çırpıda savcının ağırlaştırılmış müebbet habip
cezası istemiyle diğer komutanların yanına konularak hiyerarşi tamamlandı! Diğer yandan, yargıda gecikme binlerce
kişinin katılımlı protesto yürüyüşü ve medyada tartışıldığı bir ortamda “Yeni
Türkiye”yi çizenler arasında gerilimin olduğu artık gözle görülmektedir. Başbakan gün olmuyor ki, gündemine Kurtuluş
Savaşı’ndan sonra yokluk ve cahillikler arasında gerçekleşen devrimler yanı
sıra tartışılan hareketleriyle Cumhuriyet’i kuran CHP’ye yüklenmesin.
Şu
günlerde, bazı talepler iktidarın bakan ve milletvekillerinin ağzından
kamuoyuna bir bir dökülmeye başladı… Önce 19 Mayıs bayramının stadyumlardan
kaldırılması ile Ulusal Bayramların ne şekilde yapılacağı tartışması başladı.
Daha sonra Diyanet’in 2012-2016 Stratejisi gündeme getirilerek “Dindar Gençlik
Yetiştirme” projesini Başbakan kamuoyuna sundu. Sizlere önce Bakara Suresi’nin
256. Ayetinin girişini yazayım; “Dinde baskı-zorlama tiksindirme yoktur…” diye
devam eder. Devletin, görevi önce sosyal adaleti sağlamak, insanların gelir
düzeylerini artırmak, ülkesinde ve dünyada barışı sağlamak ve bireylerini mutlu
kılmaktır. Din İşleri Osmanlı döneminde
Meşihat Makamlığı’nca Şeyhülislam eliyle yürütülürdü. Ve din işlerinde
merkeziyetçilik olmadığından farklı görüşlerdeki din adamlarıyla, insanlar din konusunda yerine göre yanlış
bilgilerle (istemeden de olsa) yönlendiriliyordu. Ancak Cumhuriyetten sonra 3
Mart 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak dinde bir bütünlük
sağlanmaya çalışıldı. Şimdi dindar ve dindar olmayan diye insanları ayırırsak
işte kopukluk orada başlar. Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç, “Ama ben, çocuklarımı kendi özel
hayatımda, eşimle birlikte daha dindar nesil olarak yetiştirmek istesem,
herhalde bunun suç olacak tarafı yok. O da kendi evinde, kendine uygun bir
eğitim verir. Bazen çocuğunu alır, karşı karşıya kadehleri tokuştururlar. Bazen
çocuklarına daha farklı şeyler de anlatabilirler. Biz, ona engel olacak bir
noktada değiliz. Zaten Milli Eğitimde teklik sistemi var. Bundan emin olsunlar,
hiç endişe yok.” Ben
kendimce, oğluma nasıl bir terbiye ve din eğitimi vereceğimi bilirim. Yine
kendimce Allah’ın verdiği beynimi
kullanarak dini bilgileri okuyabilir, Kuran’ı anlayabilir, namazımı kılabilir, Ramazan ayında orucumu tutabilir, param
olursa hacca gidebilir, Kimsenin hakkını yemeyebilir, hırsızlık yapmayabilir,
demokratik haklarımı kullanabilir,
büyüklerime saygı, küçüklerime sevgi gösterebilir,, Atatürk ve Türk büyüklerini sevebilir, seçim zamanı da dünya görüşüme göre de
kafama uygun bir partiye özgürce oyumu
verebilir, isteğim gazeteyi okuyabilir, bilgisayarda istediğimi araştırabilir,
sevdiğim kitapları okuyabilir,
ezilenlerin tarafında olup politik tercihimide bu yönde
yapabilirim… Eeeee benden başka istenen
nedir? Veya gençlere yapılmak istenen farklılık nedir? Ben Allah’la kalbim arasında yaptığım ibadete
aracı olarak kimseyi sokmam!… Çünkü dinle siyaseti birbirine karıştıran din
görevlileri ortalıkta cirit atıyor…
Seneler öncesine
gittim, rahmetli PTT emeklisi dedemin elinden Kuran, başı da secdeden
kalkmazdı. Büyükannem keza öyle, babam da öyle… Çalışma hayatımda arkadaşlarım
da öyle, Kayınpederim on çocuğunu namusu ile büyütüp hayata vermiş ve onunda
elinden Kuran düşmez ve namazını ihmal etmezdi, hatta Osmanlı’da doğan
babasının da yedi yaşından beri namaz kıldığını ve Kuran okuduğunu, yöresinde
hatırı sayılır eli öpülesi birisi olduğunu söylerdi. Daha kimleri söyleyim,
Yıllar öncesi bir alt komşumuz Çorumlu teyzeyi mi, üst katta oturan Ahmet
amcamızı mı? Hepsi de Cumhuriyet döneminin dindarlarıydı… Hepside dürüst ve
çocuklarını aydın yetiştirenlerdi… Birçoğumuzun da hayatında Ahmet amcaları,
Fatma teyzeleri ve onun aydın, dürüst çocukları mutlaka vardır.
Aslında bizim
gençlik, batının ilimi yerine onun yaşayış biçimini hayatına yansıttı. Buna da
çanak tutan Cumhuriyet sonrası iktidarlardır. Kuru fasulye ve pilavı unutturup
onların hamburgerini çocuklarımıza baş yiyeceği yaptık, üstlerinde markayı
gösteren giyecekleri sunan reklamlara kandık.
“Okey”ini dillerine dolayıp özentiyle ağızlarını yabancı edasında
gevşeterek Türkçemizi yozlaştırmasına eğitim sistemimizle izin verdik... Kısacası Batılı ülkeler, kültürlerini bizim gibi üçüncü dünya
ülkelerine enjekte ederek, amaçlarına
ulaşmada, birinci raundu kazanmış oldular. Bu arada duvarda asılı bulunan
Kuranı okuyup, içinde ne yazıyor diye ne kendimiz ne de çocuklarımıza
okutabildik. Anlayarak okunmuş olsaydı, bugün din bezirganları kimseyi kolay
kolay kendi çıkarlarına kullanamayacaklardı..
Meselenin diğer önemli bir yüzü de budur.
Neyse konuyu fazla
dağıtmayalım, nerede kalmıştık? Evet,
ufak ufak gelen değişikliklerde kalmıştık.
Şimdilerde “Andımız” ve “Atatürk’ün Gençliğe Hitabı”nın kaldırılması
gündemde… Ve bu değişikliklere daha neler eklenecek onları da yakında hep
birlikte göreceğiz. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli,
"AKP'nin, Gençliğe Hitabe'den rahatsızlık duyduğu, Andımıza el uzatmayı
planladığı, İstiklal Marşı'ndan gocunduğu ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü
hedefine alarak Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu öğelerini dinamitlemek için
adice faaliyet yürüttüğü belirgin hale gelmiştir" dedi. Bahçeli, sürecin
böyle gitmesi halinde önümüzdeki dönemlerde başkent Ankara'nın durumunun
tartışmaya açılabileceğini ve Mustafa Kemal'in de darbeci yaftası yiyerek
verdiği milli mücadelenin sorguya çekilebileceğini söylediyse, artık ne
yazacağımı bilemiyorum!
Kurbağa hikâyesini bilmeyenimiz yoktur…
Önce yapılmak istenenler gündeme atılıyor, insanlar tepkide gösterse, günlerce
gündemde tutularak alıştırılıyor, suyun altı yavaş yavaş ısıtılıyor ve kurbağa
da kaynamış bir vaziyette sessizce istenen kıvama geliyor… Olay bu…
Daha önceki birçok yazımda “Basın
Özgürlüğü”nden sık sık bahsetmiş ve bazı kalemlerin yazı işleri müdür ve
patronlarınca susturulduklarını, gazetelerinden kovulduklarını, programlarının
yayından kaldırıldıklarını yine birçoğunun da içeride uzun süredir yargılamayı
beklediklerini söylemiş, bu gelişmelerin sonucunda dünyada “Basın Özgürlüğü”
alanında aldığımız sonlardaki durumumuzun tescillendiğini belirtmiştik.
Şimdilerde de Star Gazetesi’nin Başyazarı Mehmet Altan’ın açıklamaları
kamuoyuna bomba etkisi yaptı. Neler
söyledi Mehmet Altan ben size özetini vereyim; “Hükümet biat istiyor. Sapına
kadar sansür var. Bizden eleştiri yapmamamız isteniyor. Yeni bir Türkiye adına
(Sanırım Ilımlı İslam’dan bahsediyor) konular ikiye ayrılıyor. Ya CHP’yi ağır
bir şekilde topa tutabilirsin, ya da eskisi kadar olmamakla birlikte askeriyeyi
eleştirmeye devam edebilirsin. Siyasi baskıyla ilan topluyorlar. Gerçek
tirajlar saklanıyor. Sansüründe; “Bunu
yaz, bunu yazma” diyorlar. Umudum bitti
diye bir şey yok. Ama düne göre daha vahim bir durumdayız. O yüzden avaz avaz
bağırıyorum.” Diyor. İşte bu gelişmelere göre ABD’li ünlü yazar Paul Auster’de
“Demokratik Olmayan Ülkelere Gitmiyorum”
diyerek tepkisini dile getirdiğinde, Sayın Başbakanımız da; “Gelsen ne oluuuur, gelmesen ne oluuuur!”
diyerek alaycı tavrını ortaya koymuştu.
Muhalefet Mecliste çırpınıyor, “İç Tüzük Değişikliği” ile seslerinin
kısılacaklarını haykırıyorlar…
Medya suskun…
Halkımız, biber gazı ve copların sertliği sonrası yargı
önünde aylarca beklemenin tedirginliği ile demokratik haklarını bile aramada
korkar hale geldi…
Muhalefet susturuluyor,,,
Demokratik hakları çerçevesinde
iktidara muhalefet edenler, “Terörist” damgasıyla Silivri’yle ürkütülüyor…
Hep düşünüyorum, acaba bu gelişmelerin
ardında ABD’nin Irak Savaşı’ndan sonra askerlerimizin kafalarına çuval geçirme
olayı sonrasındaki gelişmeler yatmasın? ABD’nin Ortadoğu’yu şekillendirme
politikası ile 1994 Yılında ortaya attıkları
“Ilımlı İslam”ı hayata geçirmenin ağız sululuğu içinde Türkiye artık her
gelişmeye gebe bir ülke konumunda…
Hayırlısı demekten de kendimi
alamıyorum ve her zaman da söylüyorum; “Birlik ve Beraberlik” ABD ve onun
işbirlikçilerinin oyununu bir gün bozacaktır. Çünkü ülkemize çullanan
emperyalist ülkeler olmadık oyunlarla karşımıza çıkarak ülkemizi ele geçirmeye
çalışmışlar ancak Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Atalarımızın birlik ve
beraberlik içinde Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi vb. etnik vatandaşlarıyla olağan
üstü gayret göstererek yerine göre aç kalarak ve büyük fedakârlıklarla bozguna
uğratılmıştı… ABD’nin her zaman yapmak istediği; Önce gözüne kestirdiği ve
parçalamak istediği ülkeyi içinde gruplara ayırarak onları birbirine kırdırmak
(Yugoslavya örneği gibi) ve onlara her
türlü desteği göstererek ikiyüzlü politika ile beslemek, sonunda da onları
birbirlerine yedirerek parçalanmasını keyifle izleyerek nemalanmaktır.
Allah,
ülkemizi her türlü beladan korusun!…
Kurbağanın sıcaklığını içinizde
hissediyor musunuz? Hey! Orda mısınız?
Ertuğrul
Erdoğan
Şubat 2012 /
Bursa
www.erdoganlaedebiyat.com