Bulutlu havada güneşimdin, zamanı unutuyorum saatim sensin ...
Yaprak sarısı düşlerim kırılıyor özlemlerimde can yanığı rengi vuruken geceme z’ılgıt ılgıt ay sarısı geçmişle parçalanan kaderime yuva yapıyor yıldız karası asi gelecek kendimi izlediğim aynam küskün bakarken gözlerime suskun kediler tırmalıyor yine aklımı gece vardiyalarımda merhameti eksik bir sevgi üşüyor dudaklarımda usulca, usulca...
bir şair elinde kalemi bırakılmışlığıyla voltalarken şiirinde ecelini -ki şair olunmazdı saplanmasaydı sırtlara hançerin gümüşi - kavurmazdı satırlar sözleri dokunmazdı dudaklara nâr-ı özlem kokan bir sevda dizelerde sonra n’isyan sonra öfke ki bilmeli aşk; kader bu olabilir de, ölebilir de...
-ölmemeli-
tesbihine oturduğum bir ihtimalin eşiğinden bakıyorum yar’a alır mı diyorum içeri korkularımla uzağına düşmüş bir damla çığ ertesinde mum ışığına aşina bir dua buzu çözülmüyor öfkelerimin içimin soğukluğunda
sahi mecbur muydun incitmeye bu aşkı hani sürmüştü dudaklarımıza sevdamız sabrı hani her liman sendin ve beni getirecekti her tren garı
sus kirpiklerime dokunma sakın soğulmuş bir aşk var ıslaklığında pınarlarımın yanığı sen kokan mektup köşelerim kalemim mürekkebim kâğıdım mendilime sakladığım sözcükler soruyor hesabını dilimden bir deruni hasret kesiği aşkımızın
gidişinle yuvadan yavru bir kuş düştü sanki annesinin dilinde yanık bir lügat kahrımdan kor mezar kazdığım gönlüme mavi kefenli mahcubiyetti aşk unutma provalarımda defnedilmeyi bekleyen üç harfine heyhat
yarım kalmış besteyim boynu bükük üryan bir kalpti oysa teslimiyetinde benliğim ’seni seviyorum’ sesi çınladığında kulaklarımda leylaklar koklardı sevincimi deniz kuşları öperdi elif yanımı vuslatın resitalinde
denizden çıkmış balık gibiyim şimdilerde su diye sana sarılmıştım ya düştüğünde hayat diye nefesime nefesin seni alıp kendimi veriyordum u’mutsuzluğa gümrah rüzgârında hakir ve keskin
dur
bir söz daha söyleme okuma acılarıma dua sürme gözlerime ölümün rahlesini sıvazlama sırtından bıçakladığın kimliğimi yaklaş ve dinle dilimde küllenmiş kahırlarım var daha sana
bil ki kapatıyorum gözlerimi tüm ışıklara istersen d’okun bana sana kırıldığımı hatırlatmadan yavaşça ürkütmezsen eğer gelişinle kabul edecek gözlerim sesini bu sefer kuşkusuz musallada
düştüğüm yerden kaldır ya da beni al dilimden isyanın eskilerini ilk karşıma çıktığın an gibi -ki halen içim açıyor o boşlukta- annemi ararken deli gibi
ahvâlim mor mezar taşında yalnız bir çiçek ve toprağı nâr kokuyor bölünüyor acıları ilmek ilmek
doluyum hem de kendi suyumda boğulacak kadar da dedim ya hayatsın / öyle diyor sevda masallarım sana uyanmalıyım her gece batışında
ya da ölmeliyim yine sensiz hasret kuyumda usulca...
( Nâr-ı Hasret başlıklı yazı Nar-ı Çiçek tarafından 30.09.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. ) Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.