Amerika ne yapmak istiyor, etnik ve dini mezheplerin bolluğundaki Ortadoğu başta olmak üzere dünyanın ABD’ye uydulu diğer ülkeleri kimler tarafından yönlendiriliyor? Bu soruma hemen “Obama” diyenleriniz olduysa, yanılıyorsunuz. Obama çok uluslu şirketlerin yönettiği ve siyaset adamlarının önceden hazırladığı, raporlandığı, sonradan tartışıldığı ve işleme konulduğu dış politikalarını dünyaya sunan bir garson görevindedir.
Gelin şimdi sizlere ABD’nin İslam
ülkelerine “Ilımlı İslam”, “Arap Baharı”
“BOP”, “GOP” gibi yaftalar içinde parçalamak istediği ve daha önce sıkı fıkı
olduğu ancak menfaatlerinin örtüşmediği bir ortamda bir gecede gitmesini
istediği ülkenin yöneticilerini nasıl iktidardan uzaklaştırdığını veya
kendisine uydu siyasetçilerini nasıl iktidara taşıdıklarına bir göz atalım. ABD
bunu yaparken özellikle dincilik ve milliyetçilik akımlarını gizli ajanları
vasıtasıyla bir birine kızıştırarak toplumu ayrıştırmaya ve bir ülke içinde bir
veya birkaç düşman grupları ortaya çıkartıp, sonra da onlara destek vererek,
birbirlerini yok etmelerini sağlayarak o ülkenin parçalanmasını hayata
geçirmektedir. Örneğin, Irak, Mısır, Libya ve Arap Baharı’nı gerçekleştirdiği
ülkeler ile şu anda parçalanmak istenen Suriye… Hepsine yapılmak istenen neydi?
“Demokrasi” Peki demokrasi geldi mi?
Hayır! Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerde iktidar, Ortadoğu’da etkin olan “Müslüman
Kardeşler” ve onların uçları olan radikal örgütlerin uzantılarına geçmiş,
geçmeye de devam etmektedir…
ABD artık Irak’a yaptığı gibi askeri
müdahaleyi BOP’ de tek başına yapmak istemiyor. Artık devreye Uluslar arası işbirliği
ile NATO veya müttefik ülkeleri öne sürerek kendisine her konuda destek veren
müttefikleriyle paylaşımlı bir amaç sergilemek istiyor. Şimdi gelin ABD’nin bu
hedefe giderken nasıl bir yöntem izlediğini ilk ağızlardan dinleyelim.
Önce size ABD’nin Siyasetçisi Prof
Samuel P.Huntington’u tanıştırayım; Bu zat, ABD’nin dünya liderliğini
kaybedeceğinden korktuğu için ABD’nin önünde yeni düşmanlar olması gerektiğine
inanıyordu. Sovyetler dağıldıktan sonra Huntington’un ilk belirlediği düşman; İslam
Uygarlığıydı. Bunu yendikten sonra, yeni tehdit olarak sırada “SİND” yani Çin
Uygarlığının ortaya çıkacağını belirtiyordu. Bu vatandaş, kitabında İslam’ın
şeriata dayalı olan kadını, aile ve insan hakları konularındaki değerlerin
doğru, iyi güzel olduğunu ve korunması gerektiğini, Laikliğin kötü,
demokrasinin ise iyi olduğunu söylüyordu. Asıl yapmaya çalıştığı ise, İslam Âleminin,
Batı’nın “Ulusal Egemenlik”, “Bağımsızlık” gibi değerlerini benimsemesini önlemek,
asıl amacının ise Batı’nın sömürgeci emperyalizmine karşı kullanılmasını
engellemek ve Müslüman ülkelerin Batı denetiminde kalmasını sağlamaktı.
Şimdi de karşınızda ABD’nin Eski
Başkanı “CLİNTON” ise, bakınız neler söylüyor:
“Bütün dünya apartman gibidir. ABD bu
apartmanın en üst ve en lüks çatı katında oturuyor. Aşağıda çıkacak bir yangın
elbette yukarıyı da etkiler. Bu açıdan ABD, apartmanda yangın çıkmasını
engelleyecek önlemleri, yangın daha başlamadan almak ve yangın çıkaracak durumlara
müdahale etmek zorundadır.”
Vay be üst kat, lüks kat…
Aşağıdakilerde ezilenler, köleler!..
ABD’de özgür yazan “Tom Dispatch.com”
sitesinin Yardımcı Editörü Nick TURSE’de çok ilginç tespitler yapıyor: Bakın
neler diyor: “Amerikan Ordusunun içinde yer alan gizli bir kuvvet, Amerikan halkının
bilgisi dışında yabancı ülkelerin çoğunda operasyonlar yapıyor. Bu yeni seçkin Pentagon
gücü, büyüklüğü ve kapsamı şu ana kadar hiçbir şekilde açıklanmayan bir küresel
savaşı yönetiyor” Yani; “Özel
operasyonlar adı altında önemli kişilere yönelik suikastlar, daha düşük profilli
hedeflerin öldürülmesi, adam kaçırma, kontrgerilla baskınları, yabancı güçlere
ortak harekât ve eğitim”
İşte bunları okuduktan sonra aklıma
ülkemde meydana gelen şaibeli olaylar film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Henüz
katilleri bulunmayan Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Necip
Hablemitoğlu gibi birçok aydının suikastla öldürülmeleri. Yine Orgeneral Eşref
Bitlis ve Muhsin Yazıcıoğlu helikopter kazaları, ASELSAN’da intihar ettiklerii
belirtilen mühendisler. (ki onların ABD’den alınan F16 uçaklarının
yazılımlarını çözdükleri belirtilmişti.) Alevi vatandaşların evlerine yapılan
işaretlemeler, Kahramanmaraş ve Sivas olayları… PKK’nin kaçırdığı söylenen
parti yöneticileri, milletvekili, öğretmen, polis vb. Ve yıllar öncesinden
yapılan sağ-sol çatışmaları, aleviler ile sunileri birbiriyle karşı karşıya
getirmeler, şimdi de Türk-Kürt milliyetçiliğini karşı karşıya getirme,
Cumhuriyet ve Ilımlı İslam kızıştırmaları… Sahi, ABD’nin PKK konusunda bizimle
gerçekten istihbarat paylaşımı yaptığına da inanıyor musunuz? Bunu neden sordum
biliyor musunuz? Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Barzani ile
Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın “Bir daha Davos’a gelmem!” dediği Davos’un bir
otelinde bir saati geçkin bir araya gelerek, “İmralı-PKK Görüşmeleri” ile “Kerkük
Petrolleri” hakkında görüşmüşlerdi. Aklıma 2007 yılının 21 Şubat’ında başlayan
ve kısa bir süre sonra 28 Şubat’ta sona eren Kara Harekâtını hatırlarsınız. 28
Şubat’ta ABD Savunma Bakanlığı görevlileri ile yapılan görüşmelerden sonra
operasyon tamamlanmış ve Türk ordusu aniden geri çekilmişti. O dönemin CHP
Genel Başkanı Deniz Baykal ise, ABD’nin PKK’nın tam olarak bitirilmesini
istemediğinden operasyonun sona erdirildiği belirtmişti. İşte size ABD’nin Kara
harekâtımızı sonlandırmasını istemesinin nedenlerini Savunma Bakanları Leon Panetta’nın
Irak raporunda gizli İşte o iki madde:
1.
Irak’ın
birliği ve bütünlüğü korunmalıdır.
2.
Irak’ın
komşularının müdahalesi durdurulmalıdır.
Bunlar kendiliğinden çıkan olaylar ve
gelişmeler olmasa gerek, diye düşünüyorum. Evet, Şimdide çok önemli bir
konuşmayı aktarıyorum: ABD’nın Irak Savaşı döneminin Dışişleri Bakanı Conddezza Rice’yı bilirsiniz.
Peki, nasıl bilirsiniz? Şu sözlerini dinleyin ondan sonra karar verin: “ Fas’tan
Basra Körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devlet rejiminin sınır ve
haritaları değişecektir. Bunlar içinde Türkiye’de bulunmaktadır.”
Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın eş
başkanı olduğu söylenen BOP yani GOP’un arkasındaki adamı biliyor musunuz?
Obama’mı, hayır, hayır ona ülkesinin dış politikasını dünyaya sunan garson
demiştik. “Tarihin Sonu” adlı kitabıyla ünlenen Francis Fukuyama’dır. İşte
zattın ne yaptıklarını hep birlikte görüyoruz. Şimdi Suriye’deyiz. Biraz
zorladı ama planları sabırla devam ediyor. Orası da üçe-dörde parçalandıktan
sonra sıra kimde dersiniz? İran mı? Ya sonra? “…Ondan sonra…” diye bir şarkı devam eder
gider ki sormayın gitsin!
Yukarı da bir zattan bahsetmiştim.
Hungtington. Türkiye’nin Arap dünyasına model olabilmesi için “Atatürk’ü
reddetmesi gerektiğini ve kendi dogmaları içinde hapsedilmiş sözde bir “Ilımlı
İslam Demokrasinin” emperyalizmin merkez kapitalizmiyle bütünleşmiş olan dışa
bağımlı kukla bir rejimin kurulmasıdır.”
Yani biz Cumhuriyet Devrimlerimizle
mi, yoksa Ilımlı İslam içindeki modelimizle Araplara örnek olacağız? İşte
önemli bir soru!.. İslam, Arap, Osmanlı ve Ortadoğu Uzmanı Tarihçi Prof Bernand
Lewis neler diyor: “Türkiye’de gidiş artan biçimde yeniden İslamlaşmaya doğru gidiyor. Hükümetin
böyle bir niyeti var ve çok ulusça Türk toplumunun çeşitli kısımlarını ard arda
devralıyor. Ekonomi, iş dünyası, akademik topluluk, medya ve şimdi geçmişte
Cumhuriyet rejiminin kalesi olan yargıyı ele geçiriyorlar.” Lewis, İran’ın gittikçe demokratikleştiğine
ve Türkiye’nin ise gittikçe İslamlaştığına dikkati çekiyor ve 10 yıl içinde
Türkiye ile İran’ın yer değiştireceği ihtimaline değiniyor.
Şimdi de Başkan R. Tayyip Erdoğan’ın
Arap Baharı sonrası Mısır’da yaptığı konuşmadan bir bölüm verelim: “… Türkiye’de anayasa laikliği devletin her
dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir.
Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak Müslümanım ama laik değilim. Fakat laik bir
ülkenin başbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama
özgürlüğü vardır. Ben Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını isterim.”
Son olarak Malezya’nın dini lideri Nik
Abdulaziz’den ilginç bir konuşma: “İslam’da ılımlılık olmaz. Malaylar, laiklik
taraftarı değildir. İslamın bir devlet ideolojisi olabileceğini kanıtladık.
Ilımlı olmasına gerek yok. Devlet dairelerinde çalışan bütün kadınların türban
takılması zorunludur. Vatandaşlar için bunu zorunlu kılmadık ancak telkinde
bulunuyoruz. Sigara fabrikalarını kapattık. Çünkü sigara içmek İslam’da
aykırıdır. Yine İslam Bankasını açtık. Bu bankalarda faiz uygulanmaz. Çünkü
faiz haramdır. Atatürk’ün yaptığı İslam dinine aykırıdır. İslam devleti laik olmaz. İslam ve politika iç
içe olmalıdır.
Şimdi bu dini liderin son sözlerine
çok dikkat edin: “…Ben burada AKP’nin uyguladığı birçok stratejiyi örnek alıyorum. Yavaş
yavaş derinden ilerliyorlar. Orduyla ve AB’yle dengeyi kuruyorlar. Kimseyi
fazla sinirlendirmiyorlar. Çok iyi düşünülmüş, diplomatik bir stratejileri var.
Umarım Türkiye’de AKP sayesinde alevlenen İslam bilinci laikliği yok eder.”
Türkiye, Arap-İslam âlemi için bir
model ülke olmasını isteyen ABD için, hangi yolu seçecektir. Atatürk’ün kurduğu
Cumhuriyet ilkeleri bağlamında ilerleyen demokratik, laik ve hukuk devleti
ilkelerine bağlı olan ve çağdaşlaşma yolundaki Türkiye’mi yoksa şeriata
dönüştürülmüş, bütün çağdaş kazanımlarını yitirmiş, totaliter bir rejimin
pençesine düşmüş Türkiye’yi mi?
İşte bu soruya da siz yanıt bulun…
Başlık için özür! Karıştırmışım!
Affola!
Ertuğrul
Erdoğan
Ocak
2013/Bursa