Sevgilim,

Mavi gözlü kumral yârim,

Bir tanem,

Vakit çok geç artık

Öbür yarısını vuruyorlar gecenin

Akrep ve Yelkovanlar…

Biliyorsun seninle yarım kalmış

Ve hep yarım kalacak bir sevdamız vardı.

Vazgeçtim ayları ve yılları sıralamaktan

Çünkü onlardır saçlarıma karları yağdıran.

Ümmi-köylü kadınlara dönmüş parmaklarım

Saniyeleri saymaktan.

Anlam kaybına uğramış birer cümledir gayri

Sensiz geçen gün ve gecelerim.

Çünkü o amansız ayrılıktan yaşam artık

Aykırı bir çılgınlıktır hüzünlü vadilerimde.

Bir delinin saçlarına takılırcasına

Kayıp gitti avuçlarımdan

Günün bereketi ve gecenin dinginliği.

O kasırgadan uzun ve karanlık gecelerime

Armağan olsun için yalnızca üç diri kaldı bulvarlarımda:

Yaralı kalbime aşkı saran Mevla’m

Hüznün köz gibi yaktığı yüreğim

Ve ciğerlerimi esir alan cigaram.

Yokluğunun yasından

Bütünüyle karanlığa bürünmüş gün ve gecelerim.

Aradan geçen onca zamana rağmen

Henüz başka bir diriye tanıklık etmedi kanlı gözlerim.

 

Gülüm,

Herkesin uykuyu acımasızca yudumladığı

Gecenin bu geç saatlerinde

Sana, bana yani bize dair

Ne kadar da çok şey anlatmak isterdim.

Bunu bilemezsin.

Lakin yorgunum, tükenmiş kelimelerim

Anlatamayacağım biliyorum.

Biliyorum gülüm biliyorum

Sevgimi taşımaktan aciz şehirli yüreğin

Hiç de kaldıramaz sevda yüklü kelimelerimi.

Güneşe tutulan kar misali erir,

Akıp gider karanlıklara

Bir yitiğin oldum,

Bir de yetimi olmak istemiyorum

Tahammülsüz şehirli yüreğinin.

 

Ey hazan gülüm,

O tertemiz sevdaya yar olmadı mevsimler

Yar olmadı hem gündüz hem de geceler.

Bu gece aşkın künhünü ve kökenlerini sorguluyorum.

Çetelesini tutuyorum sevdaya öykünen yüreklerin

Kimisi can kokuyor kimisi kan

Kiminden irin akıyor kiminden katran

Kiminden de bardaktan boşanırcasına

Tertemiz bir sevda akıyor.

 

Kor bir metal kıvamında bir yürek arıyorum.

İnanç ve sevgisinin henüz yazılmadığı bir yürek.

Okyanusların en derin yerinde

En güzel bir incinin avına yatan avcı misali

Delicesine bir yürek arıyorum.

 

Gülüm,

Semt pazarlarında bile ipliği dahi satılmıyor artık

Bu şehrin aşkları ve âşıklarının.

Aşka dair o kırık cümleler

Hiçbir şey çağrıştırmıyor bana artık.

En büyük yalanlarıdır buradaki âşıkların

“Seni seviyorum…” yollu kelimeleri.

Bu şekil yazılsaydı daha doğru olurdu

O kaypak ve kandırıkçı cümleler.

“Ey bu şehrin en büyük aptalı

Benim tutkum ne sana ne de sevdanadır

Bütün özlemim çil altınlarına ve bolca paranadır.

En büyük hayalim son model arabalar,

Üst üste yığılmış şatafat ve Leopar kürkler,

Havasına yandığım denize nazır katlar ve yatlar

İşte budur kanımı kıpır kıpır kaynatan

Budur sevgi niyetine yüreğimi yerinden oynatan…”

 

Buyurun dostlar, hoş geldiniz mal pazarına

Şöyle buyurun çağın aşklarının onuruna ve arına.

Buyurun çorak yüreklerin katleylediği

O pak kavramların hüzün dolu niyazına

Buyurun er kişi niyetine,

Tertemiz bir aşk ve sevda namazına…

Ey hazan gülüm,

Bu şehirde okunan tiradlar ne sevdaya ne de aşkadır.

Buradaki serzenişlerin rengi çok daha başkadır.

 

Vitrinleri işgal eden kauçuk dekolte derki:

Para-pul yaratmış mutluluğu

Bu öylesine tuhaf bir kofluk ki

Ne kuduz farelerin beyaz bir kâğıda kusmuğu

Ne de aylak bir tilkinin kronik uyuzluğu

Anlamlı kılamaz bunu,

Safiyeti bozulmamış dimağlara.

Ki sırrı bu ise aşk ile sevdanın

Gülünmeli hallerine

Ferhadın, Mecnunun ve Yusuf’un.

Silinmeli isimleri hikâyelerden, Şiirlerden

Leyla’nın, Şirinin ve Züleyhanın

Ve huzuruna çıkıp selam durmalı

Pazarlıksız bir aşkın, Tertemiz bir sevdanın

 

Ey hazan gülüm,

Ey ömrümün bilmecesi,

Kara geceleri düşürmüyorum umut ve sanrılarına

Gizemli kaprislerin abartılarıyla rotanı şaşırtmıyorum

Senden kurtulmanın işportasını ise hiç kurmuyorum

Bildiğimiz zaman ve mekânın vadilerinde beni sevmek

Bazen maviliğe uçan kelebeklerle hoyratça dökülmektir.

Bazen rüzgârın kanatlarında bulutlara yüklenmektir.

Bazen viran bir coğrafyanın mevzilerinde

Ateş denizinin tam ortasına gözü kara yürümektir

Ve beni sevmek bazen

Kara Afrika’nın izbe kulübelerinde

Boş sofralara konuk olmaktır.

Olabilirmisin gülüm…

 

Tanıyor musun Apaçileri, Kızılderilileri

Ve aynı kaderi paylaşan binlerce yeri

Ki onlar obur bir sömürüyü kirli bir bıçak gibi

Hep taşıyorlar ciğerlerinde.

Yalnızca ezilmeye kurgulanmışlar

O halkların ve yerlerin çocukları.

Artık gülmeyi bile unutmuşlar.

Sen adı yaşam olan bu ucubeyi

Benimle paylaşabilir misin gülüm.

Ki her gün yığınla ceset toplanır oralardan

Ceset kokuları havayı öylesine zehirler ki

İnsan nefes alabilmek için

Fersah fersah kaçar o diyarlardan.

Ve ben böylesi diyarların tam ortasında

Doğup gelen asi bir çocuğum.

Katlanabilir misin varlığıma.

Katılabilir misin?

Durmadan beni kedine çeken savaşlara

Dayanabilir misin ruhumu saran isyanlara

Bir sığınak olabilir misin umutlarıma

Var ile yok arasındaki o ince çizgide

Sırdaş olabilir misin sırlarıma.

Çünkü ahdim var gülüm ahdim var.

Ben daha doğmadan

İnancım aşkım ve toprağım adına

Verilmiş bir ahdim var.

Ve ahdim var bunun için tarihe bir not düşmeye

Ahdi bir er sözü belleyip

Ahitleşebilir misin varlığımla…

 

Hazan Gülüm,

Aldatamam hiç kesmeyi hep aldanırım.

Beni sevmek, kor bir ateş parçasını

 Avuçlarında soğutmak gibi bir şeydir.

Beni sevmek başlı başına bir yürekliliktir.

Anam ellisinde, hala odun taşır sırtında

Babam, nasırlı elleriyle ağır ırgatlıklara doğmuş

Hala kara lastikler var ayaklarında.

Bense bir baş kuru soğan, biraz pekmez, biraz yoğurt

Ve kurumuş saç ekmeği parçalarıyla

Bilendim yaşama,

Filizlendim dağ başlarında.

Coğrafyamın bütün çocukları gibi

Hep aynı şeylerle büyüdük.

Rüyalarımızda bile oturmadık mükellef sofralara

Yumuşak patikler nedir bilmeyiz

Üryan ayaklarla dalardık koyu çalılıklara

Hiç tanıklık etmedik o bildiğin oyuncaklara.

Buğulu bir toprak kokar her yanımız

Çünkü toprağa atmış şafağımız.

Beton yığınlarını delerek

Dokunabilir misin bizi doğuran toprağa

Dokunmak şöyle dursun

Düşlerinde dahi uzanabilir misin?

Bize ana

Bize yar

Bize diyar olan toprağa.

 

Gülüm,

Berrak bir inancı

Ve aşkın bir özgürlüğü solumak için

Yoktu öylesine lüks ve canhıraş çabalarımız.

Yıkık harabelerin kuytuluğunda

Avlumuzun çitine bağlı sırtı sağlam bir Uzun kulaklı

Bir nacar, bir tahra, birkaç küçükbaş hayvan

Mahir ellerden süzülmüş bir karasaban

Yetip artıyordu umut ve yarınlarımıza inan

Ana kucağına düşer düşmez

Zahidane bir yaşam

Ve dervişane bir kanaatkârlık

Bize biçilmiş bir kaftandı buna inan.

 

Ah nazenin gülüm…

Kasırga gülüşler sarmıştır gırtlağını şimdi

Bir delinin saçlarından savrulan kelimelerim

Kulağına geldiği zaman

Biliyorum…

Fermanımın hükmünü çoktan yazmışsın

Ya soğuk diyarların papağanı

Ya da fillerinden muaf bir divaneyim

Şehri teğet geçen gözlüklerinde

Biliyorum…

Anlamaz beni yatların rehaveti

Anlamaz vitrinlere caka satan endamlar

Anlamaz tripleks villaların vestiyerine asılmış

Leopar kürklerin cebindeki meşin cüzdanlar

 

Lakin kıran girmemişse beyin hücrelerine

Ve şatafatın hain elleri talan etmemişse

O tahammülsüz şehirli yüreğini eğer

Ve hala inancımın bir eriyim diyebiliyorsan

Konuş ey şehir yürekli kız!

Gökten inen mesajlar yalnızca şehrine mi indi.

Şu arlanmaz beton yığınlarının arasından

Getir bana bir nebi, bir resul kokusu

Getir bana kutlu bir devrimci coşkusu

Ab-ı Hayat diye ciğerime solarım

Her derde deva diye yüreğime salarım

Lakin bulamazsın heyhat..

Çünkü onlar iğrendiler

Çünkü onlar irkildiler

Pespayeliklerinden bu şehrin

Kalanlar ise melül ve mahzunlar

Şafağı atmayan bir seherin

Dayanılmaz karanlığından.

 

Ey şehir yürekli kız

Bakmaya gerek yok manzaralara

Yüreğin aynasıdır bu şehrin

Çünkü şehrinden biliyorum yüreğini senin.

Sadece asaletinin tasdiki aşkına

Ya da fiyakalı bir sükse aşkına

Limuzininle kenar semtlerini gezdin mi bu şehrin

Konuklandın mı, hayâları yaşmaklarından okunan,

Anadolu’nun ay parçası kızlarına.

Sen olamazsın bunu biliyorum.

Çünkü bütün bunlar, antik çağlardan kalma bir masalın

Minyatür görüntüleri gibi yansır çağdaş lüksüne,

Obur bir bencilliğe boğulmuş süksene.

 

Sivrilmemiş ojesiz tırnaklar

Allık konulmamış melek safiyetli yanaklar

Cımbız tanımamış hilal kaşlar

Ve daha sayamadığım, iğdiş edilmemiş

Bin bir çeşit fıtri doğallıklar

Bana duru bir inancın tanıklığını eder

Sana ise ilkel bir anılmayı resmeder

Anlamaz bunu vurgun yemiş şehrengiz yürekler

Biliyorum…

Bütün bunlar zamanın gergefinde dokunmuş

Arkaik bir masalı

Veya hiçliğe okunmuş soyut bir şarkının

Cılız nağmelerini öykünüyor sana

Biliyorum

Hamburgerlerin,

Pop cazın, Loş ışıkların yoğurduğu

Mac Donald’lardan kalma şehrengiz yüreğin

Anlamaz bütün bunları

Bunu da biliyorum.

Bütün bunların üstüne o nazlı yüreğini

Açabilir misin yangınlarına yüreğimin

Açabilir misin ey şehir yürekli kız.

 

                                          İst. Eylül 89

( Sevdalığıma Gece Yarısı Mektubu başlıklı yazı Sedat DOĞAN tarafından 10.11.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.