Kurallara riayet eden
bir çocuktum, her ne kadar istisnalar kaideyi bozmasa da.
Mesleğim öğrencilik;
birinci vazifem büyüklerime itaat edip, ders çalışmaktı. Arada kaytardığım da
olurdu tabii ki yaşıtlarım gibi.
Seçeneğim yoktu.
İnsanları incitmek, rencide etmek asla kitabımda yazmazdı ama gel gör ki kolay
incinirdim. Kolaylıkla da kabullenirdim, her ne uygun görüldüyse.
İnsanlar rahatlıkla pek
çok konuda, özgür iradesini kullanıp seçim yapabilmekte ve buna çocuklar da dâhil.
Ne var ki, benim ne böyle bir hakkım vardı ne de itiraz etme seçeneği…
Öğrencilerin antipati
duyduğu öğretmenler olabilir; hemen hemen herkesin aklının bir köşesinde
muhafaza ettiği öğretmen prototipi hep olmuştur. Ama öte yandan öğretmenlerin
ayrımcı olması ya da bazı öğrencilerini rencide etmesi, diğerlerinden ayrı
tutması, ne insanlığa sığar, ne de öğretmenlik mesleğine; bu, tam anlamıyla
pedagojiye ihanettir.
Şanssızlık yaşadığım
konulardan biri de; yukarda bahsettiklerimden bihaber öğretmenlerden birine
denk düşmemdi, öyle ki gözümde her daim öğretmenlerin yeri ayrı olmuştur, değil
karşı gelmek, bunun düşüncesi bile uzaktı bana (çocuk aklımla.)
Ve her ne hikmetse,
talihsizliğim, bana, cehennem azabının anlamını çözmekle sonuçlanacaktı.
Görünüşte sevgi dolu,
sempatik bir zattı kendileri. Ben, zaten, hayatı okul ve ev arası mekik
dokumaktan ibaret, öğrencilikten emekli olana kadar mecburi hizmetini
sürdürmekle mükellef talihsiz bir vakaydım.
Şahsı muhterem, ilk
günden beri, tabiri caizse bana takıktı. Her gün farklı bir sıraya oturtur,
yerimi değiştirmeyi bir marifet sayar, kısaca dama taşı gibi oynardı benimle.
Nihayetinde en arka
sıraya sürüldüm ve kanımın son damlasına kadar da orada oturmaya mahkûmdum, her
ne kadar gözlük kullanmak gibi bir mazeretim olsa da. Başka bir seçeneğim
yoktu; meğerse iyi günlerimmiş o günler. Sınıfın kalanı sabit sıralarında
oturmaya devam ediyordu bu arada.
Ve bir gün görev yerim
değiştirildi aniden. Bu sefer, sürgün yerim, önlerden bir sıranın duvar dibiydi.
Sıra arkadaşım mı talihsiz, ben mi; bunu zaman gösterecekti. Sınıfın en
tepkisiz, en pasif öğrencisi olan zat, onun yanına oturmamla, ilahi güce sahip
oldu aniden. Duvarla artık dip dibeydim, neredeyse duvara yapışmış vaziyette, kendime
yeni bir tayin bekliyordum. Şikâyet etme hakkım ise asla yoktu, zira sevgili
hocamızın espri kaynağı olma ihtimali pek sıcak gelmiyordu bana.
Değil günler, dersler
geçmek bilmiyordu. Mümkün olsa sınıftan hatta okuldan bile firar etmek,
planlarım arasında yer etmeye başlamıştı. Ne var ki, plansız bir vukuat beni
bekliyordu.
Sevgili sıra arkadaşım
ant içmişti adeta. Yine sırayı sahiplendiği günlerden biriydi. Açıkçası,
bilmediğim bir özelliğim olduğunu o gün öğrenecektim.
Eğer ki duvarın dili
olsaydı, herhalde beni uyarır ve ‘’Yeter!’’ diye de bağırırdı, her ne kadar
benim sabrım sınansa da. Meğer ‘’Yeter!’’ diye bağıran ben olacakmışım…
Tekdüze günlerden
biriydi. Ne defterime ne de bana yer vardı alışagelmiş üzere. Nasıl olduğunu
bilmiyorum, ama artık sabrım iyice taşmıştı ve hayatımda ilk defa birine yumruk
attım: İlk ve son defa. Hem de bunu sol elimle yapmış bulundum, üstelik isabet
alan nokta çocuğun kulağıydı. Anında kıpkırmızı kesilmişti kulağı, hatta öyle
ki, o güne değin gördüğüm en kırmızı kulaktı…
İşin ilginci, sınıfın
tümü inanılmaz bir şekilde ıslık çalıyor ve beni alkışlıyordu: Bir kâbustu
yaşadığım ve uyanmak istiyordum.
Öğretmen çoktan dersi
bırakmış, her şeyden bihaber, sınıfı susturmaya çalışıyordu. Üstelik o aralar
Rocky filmi henüz vizyona girmemişti bile. Adam beni keşfetmiş olsaydı, garanti
kadroya dâhil ederdi. İşin şakası bir yana, durum vahimdi ve hedefi on ikiden
vurmuş bir halde şoktaydım. Çocuğun halini hiç sormayın.
Çok kötü bir örnektim.
Bu kadar aklı başında görünen, üstelik bir de kız çocuğu olarak, sıra
arkadaşını yumruklayan bir öğrenci. Yazıklar olsun bana, yazıklar olsun bana
verilen emeklere!
Ama laf aramızda,
adalet yerini bulmuştu er ya da geç. Akabinde, önde, cama yakın yeni bir sıra
yeni mekânım olmuştu: Hem de ebediyen aynı yerde oturmak kaydıyla.
Gelelim mağdura: O
günden sonra, bir kere bile yaklaşmadı yanıma, hep uzak durdu benden, Allah’tan
her hangi bir sağlık sorunu yaşamamıştı. Tam anlamıyla, süksesini yitirmişti
sınıfın gözünde; sınıfın artık yeni bir kahramanı vardı! (Ne kadar da içler
acısı bir durum.)
İçimdeki birikim bir
yerden sonra patlama noktasına gelmiş ve infilak etmişti. Olayı farkında
olmadan kendi yöntemlerimle halletmiştim.
Gayri ihtiyari bir
tepki idi verdiğim ve hayatımda atıp atacağım ilk ve son yumruk.
Üstelik tekrar başka
bir sıraya sürgüne de gönderilmedim o günden sonra. Zaten gönderilsem bile,
büyük ihtimalle ıssız ve boş bir sıraya düşerdim.
Bu olaydan herhangi bir
ana fikir çıkarmak gibi bir niyetim yok. Pek çok sonuç ve anlam çıkarmak mümkün
zira: Baskı, etki tepki ilişkisi, sabır, anlayış… Kısaca, öğretmenlerin
öğrencilerin gözünde ve de hayatında ne denli önemli olup, gelişmelerindeki
şekillendirici özelliğinin yadsınamaz bir gerçek olduğu gibi…
Tüm öğretmen ve
öğrencilere sevgiler…