Soğuk bir yandan,
karanlık ve açlık diğer yandan esir almıştı Sevinç’i. Saatler gün gibiydi,
zaman ağırdan ilerliyordu. Yediği darbelerin etkisiyle canı yanıyor, için için
gözyaşı döküyordu.
Odaya kapatıldığı ilk
andan itibaren, ne idüğü belirsiz koku da cabasıydı üstelik her geçen dakika
artıyordu kokunun şiddeti.
Zaman mefhumu anlamını
öylesine yitirmişti ki ne zamandır burada bulunduğu bir yana, çektiği bu akıl
almaz işkenceye de bir anlam veremiyordu. Artık dışarıdan gelen sesler de iyice
etkisini kaybetmişti. Arada sırada kapının altından görünen gölgelerin dışında hiçbir
yaşam belirtisi yoktu. Yoksa onu burada terk edip gitmişler miydi, hoş ne
yazardı ki gitmeleri ya da kalmaları, sonuçta tek başına mücadele edemeyecek
kadar yalnız ve yorgundu.
El yordamıyla duvarlara
tutunup ayağa kalkmaya çalıştığı her an, inanılmaz bir baş dönmesiyle yine
çöküyordu yere. Öyle ya uzun süredir aç, susuzdu. İşin kötüsü sağında solunda
garip cisimler hissediyordu, her ne kadar kabul etmek istemese de odada fareler
cirit atıyordu. Ara sıra üzerine çıkıp, ısırmaya çalışıyorlardı. Gerçekten de
bir kâbustu içinde bulunduğu durum. Hala da çözememişti yanındaki soğuk cismin
ne olduğunu ama kesin olan bir şey varsa koku o cisimden geliyordu, aklına
delice fikirler geliyordu akabinde ama nasıl olurdu. Besbelli yanındaki cisim
bir insan bedeniydi hem de çürümeye yüz tutmuş.
‘’Aman Tanrım, benim de
mi sonum böyle olacak,’’ diye gözyaşlarına boğuldu yeniden.
Zaman öyle ağır öyle
ağır ilerliyordu ki, adeta yıllar geçmiş gibi hissediyordu. İçine düştüğü
durumu sorgulamayı çoktan bırakmıştı. Bir an evvel buradan çıkmanın bir yolu
olmalıydı ama nasıl… Bunu başaracağına dair hiçbir inancı kalmamıştı artık.
Üstelik tanımadığı tüm bu insanların ondan ne istediği de ayrı bir konu idi.
Kapının açılmasıyla
yerinden fırladı, sızan ışık gözünü almıştı. Kafasını çevirmesiyle çığlık
atması bir oldu. Kokunun nerden geldiğini şimdi anlamıştı. Yanında boylu
boyunca yatan bir kadın cesedi vardı, tahminleri doğru çıkmıştı her ne kadar
yanlış olmasını dilemiş olsa da.
‘’Kalk, mendebur kadın.’’
Bağıran yaşlı adamın ta
kendisiydi. Her nasılsa biri gelmişti yanına ama gelmemiş olmasını dilerdi zira
saçına yapışan adam yerlerde sürüklüyordu Sevinç’i.
‘’Bak, bak da gör…
Senin sonun da bunun gibi olacak. Ama en azından dünya senin gibi edepsizlerden
kurtulacak eninde sonunda. Ve bunu da biz sağlayacağız. Duyuyor musun, ha,
söyle…’’
Feryat figan can
havliyle adamın apış arasına savurduğu tekmeyle, bir anda kurtuldu adamın
elinden. Bu sefer yerde debelenen yaşlı adamın kendisiydi.
Tam kapıdan
fırlayacaktı ki, kafasına aldığı bir darbeyle yeniden yere yığıldı. Tam
kaçacakken son anda Muzaffer ortaya çıkmış, engel olmuştu ona. Oluk gibi kan
fışkırıyordu patlayan kaşından. Muzaffer yeni bir hamleyle ona yönelmişken, dışarıdan
gelen seslerle irkilip, olduğu yerde kala kaldı.
‘’Ağbi, ağbi… Polis,
polis evi bastı. Ne yapacağız…’’
Sokak kapısının
kırılmasıyla polislerin şimşek hızıyla içeri girmesi bir olmuştu. İnanılmaz bir
kaos hakimdi evin içinde olanlara. Hane halkı dehşet içindeydi. Nasıl bulmuştu
polis onları ve şimdi ne yapacaklardı. Kaçacak hiçbir yer yoktu…
Olaylar ışık hızıyla
gelişiyordu. Bu resmen bir mucizeydi. Nasıl olmuşsa olmuş, polis baskına
gelmişti. Sevinç gözlerine inanamıyordu. Az sonra anlayacaktı olayların
seyrini. Karanlığa daldı aniden. Kan kaybına dayanamamış ve olduğu yere yığılıp
kalmıştı…
devam edecek...