Pencereler… Kiminin renk renk, kiminin daracık, kiminin deniz kadar engin hatta ulaşılmaz…

 

Hangi pencereden bakmak mı yoksa nasıl göründüğünüz mü o mesafeden ya da duruşunuz itibariyle mi…

 

Evet,duruşunuz; dik veya eğik, olması gereken mi, olmasını istediğiniz mi ya da olmanız istenen mi…

 

Nereye baktığınız belki de; kimin nasıl göründüğü, görmek istediğiniz yoksa nasıl duyumsandığınız mı…

 

Fark eder mi ki? Sizce…

 

Ya olduğunuz gibisiniz ya da zihinlerde yer eden o egosantrik profile uygunsunuzdur. Belirli kalıplara müdahil ederler sizi, sormadan üstelik.

 

 

İkilem dolu bir yaşam ve ikilem dolu nice insan.

 

Ve gizem dolu zihinlerdeki sayısız profil, eşleşmek zorunda kaldığınız: Eşleşmek ya da benzemek tasavvur edilene. Zira kabul görmek adına mecbursunuz uyum göstermeye.

 

Mevlana’nın deyişiyle; insanın göründüğü gibi olması ya da olduğu gibi görünmesi sadece tarihin tozlu sayfalarında kalmış bir öngörü.

 

Değişmemek adına değişime direnmek ise ayrı bir kıstas: Sizi genelden ayırıp özel kılan, hatta ayrıştıran. Çünkü ‘’özel’’ diye tabir edilen bu sıfat bile yeri geldi mi bir aşağılama yöntemi olarak kullanabilmekte.

 

Farklı olmak adına verilen uğraş ise oldukça hezimete uğratmakta.

 

Hayır, neyin savaşını veriyorsunuz ki? Aslında bir savaş bile değil uğrunda heba olduğunuz.Sadece akıntıya kürek çekmek sizinki. Ve teknenin alabora olması öylesine muhtemel ki.

 

Yüzme bilin ya da bilmeyin: Karada bile yürümeniz engellenirken sudaki o afakî çırpınışlarınız neye yarayacak ki.

 

Ve yeri geldi mi ‘’egosantrik’’ diye tabir edilen o bencil tutum gelir yapışır yakanıza. Suçunuzun ne olduğu ise tartışma götürür ama genel kabul görmüş kurallara riayet etmemektir aslında mahkûmiyetinizin tek gerekçesi.

 

Gel gör ki bilmektesiniz haklı gerekçenizi, müebbet yalnızlığa çarptırılsanız da…

 

Sonuç itibariyle; savcı da hâkim de ve tüm görgü tanıkları da ortak bir dile vakıf. Kısaca siz ve onlar…

 

Suçunuz ve uyulması gerekenler hatta sevgi ve nefret, inanç ve itham, mutluluk ve yenilgi, hayaller ve de kâbuslar…

 

 

Bu ne depresif bir bakış açısı ne de umutsuzluğun bir göstergesi. Tek gerçek, görünenleri objektif bir bakış açısından dile getirip, duyumsamak. Ve tek gerçek: Değişime direnen benliğiniz ve reva görülenler. Sessizliğiniz ve sizi hangi pencereden gördükleri.

 

Mevsimlerin seyri: Hani ara sıra güneşli zaman zaman bulutlu bazen de rüzgârlı. İçinde savrulduğunuz o hortum; nereye sürüklediği belli olmayan ama buna rağmen razı olduğunuz. Ya da tutulduğunuz kasırga, sizi yerle bir eden.

 

Pencerelerin dibinde korunaklı bir yer bulmuş renk renk çiçeklerle dolu sayısız saksı. Ara sıra susuz ve güneşsiz kalsalar da.

 

Ve pencereler: Rüzgârın etkisiyle açılıp kapanan, ara sıra çarpan.

 

Pencereler, buğu yüzünden içeride olup bitenlerin net görünmediği.

 

Neyse ne ya da her kimse.

 

Ve herkes: Farklı pencerelerden uzanan kafalar…

 

Görmezden gelen.

 

Görmek istediği gibi gören.

 

Ya da görüp duyumsamayı bile düşünmeyen…

 

Önemli mi? Belki evet, belki hayır…

 

Ama en güzeli de o çiçekler: Pencerenin ta dibinde korunaklı bir yer bulmuş, muhafazalı, yaşam mücadelesi veren ve rengârenk… Sevgiyle ve suyla hayat bulan.

 

Sevginin eşliğinde tomurcuk dolu ve açmayı bekleyen. Umarsız ama umut dolu.

 

Sessiz ama cıvıl cıvıl…

 

( Pencere... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 20.02.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.