Dün Orhan Pamuk’un bir
“Babamın Bavulu” kitabı ve yatığı bir de Nobel konuşması vardı.
Orhan Pamuk “Bavulun
içindeki gizli yükün esrarengiz ağırlığı yüzünden dokunamaması, bavulun
içindekileri beğenmeme korkusu, babasının yazar değil sadece baba olmasını
arzulaması, derin bir dünya kurması, Batıya kaçmayı istemesi, cemaatle
inanıyormuş gibi yaşaması…” gibi daha çok cımbızlayarak alınacak birçok söz
ifadesi vardı. Okuduğum 7 Aralık 2006’daki Nobel konuşma metninde…
Bu da nerden çıktı?
Nasılsa “Babamın Bavulu” ismi “Ceketin İçindeki Adam” ismini çağrıştırdı bende ve
ben de bu yazıma “Ceketin İçindeki Adam”
adını koydum.
Bu günde artık bizim
de bir “Ceketin İçindeki Adam”ımız var. Peki, bu ceketin içindeki adam kim? Bir
Müslüman mı? Bir Hıristiyan mı? Müslüman ise yüzde kaç Müslüman? Değil ise ne
kadar Hıristiyan? Dost olamadığı artık biliniyor da, ne kadar düşman bu
biliniyor mu? Bir daha asla sırtımız yerden kalkmaz.
İhanet, karakterin
iflas ederek karaktersizleşmenin diğer adı değil midir? Hain de ihanet fiilini
işleyen değil midir? Hain bizden biriymiş gibi, bildiğimiz ve güvendiğimiz biri
gibi dolaşmaz mı yanı başımızda?
Yeri geldiğinde at,
avrat ve silahınızı güvendiğiniz birileri olmaz mı? Birlikte yola çıkılan,
güvenilen birinden insan şüphelenir mi? Demek ki şüphelenmek gerekiyor…
Tehdit, korku, makam,
para-pul, şöhret, güç ve şantaj karakterleri mecrandan-doğru yoldan çıkarmaz
mı? Asil olandan kolay kolay hain çıkmaz bunu biliriz de, asil olmayanın sağlam
olarak ayakta kalması kolay mıdır? Çok zordur.
İhaneti yaptıran güç,
elbette işini bittikten sonra haini ortadan kaldırır ki, ihaneti yaptıran gücün
kirli çamaşırları açığa çıkmasın diye… Hainin dönüp efendisine ihanet etmesine
de fırsat vermez. Hain; dürüst kalmayı becerebilseydi zaten hain olmazdı.
Netice de ihanet, ihanetle
temizlenir. Hain; can havliyle avının peşinden kaşan bir aslana hiç benzemez,
daha çok leş pişinde koşan sinsi ve tüysüz bir sırtlana benzer.
Ya Rabbi biz mi aklımı
yitirdik yoksa şu garabet kulların mı?
Bizim hoca efendilerin
zikir halkası olur, tefsir-kelam sohbetleri ya da hadis dersleri olur da
istihbarat örgütleri olmaz ki!
Dün haklarında meclise
gensoru vererek; “laik devlet yapısını değiştirerek dini kurallara dayalı bir
devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde
bulunmak” gerekçesiyle meclis araştırması isteyen Chp ve altında imzası bulunan
Kılıçdaroğlu ile cemaat bu gün kol kola, yanak yanağa!
Cemaat ise kendi
haklarında gensoru verenleri bu gün başarılı olsunlar diye kapı kapı oy
istemekte, istemek bir tarafa nerdeyse yırtınmaktadır!
Araştırma önergesinin
görüşülmesi sırasında meclis kürsüsünden salya sümük cemaate saldıranlara karşı,
cemaati savunmak da Akp’li milletvekillerine düşüyordu. Kendilerini Chp’nin bu
tasallutundan kurtaran Akp ve Tayyip’in yıkılması, kaybetmesi ve ölmesi için
ise beddua seansları düzenlemektedirler!
12 Eylül darbecilerine
methiye, 28 Şubatçılara dua, Erdoğan’a beddua… Ne denir?
Din ile diyanet ile
işi olmayan, Kuran’ı yasaklamış, başı sarıklı âlimleri darağaçlarında
sallandırmış, her türlü kirli işi mubah gören bir Chp ile bu aşk ve bu sevda ne
ola ki! Dün Cehenneme Hareket Partisiyken, ne oldu da şimdi Cemaatin Halk
Partisi oluverdi.
Tüm fişlemeler, tüm
şantaj kasetleri, Mossad ve Cia ile birlikte yapılan operasyonlar, birkaç
gazete, ulusal televizyon kanalları ve banka o ceketin cebinden mi çıkıyor?
Yüzlerce okul ve
dershane hatta üniversite, Abd’deki malikâne, Ankara’da ve Bursa’daki
Beyazsaraylar, dernekler ve federasyonlar o ceketin cebinden mi çıkmaktadır?
O ceketin Cia’nın
gardırobunda ne işi ola ki?
On iki eylül öncesinde
bu ülkenin binlerce genci niçin öldü? Abd‘nin menfaatleri ve Rusya’nın
planlarına mı kurban edildi? Darağaçlarına çekildi bu ülkenin gençleri? Dün
olduğu gibi bu gün de bu ülkenin sokaklarını hala Cia mı dizayn edecek?
Bir delikanlı çıkacak,
Türkiye’nin ekonomisine ayak bağı olan ve otuz yıl süren bir savaşı bitirecek, bağımlılıktan
kurtulup bağımsızlığa yönelecek öyle mi?
Balkan’larda, Asya’da,
Afrika’da yollar, hastaneler, okullar, cami ve mescitler, köprüler yapacak,
hafıza tazeleyip bir uygarlığı ayağa kaldıracak öyle mi?
O delikanlı ki, tüm
kurumları çürümüş, sağlık, Eğitim ve Adalet başta olmak üzere ayağa kaldıracak,
Batı bir milyar dolar borç vermezken, İmf’yi kendi ülkesinden kovacak öyle mi?
O delikanlı darbe ile
uzaklaştırılamıyor, milletvekilleri satın alınamıyor, partisi kapatılamıyor,
kaosla yıkılamıyor öyle mi?
Peki, öyle ise son
çare yedek akçeyi kullanmak… Atalar boşuna dememiş “Sakla samanı gelir zamanı…”
Eğer bu delikanlı cemaat ile de yıkılamaz ise Türkiye elden kaçıp kurtuldu
demek anlamına gelir. Artık Türkiye’yi tutabilene aşk olsun…
Hz. Ömer bıçak
darbesini yediğinde dönüp sordu “Beni vuranlar kim?” Müslüman olmadığını
öğrenince üzülmemişti ama başbakan üzülüyor.
Sayın başbakan biliyoruz
ki üzülmenize gerek yok. Her ne kadar bıçak bizden ise de bıçağı tutanlar ve
size vuranlar da Müslüman değildir…
Ceket’in kumaşı bizim
olabilir ama Ceketin İçinde ki Adam bizden biri değildir…
Burada yürütülen
mücadele Hükümet-Cemaat kavgası değildir. Bu Cemaat üzerinden Türkiye-yedi düvelin
kavgasıdır. Türkiye doksan yıllık sevr boyunduruğundan kurtulmak istiyor, yedi
düvel Türkiye’yi kafeste tutmaya çalışıyor.
Bütün kavganın ana sebebi de bu, yavru sebebi de bu… Duymayana, uyuyan cücelere duyurulur.
Siz hala anlamadınız mı?
Ant-140314