2. Bölüm:
Belli belirsiz iki
damla yaş süzüldü gözlerinden Rıza Efendinin. Öylece kaldı gittiği yerde. Allah’tan
gören yoktu bu sicim yaşları.
Kolay kolay ağlamazdı
oysa. Ne acılardan geçmişti de bu denli koyuvermemişti kendini.
Ne arkasından kulağına
çalınana kahkahalar onu yerin dibine geçirmişti ne de o aşikar beyanları
insanların: Umarsızca ve insafsızca duyduğu ve yaşadığı her ne ise…
Necla az buz çaba sarf
etmemişti doğrusu ailesi ve Rıza Efendi arasında kaldığı o çıkmazdaki dengeyi
tutturabilmek adına. Az mücadele vermemişti ailesini ikna edene değin. Allem
etmiş kalem etmiş ne mücadeleci kimliğinden ödün vermişti ne de kocasından vazgeçebilmişti.
Sonuç itibariyle
yüreğinin yarısı ailesine aitti ve tüm varlığıyla ve ruhuyla sevdiği adama ait.
Derken meyvelerini toplamaya başlamıştı Necla. Kocaman bir aile olmuşlardı
nihayetinde, sıcacık ve birbirini sevip kabullenmiş bir ailenin yegâne
fertleri.
Çocuklarının olup
olmaması o kadar da önemli değildi diğer yandan. İlerleyen zamana bırakmışlardı
bu süreci ve tüm kalpleri ile Allah’a teslim olmuşlardı. Ellerindeki servet onlara
yetiyordu. Sevginin gücü, aşkın kazanımı ve toparlanmış koca bir aile.
Mutluydular ve ötesi hiçbir
önem teşkil etmiyordu. Zaman da önemini yitiriyordu bir arada iken ve mekân da…
Ne onurundan ne de
gururundan taviz verirdi Rıza Efendi ve yine koruyordu kararlılığını ve tek
kuruş dahi talep etmiyordu Necla’nın ailesinden. İhtiyaçları olan tek şey
birbirlerine duydukları güven ve sevgi olduktan sonra ne derece önemli olabilirdi
ki geride kalan teferruat.
Hani yaralı kalbi az
darbe almamıştı hele ki Necla ile olan birlikteliklerinin ilk zamanlarında. Eksiği
yoktu Rıza Efendinin bilakis öylesine yüklü idi ki gerek kalbi gerekse ruhu
üstelik kimselerin olmadığı kadar…
Her şey yolunda
giderken Necla sızlanmaya başladı durduk yerde. Sevdiği kadının yerli yersiz
serzenişleri yüzünden durduk yerde huzurları kaçmaya başlamıştı. İlk günlerindeki
heyecan belli belirsiz sönüyordu günden güne. Belli ki alıştığı düzeni ve
ailesinin maddi imkânlarını özlemişti genç kadın. Bu ani değişim bir anda
yerini huzursuzluğa ve tartışmalara bıraktı. Necla bir çıkmaza girmişti adeta
ve derken suçlamaya başladı kocasını. ‘’Varsa yoksa gururun önde gidiyor, Rıza.’’
Diyordu da başka bir şey demiyordu. Özellikle bebeğinin kaybından sonra içine
düştüğü boşlukta en büyük pay Rıza Efendinin idi onun nazarında. Suçladığı yetmezmiş
gibi bu sefer ne var ne yok sorgulamaya başladı adamı. Bu sefer de mesleğine
atıfta bulunmaya başlamıştı. Neredeyse mesleğini bırakması gerektiğini savunacak
kadar ileri götürdü bu çözümsüz tartışmaları. Neredeyse kadın müşterilerinden
kıskanır oldu.
Ahengini yitirmeye
başlamıştı küçük ama engin diye addettikleri o yuvaları. Alışkanlıkları,
ihtiyaçları bir anda artmaya ve değişmeye başlamıştı. Sık sık ailesinin yanına
gidip günlerce eve dönmediği oluyordu Necla’nın. Uğrasa bile ne tek kelime
konuşuyorlardı ne de birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı. Zaman içinde değişen
duygu ve düşünceler aralarına öylesine bir set çekmişti ki sevginin yerini hırs
inancın yerini isyan almıştı.
Eşsiz bir rüyadan kâbusa
yönelmişti yaşadıkları. Terk edilmişliğin eşiğindeki adamı en çok yıkan Necla’daki
bu ani değişimdi. Alışkındı yalnızlığa ama sevdiği kadının onu bu şekilde
incitmesi dayanılmazdı onca yaşanmışlığa rağmen. Yer değiştiren duygular,
körelmiş istekler ve nihayetinde sona dayanan engellenmiş hayatları.
Tek celsede boşandılar
üstelik birbirlerinden hiçbir şey talep etmeden. Talep ettikleri ve sundukları
o sonsuz sevgi bir anda yitirmişti eşsiz büyüsünü. Rıza Efendinin aldığı hasar
ne kelimelerle dile gelirdi ne de anlaşılırdı hele ki Necla’nın bu ketum ve
duyarsız ruh hali perişan etmişti adamı.
Göz görmese de gönül
katlanmıyordu işte. Onca uzağındaydı artık Necla ama ihtimaller, çelişkiler ve
yıkım onarılmazdı ve bir o kadar tarifi mümkünsüz bir yıkım. Ayrılmalarının üzerinden
kısa bir zaman geçmişti ki yeni bir birlikteliğe adım attı Necla. Bu seferki
seçimi aile eşrafından ve tanıdıkları bir dostlarının vasıtasıyla olmuştu.
Talihsizliğinin yanı
sıra şimdi de bir ihanetle sınanıyordu Rıza Efendi. Her şeyi dışarıdan
izliyordu: Tepki vermeden ama için için yanarak. Tam anlamıyla ruhu iflas
etmişti. Ve eşlik eden bedeni de günden güne tükeniyordu. Sonunda Necla’nın
dediği olmuştu ister istemez ve mesleğini de elinin tersiyle itmişti adam. Ne dükkâna
uğruyordu ne de tek kelime ediyordu dostlarıyla. Çöküşün eşiğinde hatta uçurumun
tam da dibindeydi.
Ve derken Necla’yı da
görmez oldu hatta hakkında söylenen ne varsa duymazdan gelmeye başladı. Hoş kelimeler
söylemiyordu ahvali Necla hakkında.
3. Bölüm:
Tüm hazırlığı tamamdı
artık adamın. Her şey yerli yerindeydi ve her şey olması gerektiği gibi
sonlandırılacaktı.
Sabah ezanıyla birlikte
namazını kılıp çekildi köşesine.
Onca gel- git yaşıyordu
ki zihnen ve manen. Bir yanda kaybettikleri ve bir yanda Allah’a olan sonsuz
sevgi ve inancı. Yine de yetmiyordu ona. Ne kadının gidişini kabullenebiliyordu
ne de ihanetini.
Ne yapması gerektiğini
biliyordu artık. İnsanlara ve sevdaya dair tüm inancını yitirmişti.
Girdiği mutfakta son
bir kez baktı etrafına. Necla’nın elleriyle düzenlediği rafa baktı ve çerçevede
gülümseyen o iki aşığa. Nasıl da gülüyordu gözlerinin içleri.
Tüm düşünceleri
bertaraf etti bir anda. Ve son durağı olacak yatak odasına yöneldi. Usulca çekmeceyi
açtı. Herkesten hatta Necla’dan bile sakladığı silahı buldu çekmecenin dibinde.
Titreyen elleriyle kavradı.
Yalnızdı yine dünyaya
ilk gözlerini açtığı günkü kadar yalnız. Okulda terk edilmişliğin ve
aşağılanmanın verdiği eziklikle yaşadığı o yalnızlık kadar yalnız.
Ağır bir karşılık
ödemişti onca sevgi ve güven duygusunun neticesinde. Vebali çok ama çok ağır
olacaktı hatta olmuştu da hem de tahminlerin çok ötesinde. İlk günahı olacaktı
bu, Rıza Efendinin ama işleyip işleyeceği en büyük günah. Sebebi kim ya da ne
olursa olsun tüm günah ona aitti.
Bir diğer çerçevedeki
resme ilişti gözü yine. Son bir kez sesini duymayı nasıl da isterdi. Her şeye
ve tüm olanlara rağmen tek kelime daha duymadan gitmek istemiyordu bu dünyadan.
Tamamen bilincini yitirmiş bir şekilde telefonu aldı eline.
Yaşadığı acıyı
aksettirmek ya da yaşatmak ne derece doğru ya da mümkün olabilirdi ki Necla’yla
konuşurken. Yine de duyacağı son sesin sahibinin o olduğunu bilmek bile iyi
hissettirdi kendini. Ve yolculuğunu böyle nihayetlendirecekti. Kendine asla ve
asla bir yer bulamadığı dünyada kim ağlayacaktı ki arkasından.
Acaba Necla nasıl tepki
verecekti onun aradığını öğrendiğinde. Onca ihanete ve acıya rağmen belli
belirsiz gülümsedi kadını düşününce. Oysa çoktan gitmişti üstelik bir daha geri
gelmemek üzere.
Çok düşünmüştü kapısına
gidip yalvarmayı ve çareler aramıştı ve bir o kadar da inandırmaya çalışmıştı
kendisini olur mu olmaz mı diye. Bu saatten sonra hiçbir şeyin önemi yoktu
nazarında. Ne kendine yedirirdi ne de gider yalvarırdı geri dönsün diye.
Sevgisini içinde saklaya
saklaya hazırdı terk etmeye yaşadığı terk edilmişliğin ardından.
Her şeye rağmen tek bir
ümit bile yeterdi Necla’nın geri döneceğine dair. Ama biliyordu ki daha
iyilerini hak ediyordu kadın.
Hep gururu engel
olmuştu ona gidip yalvarmamak adına ama tek bir ışık görseydi çoktan kapısına
gidip yalvarmıştı.
Sıcak havaya rağmen
titriyordu ölümün nefesini ensesinde hissederken ve bir o kadar korkuyordu
içine düşeceği o sonsuz karanlıktan.
Son bir kez baktı
aynaya ve korka korka. Göreceklerinden korkuyordu ne göreceğini bildiği halde. Son
bir kez gülümsedi aynada yansıyan soluk ve silik görüntüsüne.
Yine hayal görmeye
başlamıştı işte. Kendine bakarken Necla’nın eşlik eden görüntüsü yansıdı
aynaya.
Demek ki son
yolculuğuna uğurlamak adına gelmişti yanına hayal bile olsa. Hayali bile
ısıtmıştı. Kadın bir yandan gülümsüyor bir yandan da yalvarıyordu kocasına.
-Affet beni affet…
Açıp kapadı gözlerini. Hala
oradaydı kadın, gitmemişti. O kadar gerçek ve o kadar yakındı ki. Sıcak nefesini
ensesinde hissetmişti üstüne üstük.
Dönmesiyle çığlık
atması bir oldu. Gördüğü asla bir hayal değildi, gerçekti ona eşlik eden. Yüzü gözü
morarmış bir halde ayaklarına kapandı Rıza’nın. Hüngür hüngür ağlıyordu sanki
terk eden o değilmişçesine.
Yaşadığı dehşet ve
hayret arası o duygu yoğunluğu adamı içine düştüğü rüyadan uyandırmıştı. Yaşadığı
acı ve ıstıraba şimdi de şaşkınlık eşlik ediyordu.
Gerçek ve hayal
arasında hiçbir ayırım yapamıyordu artık. Gördüğünün gerçek mi halüsinasyon mu
olduğu arasındaki o ince ayırım öylesine zordu ki…
Yoksa zamanda bir
yolculuğa mı çıkmışlardı yaşadıkları o ilk heyecanı bir daha yaşamak adına.
Ne fark ederdi ki Rıza
Efendi için. Demek ki başladıkları bu yolculuğu beraber nihayetlendirmeleri
için oradaydı kadın. İşte yine birlikteydiler yaşanan onca ihanete ve onca
acıya rağmen.
Beraber yürümeleri
gereken o yolda yine bir araya gelmişlerdi.
Sabahın ilk ışıklarında
iki el silah sesine uyandı mahalleli. Arka arkaya iki defa ateş almıştı silah…
Yine birlikteydiler ve
bilmek istemediklerine rağmen.
Hayat bittiği yerden
başka bir âleme geçiş yapmıştı tüm olanlara inat ve tüm olanlara rağmen.
Aşk kazanmıştı işte. Bir
kez daha galip gelmişti aşk, ihaneti yenip.
Vuslat galip gelmişti
hasrete bitmemek üzere hatta kaldığı yerden devam etmek adına…