Gerçekten de çok tuhaf
bir ikilemin boğuculuğundan uzak ve bir o kadar umarsızım. Zamana bırakmak
adına bir o kadar telaşsız.
Geride kalanlara
yanmayı tehir ettim son zamanlarda. Yaşanmamışlıkların esareti ele geçirdi
benliğimi zahir. Köşe başında ne çok armağan paketi var. Belki birinden
tahayyül bile edemediğim istiflenmiş hayallerim çıkar mıhlanmış düşlerime eşlik
eden.
Ah ben… Nasıl bir
yanılgıysa tütsülenmiş bir atmosferde can çekişmekteyim. Bedelli ya da bedelsiz
ne kadar ödenek varsa bir bir sorumluyum her birinden en az zavallı ve eğreti
hayattan olduğum kadar.
Ters orantılı bir seyir
halimdeyim zamanla. An tükenirken ben çoğalıyorum bu sefer. Ve ben tükenirken
düşlerim hala korunaklı bir mahiyette peyder pey yığılıyor bilinçaltıma.
Hükümsüzlük belki de
ıstırap veren. İncinmemek adına verilen her karara saygım sonsuz. Kısaca
haricimde kim varsa benden mükellef.
Tanrım, nasıl bir oyuna
geldim? Adını bildiğimi sandığım bir duygu fırtınasının tam da ortasındayım. Ne
varsa bir bir istifledim ve kim varsa bir bir terk ettim. Bir de kendimi terk
edebilsem diye az hayıflanmıyor değilim doğrusu. Ben bana uzakken nasıl oluyor
da uzağımdaki bir mucize alt etti benliğimi. Haricinde önem arz eden hiçbir şey
de yok üstelik. Kalanlar sadece tempo tutan bir kitle.
En çok sabah ezanının o
büyüleyici atmosferinde buluyorum benliğimi ve bir o kadar uzaklaşıyorum andan.
Sanki iki adım mesafe var O’nunla aramda. İnsan bu kadar mı yücelir ve yüceltir
inancın ışığında.
Dualarım kalben bu
yüzden dudağımdan fazlaca kelime dökülmüyor huşu içindeyken. Sadece sicim gibi
yaşlar süzülüyor hem de inanılmaz bir mutluluğun eşliğinde. Acıdan zevk almak
doğamıza aykırı olsa da imkânsızlıkların kıskacında çektiğim acıyı artık
kanıksadım. Ulaşamamak ve çaresizlik diz boyu ve bihaber kim varsa yakınımda ya
da uzağımda.
Ne bir teselli kâfi
gelir ne de dokunan bir el. Canhıraş ve yıkıcı bir seremoni ile kanıksadım
artık tüm acıları. Olmadığım kadar yalnız olmak iyice sarıp sarmaladı hem de
öncesindeki yalnızlıklara fark atarak.
Asla ve asla yetemedim
ve bir o kadar yetindim.
Hiç olmak mı kötü var
olmak mı varlıksız kimliklerin nazarında tasavvur ettikleri o sonsuz mefhumlar
ışığında…
Karanlık mı kötü
aydınlıkta gözlerin kamaşması mı acının neticesinde…
Sevgi denen duygunun eş
güdümlü bir mantıkla çehre değiştirmesi ise asla kabul edilemez. Hatta ve hatta
değil çehresi mezarda saklı iskeleti bile kayıplarda.
En can yakan varken yok
addedilmek. Yaşarken ölmek bu olsa gerek. Öldükten sonra ne olacağını düşünmek
ise akıllara zarar.
Çok da umurundayım
sanki ölüm meleğinin. O bile unutmuşken beni bin kere unutulsam neye yarar…
Korkmuyorum da artık
hatta ölümden bile. Sadece beklemedeyim, ismi ve cismi olmayan bir varlık artık
neyi bekliyorsa…
Nasıl ki dile gelmişse
Cemal Süreya’nın eşlik eden dizelerinde:
Ölüyorum Tanrım
Bu da oldu işte
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama ayrıca, aldığın şu
hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…