Gücün ne çağrıştırdığı
çoğumuza göre bir ikilem. Nasıl tasavvur ediyorsak ezelden beri. Belki görünen
belki izafi ama olması gereken. An itibariyle ve belki bir dakika sonrasında
değişime tekabül eden.
Zafiyet midir hassas
bir yapı yoksa güçlü bir kalkan mıdır?
Cevapları da müphem
içinde sakladığı o derin anlam da…
Ruhun asaleti midir
güçlü kılan yoksa sığ ve kuytu bir varlık mıdır kabul gören? Belki istekler
doğrultusunda nükseden bir teçhizat adına insan denen. Farklı zihniyetlerin ve
farklı arzuların rağbet gördüğü bir tahakküm sınırını çoktan açmış. Hatta
silinmek üzere her ne kadar savunma mekanizmalarımız ile engeller koysak da.
Doğru ya da yanlış addedilen
kavramların ne gibi bir çağrışım yaptığı da ayrı bir sunum. Kimin doğrusu
kimine yanlış gelirken sergilenen tüm davranışlar da aslında bizlerin gardı
değil mi…
Kılıfsız yalanlar da
cabası ve dile gelen yankıları sessiz ruhların sesli çağrışımlarla. Belki
görünen belki gizlenen. Ya da farklı açılımlar ile değişik bir seyir izleyen.
Sevginin tutumu ya da
sevginiz acizyeti çoğuna göre. Belki de sevmekten ve bağlanmaktan korkan bir
insan topluluğu kendine olan narsis eğiliminin haricinde kimseye önem dahi
vermeyen. Varsa yoksa egolar ve ihtiras dolu nefislerin eş güdümlü yolculuğu.
Gerçekler tamamen çarptırılan
ve yalanlar göze sok soka sarf edilen ve hiçbir önemi yokmuşçasına devrik cümle
ve yetisizliklerle devam yola. Yolu kesişenlere ise geçiş hakkı tanımayan.
Zoru seçmek mi kolaya
ve mümkünata yaslanıp eşeğini sağlam kazığa bağlamak mı. Ya eşek ölürse deyip
bir kaygı da taşımamak ötesinde.
Ötekileşen bir dünyada
ötekileşmemek adına farklı kılıklara girip zafiyetlerini yargılamak
haricindekilerin her şey mubah ve yolundaymışçasına…
Belki zoru seviyoruz
belki kolaya kaçıp mücadeleyi elden bırakmıyoruz.
Huzur mu aradığınız ya
da tarifi imkânsız bir mutluluk mu? Varsa bulan bu nadide değer ve imkânsızlığı
süre gelen mefhumları beri gelsin. Ya ödenen ya da ödenecek bedeller?
Bedelsiz ne olabilir ki
bu ölümlü dünyada? Ebedi bir istirahat değil mi eninde sonunda kavuşacağımız?
Ya karşıt görüşler ya
savunma tutanakları gerçeği ve doğruyu savunan?
Ne de olsa kendi
doğrularımız önem teşkil ediyor. Ötesi yok değil mi…
Tutunduğumuz dallar
çoktan kırıldı oysa hatta dal bile değilmiş onlar. Sadece görüntü itibariyle bir
hayalden ibaretmiş. Aşk gibi, sadakat gibi ve yalan gibi.
Sonucu bu olmamalıydı
hassas ruhların tapınaklarını koruma adına verdiği mücadele.
Ne başı yolun ne de
sonu. Kim bilebilir ki bir sonraki kavşakta neler olabileceğini…
Kabul gören mi hak
verilen mi… Yoksa inanıp devam etmek mi sorgulamaya hiçbir sonuç elde
edemeseniz de… Belki de direnmek değişime her ne kadar hak etmediğiniz
davranışlara maruz kalsanız da.
Ama en önemlisi değil
mi öz güveninizi ve kendinize duyduğunuz sevgi ve saygıyı diri tutmak. Elden
geldiğince tabii ki ve her hangi bir dayanağınız olmasa da.