2.Bölüm:
Gördükleri inanılır
gibi değildi, bir yandan öfke kemiriyordu içini Zehra’nın.
-Eh, be kadın bunca
sene bunun için mi çektin onca cefayı. O sana tek tatlı söz söylemezken olacak
iş mi şimdi başka bir kadınla beraber olması…
Aklı almıyordu ama
kızgınlığı üzüntüsünü geçmişti. Kadınlık onuru yerle bir edilmişti. Ömrünü heba
etmişti ailesine ama ne için, ne için…
Şimdi, gidip yüzleşse
kocasıyla inkâr edecekti. Ola ki çocuklarını alıp gitsin gelir bulurdu gittiği
yeri. Ne yol bilirdi kadın ne yordam. Ne parası vardı ne kalacak yeri.
Bir şeyler yapmalıydı.
Bir yolunu bulup ayırmalıydı yolunu kocasıyla hem de çocuklarını yanına alıp
uzaklaşmalıydı gidebildiği kadar uzağa gidip.
Akrabalarından kimse
yoktu ona kol kanat gerecek. Ne doğru dürüst bir arkadaşı vardı ne de
güvenebileceği birileri. Bir mucize lazımdı ona bu da olmadık duaya âmin
demekti.
Ta ki ona rastlayana
kadar.
Hemen hemen her
alışverişe gittiğinde karşılaşıyordu onunla. Her nedense bakışlarını her
seferinde üzerinde hissediyordu. Belli belirsiz gülümserlerdi birbirlerine. Ama
tanımadan, bilip bilmeden.
Belli ki hali vakti
yerinde ve eski bir İstanbul hanımefendisiydi. Oldukça kibar ve asil bir
görüntüsü vardı etrafında ona pervane olan yardımcısıyla. Belli ki yalnız bir
kadındı zira ne eşlik eden biri olurdu yanında ne de sohbet ettiği insanlar.
Gel zaman git zaman
merhabalaşmaya başladılar ve derken kısa sohbetlere. Bahsetmişti kadına
ailesinden. Her ne kadar detaya girmemiş olsa da her halinden belliydi
Zehra’nın bedbahtlığı her ne kadar etraflıca bilmese de kocasının gizli kapaklı
çevirdiği işleri. Onun bu kaçamağını yakaladıktan bahsetmişti yaşlı kadına ve
son noktayı koydu kadın:
-Hayatımın son deminde
yalnız ölmek istemiyorum. Al çocuklarını ve taşın yanıma. Seni ondan bir
şekilde koruyacağım ve ebediyen kurtulacaksın ondan. Yeter ki yapacağımız plana
harfiyen uy. Uy ki onu sonsuza kadar çıkar hayatından.
Beklediği mucize gerçek
anlamda gelip bulmuştu Zehra’yı. Beraberce yaptıkları plana harfiyen uyacak ve
tereyağından kıl çeker gibi kurtaracaktı kendini bu bencil adamdan, cici annesi
Mualla Hanım sayesinde.
Yeni evi, geleceği
artık kadının iki dudağı arasındaydı. Bir müddet sonra da boşanır ve
özgürlüğüne kavuşurdu.
Ve işte o gün gelip
çatmıştı…
3.Bölüm:
Eşref saati Mümtaz
Beyin. Ne var ne yok serilsin ayağının dibine. Böyle gelmiş böyle gider ne de
olsa.
-Hanım, kap gel şu
çayımı. Öncesinde gel hele yanıma, ov şu boynumu.
-Geldim, bey. Az bekle.
Bütün gün koşturmakta
kadın. Kolay mı onca insanın işini yirmi dört saate sığdırmak.
Kalk sabahın köründe,
kahvaltı sofrasını kur, çocukların beslenmesini hazır et. Yetmedi işe koyul
hane halkını uğurlayıp.
Bu arada, yatalak
kayınvalideyi de unutmamalı. Kolaysa sırtla kadını sok banyoya, bir güzel yıka.
Bu da yetmezmiş gibi, çarşı pazar alış verişi.
-Of, of. İflahım
kesildi. Şimdi sırası mı masajın. Daha bulaşıklar yıkanacak…
-Gelin, gelin. Ver
bakim şu ilacımı. Siyatiklerim azdı iyice.
-Yetiştim, ana. Kımıldama
sen. Aman düşüp de kırma vücudunun kalan sağlam yerlerini.
-Kumanda nerede, hanım.
Hey kadın, duymaz mısın?
-Sehpada gördüm en son.
Az yanında.
Çocukların gürültüsü de
hak getire. Koşturup durmaktalar salonun ortasında.
Hane halkı durmak bilmemekte
yerinde.
Kapının çalınması
eksikti şimdi de.
-Kim ola ki bu saatte.
Kesin alt komşu şikâyete geldi.
-Kim o, kim o?
-Zehra Hanıma
bakmıştık.
-Buyurun, benim.
Hayırdır…
-Zehra Koşmaz mı?
-Evet, ta kendisi. Kötü
bir haber değil, değil mi?
-Bu zarf sizin,
efendim. Elde teslim etmek üzere görevlendirildik. Buyurun lütfen. Okuduktan
sonra lütfen irtibata geçiniz. İyi günler, hanımefendi.
Zehra’nın kapıyı
kapatmasıyla herkes başına üşüşmüştü.
Elinde zarf kala kaldı
kadın. Kim göndermiş olabilirdi ki. Babası da annesi de rahmetlik olalı yıllar
olmuştu. Kalan üç beş akrabası değil hatırını sormak yüzüne bile bakmazdı
kadının. Bu değil miydi zaten kadının bu denli ezilip büzülmesi ve köle gibi
çalışması.
Mümtaz Bey fazlasıyla
işkillenmişti. Hangi densiz karısına bir zarf gönderebilirdi ki…
Kaşla göz arasında
kaptı kadının elinden zarfı.
-Ooo, maşallah Zehra
Hanım. Bu ne cüret, okuyalım bakalım.
Demesiyle bir hışımla
okumaya başladı içindekini.
‘’Merhaba, Zehra. Beni
hatırlamanı beklemiyorum. Ama nerdesin, ne yaparsın her şeyi bilmekteyim. Ben,
senin cici annen Mualla. Anan baban sağ iken, babanla oldukça iyi arkadaştık.
Dert ortağı idim babanın. Basit ya da sıradan bir ilişki değildi bizimki. Ne
zaman ki annen öldü az yas tutmadı baban arkasından. Ve anladım ki; annen ilk
ve tek göz ağrısıymış babanın. Babanı tanımazdan önce ben de evliydim ve
beklenmedik bir anda yitirdim eşimi. Rahmetli iyi adamdı. Beni çok sevmişti ve
ben de onu. Çocuğumuz olmadığı için ölümünden sonra yapayalnız kaldım. Ve baban
ile tanıştım. Sevgiliden öte iki iyi dosttuk. Seni yıllardır takip ediyorum.
Baban öldükten sonra kimsen kalmadığını bilmekteyim. Bu yüzden yalnız
olmadığını bilmen için bu mektubu yazıyorum. Adresim mektubun altında yazılı.
Senden tek bir şartım var, Zehra Kızım. Ömrümün kalanında seni yanımda
istiyorum. Nasıl bir hayat sürdürdüğün hakkından detaylı bilgim var. Şartım şu:
Pılını pırtını topla ve yanıma taşın. İstersen çocuklarını da al ve gelin
yanıma. Ben öldükten sonra serbestsin. İstersen yeniden kocanın yanına
dönersin. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim: Öldükten sonra tüm mirasım senindir.
Zaten fazla bir ömrüm de kalmadı. Kocana gelince, o hiç de senin bildiğin gibi
bir adam değil. Düşün ve taşın, kızım. Haberini bekliyorum. Allah’a emanet
ol.’’
-Ne demek bu?
Vereceksin hesabını. Söyle, nereden tanıyorsun bu kadını?
-İnan ki hiçbir şeyden
haberim yok benim. Ne tanırım ne de görmüşlüğüm var.
-Asıl sen hesap ver. Ne
işler karıştırıyorsun?
-Ne iş karıştıracağım
be kadın. Tanımadığın birinin lafına mı inanıyorsun kaç yıllık kocanınkine mi?
-Baksana sen. Ne kadar
parası vardır ki bu kadının. Aslında hiç de fena fikir değil. Üç beş ay idare
ederiz. Sonra ver elini zenginlik. Bakalım neresi imiş adresi…
Zehra kulaklarına
inanamıyordu. Hemen üç kuruş paranın hesabını yapıp karısını gözden çıkarmıştı
adam.
-Sen ne dediğinin
farkında mısın ha? Olacak iş mi? Diyelim ki bu mektup sahte değil, sen sanıyor
musun ki yuvamı bırakıp o kadının yanına giderim?
Mümtaz Beyin gözleri
fal taşı gibi açılmış ardı ardına okuyordu yazılanları.
-Yarın evet yarın gidip
öğreneceksin nesi var nesi yok. Fena mı hanım, taş attık da kolumuz mu yoruldu?
İdare ederiz bir süreliğine. Bak, kadının da fazla ömrü kalmamış düşünsene ne
kaybederiz ki?
Öylesine şaşkındı ki Zehra.
En azından bir kez olsun itiraz edip, gitmesini engellemesini beklerdi. Demek
ki gözünde hiç değeri yoktu adamın. Adamın tepkisi ve para hırsı bürümüş o hali
akıllara zarardı doğrusu. Bu kadar kolay olacağını bilseydi hiç de böyle endişe
duymazdı plan yapmazdan önce.
Bir o kadar buruktu da
içi kadının. Üç kuruşa tamah eden bir adamla onca sene evli kalmış ve
kaynanasına öz annesi gibi bakmıştı oğlu bir bardak su dahi getirmezken.
İki damla yaş süzüldü
onu da çarçabuk siliverdi. Evet, artık yeni bir hayata başlayacaktı ama
kırgınlığı da ömür boyu sürecekti. Adamın arkasından baka kaldı. Ne şüphe
etmişti ne de üzülmüştü adam. Paranın sıcaklığı eritmişti içindeki buzları ne
var ki bu sefer de Zehra’nın yüreği buz kesmişti.
Ebediyen görmek dahi
istemediği bir adama onca yıl karılık yapıp bir çırpıda da harcanmıştı bozuk
para gibi.
Adam, arkasını dönüp
odasına giderken ondan son duyacağını da duydu:
-Hadi yatalım, sabah
ola hayrola. Git de bak şu anam olacak kadına ne istiyormuş. Deminden beri
bağırıp duruyor. Uykum var benim. Sen de çabuk tut elini. Erken kalkacaksın.
Sakın ola ki geç kalmayalım. Kadın cayar mayar da görürüz günümüzü o zaman,
Demesiyle odasına
çekildi Mümtaz olanlardan bihaber ve kendi kazdığı kuyuya düşeceğinden bihaber.
Zehra’nın önünde yepyeni
bir hayat uzanıyordu artık: Mümtaz ve yalanlarının, zorbalıklarının olmadığı
pırıl pırıl bir gelecek. Hiç beklemediği bir anda kaderin tecellisi ile yeniden
doğacaktı. Yalnız değildi artık. Zehra ve umutları, Zehra ve yeni ailesi.
Paraya tamah eden bir adam değildi artık onun kocası ama yüreğini ve imkânlarını
seferber eden yaşlı bir kadın ve sevgisini esirgemeyen, esirgemeyecek olan.
Yeniden doğmak bu olmalıydı. İçinde en ufak bir endişe ya da pişmanlık yoktu
genç kadının bilakis tarifsiz bir neşe ve emsalsiz bir heyecan vardı yeni bir
hayata uzanan yolda adım adım ilerleyecek olan kadına eşlik eden…