İşte, yine başladı gök
gürültüsü. Oldum olası korkmuşumdur. Hele bir de şimşek çaktı mı nasıl
saklanırdım yorganın altına, kapatıp gözlerimi.
Yağmur da şiddetini
arttırdı mı daha korkutucu. Öte yandan aldığım zevki de yadsıyamam. En az
güneşi sevdiğim kadar yağmura da ayrı bir aşk beslerim. Düşünsenize, iliklerine
kadar ıslanmışsınız ve sıcacık evinize gelip değiştiriyorsunuz üstünüzü ve rengârenk
pijamaların verdiği o rahatlık ile kıvrılıyorsunuz evin köşesine.
Bu yüzden ne acılar
yaşayıp ne badireler atlatıp her seferinde hayata daha da sıkı sarıldım.
Geçenlerde kitaplarımın
sayfaları arasında kaybolmuşken bir cümle takılmıştı aklıma. Neydi, neydi… A,
evet, hatırladım: Mesnevi’den ve söylem Hz. Pir’e ait:
‘’Çamaşırı önce kuru
iken ıslatırlar sonra tekrar kuruturlar. Madem tekrar kurutacaklar niye
ıslatıyorlar? Çünkü başka türlü temizlenmez. Sen nasıl temizleneceksin hep
alkışlanır ve el üstünde tutulursan, ‘’diyor.
Bu yüzden olabildiğince
severim üstümün başımın kirlenmesini. Yanlış anlamayın bir o kadar titiz ve
temizimdir ama aklanmak, paklanmak hoş ve yenilenme duygusu bir o kadar
mutluluk verici. İçime işlemedikten sonra o kir, pas ve çamur varsın kirleneyim
varsın ıslanayım.
Esefle kınıyorum
kendimi belki de suçluyorum.
Belirsiz ve korunaksız
bir dünyanın son neferiyim.
İhtimaller, yansımalar
ve sayısız yanılsama.
An devrik, gün devrik,
zaman bitimsiz görünüp eğleniyor bizlerle.
Sonsuz gibi geliyor
çoğumuza hayat ya da hiç ölmeyecekmişiz gibi eşeliyoruz toprağı bilmeden kendi
mezarımızı kazdığımızı.
Tadı mı yoktur hayatın
ne yoksa tadı hala damağımda mı kaldı sevme dürtümün en az sevilmek kadar.
Çok şey de istemiyorum
diğer yandan. İzahatı mümkün değil ve alıştım çekim gücüne o bağnaz
yalnızlığın. En azından başım rahat ve kaplumbağa kabuğumda yaşayıp gidiyorum.
Her ne kadar onu bile çok görseler.
Bazen umutları
gömüyoruz en derine bazen acıları bazen insani vasıflarımızı. Kanaat etmek
yetmiyor çoğumuza.
Mademki beş vakit namaz
kılıyoruz biz müminler kim aksini iddia edebilir ki. Her namaz, her dua ve
alınan o namaz abdesti. Tıpkı annemi her namaz kılışında görüp, huşuya bürünmem
gibi asil ve rahatlatıcı bir duygu. O dua ederken ben de eşlik ediyorum içimden.
Üç dört yaşlarındaydım.
O zamanlar evimizin her odasında soba kuruluydu. Annem tüm gün sobalar sönmesin
diye koşturup dururdu. Biz keyfini sürerken kadın helak olurdu. Hele ki gece
olup yatağıma yattım mı gün boyu olanları düşünürdüm, yaptığım o yaramazlıkları
aynı bu gün yaptığım gibi. Gerçi yaramazlık yapalı uzun zaman oldu ama en
azından günün muhasebesini yapmadan dalamam uykuya. Uyku tutmadı mı kafamda hikâyeler
yazarım tıpkı çocukluğumda bana eşlik eden hayali arkadaşlarım gibi.
Yine eşlik eden çok şey
var: İyisi ile kötüsü. Ayırım yapmam gerekirse hepsini ayrı kefeye koyuyorum.
Kötülüklere bile şükredebiliyorsam hep derim: ‘’Vardır bir hikmeti.’’ Yoksa
nasıl aklanırım kirlenmezsem.
Vicdan muhasebesi
yapmam gerekirse, itiraf etmeliyim ki seviyorum halen koruyup kolladıklarımı.
Ne zaman ki canımı sıkan bir şeyler olsa sadece kızıp öfkeleniyorum ama bir
anda yanıp sönüyor öfkem. Kaç kere nefret etmeyi denedim ve ne yazık ki nefreti
barındırma yetim yok henüz. Nefretin sevginin en büyük düşmanı olduğunu
anladığım o ilk günden beri olumsuz hiçbir duygu barındırmıyorum içimde. Sadece
muhalif kimliklere karşı geliştirdiğim tarafsız ve ölü duygularımla bir o kadar
besleniyorum acılarımdan. Ayrıca şükran da borçluyum tüm muhalif güçlere.
Sayelerinde inancım kuvvetlenip ket vurulan ne varsa daha da sarılıyorum ve
dört elle kavrayıp hayatı Allah’a şükrediyorum.
Bugünle sınırlı değil
ki ömürler. Tüm eksiler kayıt altında ve ne yazık ki doğruları da götürüyor
yapılan o yanlışlar.
Yağmur dindi.
Gökkuşağına yakalandım yine. Altından geçmek istiyorum ve dilek tutmak. Tutar
mı dileklerim gibi bir kaygı da taşımadığıma göre terk etmişim ihtirasları.
Mecburum ve bilmeksizin sıyrılmışım. Ne zoruma… Ne zorunuza, gibi bir soru
yöneltmeyi ise çoktan bıraktım. Sadece kendimden mükellefim bunun için
haricimde yapılanlar görüş alanıma girmiyor artık.
Acılardan beslenmek de
benim huyum. En azından mutluluğun kıymetini öğrendim ve ufak şeyler besliyor
ruhumu. Bir o kadar açık gönül gözüm.
Ahenk ve düzen zaten
çoktan ayarını yitirmiş.
İçsel dünyalar ne kadar
şeffafsa bir o kadar da değerli bir koz.
İyi geldi yine yağmurda
ıslanmak. Kim bilir ne zaman yağar yine? Şimdilik güneşin tadını çıkarayım. Ve
olabildiğince hayatın…