Olası bir savaşın
kahramanlarıyız belki de ve yerli yersiz atıfta bulunurken durduk yerde
üstelik.
Sevginin boyut
değiştirdiği bir evrim tarihi: Şekilden şekle giren ve muaf tutulan sayısız
duygu ve sahibi onca insan.
Mükellef olduklarımız
bir yanda mesul olmadıklarımız diğer tarafta.
Eş güdümlü zihniyetler
pek çok şeyi barındırdığı gibi bir yanılgıda bulunup taraf tutan üstelik aslı
astarı olmayan nice şey.
Bu da yaşanmışlığın bir
özeti muhtemelen onca eklenti paralel seyrederken.
Perde çekilmiş gözlerin
görmek istediği ama görmeden ya da görmek istediği gibi yaşarken ket vurdukları
düşüncesiyle anlamsız bir mutluluk sergilenmesi muhtemel.
Paye biçilen ne olursa
olsun ve payımıza düşen her ne ise. Şu da bir gerçek ki muhafaza edilmeye
çalışılan değerleri yerden yere vurmanın hiçbir önemi yok. Zira tüm o değerler
sadece kişinin barındırdığı ruh dünyasında çoktan yerini almış.
Durduk yerde
geliştirilen öfke ve nefret ise en anlamsızı. Bilip bilmeden güdülen kin o
derece anlamsız ve akla zarar ki.
Hayır, toplam bunlardan
iştigal değil asla. Çünkü hala özünü koruyan varlıklar uzak ya da yakın ışık
olabilmekte. Yoksa hala nasıl dönmeye devam ederdi şu yaşlı ve yorgun dünya.
Bilinçsiz bir o kadar
müphem ve yeri geldi mi bir o kadar zifiri karanlık nefret dolu zihniyetlerin
sığındığı o kör kuyu. Kolay mı bu denli nefretle dolup boğulmamak ki
boğulduklarının farkında bile değiller.
Ne şahıslar önem arz
etmekte ne de niyetler. Zira tüm akisler kara ve bomboş. Hayatın sunumları
değil de kayıpları söz konusu kiminin gözünde.
Günün aydınlığı değil
gecenin karası onları kuytu köşelerde kalabalık yalnızlıklara iten.
Ne de olsa görünen köy
kılavuz istemez.
Belki de acıma duyusu
ya da sevi yetisi ağır gelmekte. Her ne kadar varlıklarını tayin ettikleri
yanılgısına düşseler de hiçlikleri gerçeğin bir adım uzağında sadece.
Anlam verip vermemek
asla yeterli değil ve hiçbir değer de taşımıyor. Önemsiz ve silik gölgeler
güneşe nasıl muhalif olabilir ki.
İrdelenen ya da söz
konusu olan sadece kişinin muafiyetinde ve bir o kadar karar mekanizmasının
kapsama alanı dışında. Yetiler insanlar içindir ve yürekler de. Nefretin yüzüne
gözüne bulaştığı bir varlık ne derece asil ve yalın olabilir ki.
Yalan nefretin bir
uzantısı ve nefret hiçliğe kesilmiş sadece gidişi olan bir bilet.
Varlık ve yokluk bir
yanda yalan ve gerçek ayrı bir boyutta. Farklı boyutların eş güdümlü bir seyir
izlemesi ise ihtimal dışı. Olsa olsa bahçedeki çiçeklerin dikenleri kendini
korumakla mükellef oldukları.
Sevgi ve değer karşıtı
ve mahrum bırakmaya çalıştıkları her ne ise bir o kadar bariz ve korunaklı
dünyaların hedef olduğu.
Olması gereken değil
seyreden sadece olan ve ayan beyan her ne kadar gizli kapaklı söylemler olsa
da. Bu ise gücün kazanımında ve gösterdiği ivmede inanılmaz etken. Göreceli bir
kavram gibi gözükse de sonuçta İlahi Gücün bir sunumu müminlere. Gerçek ve
gerçek dışı suretlerin yansıması kadar doğal ve net.
İkilemler belki de
sürüklemezdi bilinmezliklere. Belki de hayat bu denli yakıcı, yıkıcı olmazdı.
Ne yazık ki bir gerçeği bu hayatın. Kötüler ve kötülükler olmalı ki iyinin
değeri anlaşılsın ve altın her daim ışıl ışıl parlasın aydınlıkta.
Zor değil aslında hem
de hiç zor değil. İnanç, sevgi, azim ve iyi niyet nasıl sarmalıyorsa hayat da o
denli güzel ve ahenkli bozuk ses ve görüntülere rağmen.
Bu yolun yolcusuyuz ama
ebedi istirahatgahımızın varlığını da asla yadsımamalı.
Anlık mutluluklar o
kadar da mühim değil. Zira bir ömürlük ve sonsuza tekabül eden duygu ve inanç
lazım olan.
Hayat ne bir amaç ne de
bir savaş alanı. Sadece ebediyete uzanan yolda sayısız imtihan ile mesul
olduğumuz bir ara durak. Geri sayım ise doğduğumuz an itibariyle geçerliliğini
korumakta. Ve adım adım yaklaşırken sona bir o kadar uzaklaşıyoruz gerçeklerin
bağnaz ve kimliksiz kimliklerinden her ne kadar varlıkları hiçliğe tekabül etse
de. Tek gerçek ise yaşadığımız değil neyi içimizde muhafaza ettiğimiz. Bilen
olsun ya da olmasın hatta görmezden gelinse de…