Haddinden fazla
yorgundu o gün ve bir o kadar bitik. Yüklendiği onca dert yetmezmiş gibi bir de
emekleri heba oluyordu. Canının o biteviye sıkkınlığı bir yana ne yapsa
yaranamıyordu işte. Öncelikle onca yıllık hayat arkadaşı ve yoldan çıkmış oğlu.
Yemez yedirirdi oysa. Paylaşmak idi adamın desturu en azından yetinmeyi bilirdi
ve az da olsa sahip olduğu her şeyi önlerine sererdi hem ailesinin hem tüm
sevdiklerinin. Yeri geldi mi yoktan var ederdi maddi anlamda olmasa bile tüm
manevi değerlerinden nemalanırdı etrafındakiler. Tabii ki anlayana.
Emekli olduktan sonra
evde oturmamak adına yarım gün bir iş bulmuştu. Gerçi ne mesleği idi ne de hak
gördüğü muameleyi görüyordu ama en azından karısının dırdırından uzaktı Cemal
Efendi. Üstüne üstük emekli maaşına ekliyordu aldığı üç kuruşu. ‘’Üç kuruş’’
tabirini oldum olası sevmezdi ama diline pelesenk olmuştu işte, karısından sıkça
duyduğu bu tabir ne zaman geçse aklından af dilerdi Allah’tan. Varlık da yokluk
da insanlar içindi ne de olsa. Az ya da çok ama hissedilen şükür duygusu her
zaman için bereketi de beraberinde getirirdi.
Kırk yaşından sonra
namaza başlamıştı adam. Aldığı o haz ömründe yaşadığı en müthiş duygu idi
huzura uzanan. Karısı buna da burun kıvırırdı. ‘’Sen önce aklını kullan be
adam. Akılsızsın işte ötesi yok. Yoksa hala kiralarda sürünür müydük?’’ diye az
sitem etmiyordu hani.’’Tövbe de hanım tövbe de. Ne olmuş yani kirada
oturuyorsak? Aç mıyız açık mıyız? Hem sen git de bunları o sefil oğluna söyle.
Eve giriş çıkış saati belli değil paşamın. Gelmiş bana yapıyorsun bunca
tafrayı’’ der çekilirdi köşesine.
Fuat üniversite öğrenci
idi ama ne öğrenci. Kaç sene çift dikiş okumuştu. Bunca kifayetsizliğine rağmen
tek kelime etmemişti babası o güne değin.’’Sen yeter ki oku oğlum. Kaç senede
bitirirsen bitir. Yeter ki şu okulu bitir de bir nefes alalım ailecek. Gider
askerliğini yaparsın sonra da helal süt emmiş düzgün bir aile kızıyla kurarsın
yuvanı’’ der ve sineye çekerdi her şeyi. Yine de zaman zaman tutamazdı çenesini
adam ve serzenişte bulunurdu Fuat’a her ne kadar bir kulağından girip diğer
kulağından çıksa da.
Kanaatkâr adamdı vesselam.
Günün koşullarına uyum sağlayamazdı bu yüzden. Gözünü para hırsı bürümüş karısı
nerede Cemal Efendi nerede…
Yine günün muhasebesini
yapıyordu eve dönüş yolunda. Hem günün muhasebesi idi tuttuğu hem de koca bir
ömrün. Bir yandan da çare arıyordu.’’Ne yapsam da şu oğlanı yola getirsem’’
diye.
‘’Kazık kadar adam oldu
olmasına da bir baltaya sap olamadı benim akılsız oğlum’’ derdi demesine de
sadece içinden geçirirdi. Ne zaman ki karısına açsa bu konuyu hep tepkiyle
karşılık verirdi kadın.
‘’Sen önce kendine bak
be adam. Taş attın da kolun mu yoruldu. Benim oğlum aslanlar gibi bitirecek
okulunu. Ne olmuş yani üç beş sene fazla okusa. Hadi git git başımdan’’ deyip
sıvışırdı. Asla toz kondurmazdı oğluna.
Bir ailesi vardı Cemal
Efendinin ama bir o kadar da derdi vardı. Bir yandan geçim sıkıntısı bir yandan
onu sürekli aşağılayan bir eş.
‘’Nasıl da unuttum’’
deyip olduğu yerden geri dönüp hızlıca yürümeye devam etti. Son zamanlarda her
şey unutuyordu. Bazen diyeceği bir sözü ya da alışveriş poşetini bazen de
verdiği paranın üstünü almayı dahi. Şimdi de cep telefonunu alışveriş yaptığı
markette unutmuştu. ‘’İnşallah kaybolmamıştır’’ diye de söyleniyordu bir
yandan.
Emeklilik demek sözüm ona
ikinci baharıydı insanın fakat Cemal Efendiye çok uzaktı böylesi bir yaşantı.
Sonunda vardı markete.
Direkt gitti telefonunu unuttuğu kasaya. En yoğun saatiydi alışverişin.
Müşterilerin arasından sıyrılıp yöneldi kasiyere. Müşteriler homurdanmaya başlamıştı
Cemal Efendi kuyruğun başına geçtiğinde. Tam durumu izah edecekti kasiyer
uzattı telefonu yaşlı adama.’’Buyur amca ben de senin arkandan koştum ama
gözden kaybolmuştun’’ deyip koca bir tebessümle sırtını sıvazladı adamın.
‘’Allah razı olsun
senden’’ deyip çocuk gibi sevindi adam. Müşterilerden özür dileyip çıktı
dışarı.
İçini bir sevinç
kaplamıştı adamın bir yandan da yaşlar süzülüyordu yanaklarından. Öz oğlu bile
böylesine şefkatle bakmazdı babasına. İçinden de dua ediyordu market elemanına.
Konuyu evdekilere açmamaya karar verdi. Gerek yoktu durduk yerde evdekilerin
rahatını kaçırmaya. Eksik gedik ne varsa almıştı karısının sipariş verdiği
üstelik. Eve gider, iki lokma bir şey yer çekilirdi odasına. Yatsıyı da kılıp
yatardı. Çekemezdi gece gece karısının çenesini. Son zamanlarda daha bir titiz
olmuştu kadın. Gece yatana kadar bitiremiyordu evin temizliğini. Buna bile ses
etmezdi. ‘’Ayaklarını çek, bey. Kalk bakim oradan. Bir tozunu alayım da öyle
otur’’ gibi sayısız bahane ile bir rahat vermezdi adama.
‘’Bu gidişle ben ancak
mezarda rahat ederim tabii oraya da gelip benimle uğraşmazsa’’ deyip iç
geçirdi.
Tam sokağın sonuna
gelmişti ki son model bir araba kesti yolunu. Direksiyonda oldukça alımlı bir
kadın oturuyordu. ‘’Önüne bak’’ demeye kalmadı kadın bastı kornaya.
‘’Hey babalık, önüne
bak. Burası Dingonun ahırı değil’’ demesine kalmadı ki yaşlı adam gözlerine
inanamadı. Ön koltukta oturan oğlu Fuat’tan başkası değildi. Babası ile göz
göze gelmişti gelmesine gözlerini kaçırdı adamdan. Belli ki tanımazdan gelmişti
adamı. Bozuntuya vermedi Cemal Efendi. Çekildi yana.
‘’Aferin babalık. Bak
nasıl da anlıyorsun laftan’’ deyip gaza bastı genç kadın.
Arkalarından baka kaldı
adam. Her şeyi beklerdi oğlundan ama bu yaptığı akıllara zarardı. Kendinden
yaşça büyük, olgun bir kadın üstelik babasını tanımazdan gelen bir evlat. Değil
düşünmek aklına bile gelmezdi böyle bir densizlik.
Ayaklarını sürüyordu
artık gördüğü o sahneden sonra. Mecali kalmamıştı. Önce elindeki torbayı
düşürdü yere. Sonra yığılıp kaldı yere. Son bir gayretle karısını aramaya
yeltendi. Telefon da düşmüştü yere. Duysa bile açmazdı ki kadın. Arayacak
kimsesi yoktu. Boş gözlerle çevresine bakındı. İnilti halinde çıktı sesi.
Yoldan geçen üç beş kişi yeltenmedi bile yanına gelmek için. Vücudu adeta tüm
fonksiyonlarını kaybetmişti. Pejmürde bir şekilde boş bir çuval gibi serildi
yere. Son nefesini verdi adam. Hala açıktı gözleri öldüğünde hem de fal taşı
gibi. Donuk bir bakış yerleşmişti yüzüne karısının ve oğlunun asla gözünün
önünden gitmeyecek üstelik bir ömür vicdan azabı yaşatacak.