Tanımlama ihtimalinin
asla zuhur etmediği döngünün çalkantılı mevzisinde saklanırken korunaklı vicdan
sesimle irkiliyorum gibi bir rüya ertesi uyanmışlık hapsetmiş iken anımı ve
varlığımı…Hapsolan ve yarım kalan mı yoksa inkar ettiğim tüm o dürtüler mi…
Asla inkâr etmeme
olasılığına nasıl nasıl da yakındım oysa bir o kadar uzakken gerçeklerden.
Gerçeğin tartışılır ve görünmez suretini de kattık mı hesaba kalkıp gitme
arzusu da çoktan sarmış başımı duman misali. Görünmeyen bir yangının sarmış
alevleri için için yakan oysa bihaber iken eşrafım. Eşraf denen ne ola ki… Kim
varsa bir bir muhalif düşüngeçlerle ket vuran ardı arkası kesilmez itham ve
kinaye dolu varlıklarıyla. Varlığa hicap etmeli de ama sadece tek bir varlığa
bizi tek esirgeyen ve gözeten. Ne mümkün inkârı. Hâşâ!
Kabullenilmişlikler
nasıl bu denli himayesine alır ki insanı? Çok basit cevabı. Sadece ve sadece
sabır ve inancın muhteva ettiği o sessizlik ile. Ki iyi bilirim bu duyguyu hem
de asırlardan beri tıpkı genlerimizdeki saklı o huşu veren dirayet gibi.
Dirayet, dedim de…
Yoksa zafiyet diye mi zikretmeliydim. Ne fark eder ki… Bir yanım çökük başım
dik adımlarken. Neyi ne kadar adımladığım bilmediğim ve bir o kadar müphem eşkâlini
hali hazırda korumakta. Ve koruduğum ne varsa ya da sahip çıktığım. Yine de
sahip çıkamadığım tek bir olgu sevginin bile yetmediği. Oysa yetmeli idi. Neye
ne kadar yetebildim ki bu güne kadar ya da neye vakıf oldum dibine kadar. Issız
adanın gözü pek Robinson’u kadar olamadım. Adanın varlığı her ne kadar su
götürmez bir gerçek olsa da görünen o ki Cuma bile terk etti beni. Adanın yok
olma ihtimalini de göz önüne aldık mı yakında batar gider ve ben de basar
giderim deme ihtimaline rağmen gidecek ve varacağım bir istikamet de kalmadı
artık. Denilenin ve görünenin çok ötesinde izafi bir boyuttaki yolculuğum sür
git ve canhıraş ve bağnaz yankılarla da sonunda nihayete erdi erecek. Ne ölüm
ne de yalnızlık korkum. Ölümden korkma ihtimalini yâdsıma imkânı olmasa dahi
sayısız tuzağa çoktan düştüm. Ne çetelesini tuttum kırgınlıkların ne de
yadsıdım kendimi. Sadece soyutlayabildiğim kadar gittim uzaklara çok uzaklara
hem de. Kırmamak adına ya da korumak adına naif varlığımı güçsüz addedilse de
kaya kadar sağlam. En az inancım kadar. Hem maneviyata olan tutkum hem de
sevgiye ve insana verdiğim değer. Değer addediyorum her bir varlığı ve saygıyla
eğiliyorum sevginin önünde. Sevmekten aciz varlıkları kale almıyor görüntüm
asla da yanıltmasın kimseleri. Hicap etmiyorum desem koca bir yalan yarım
kalmış rüyaların yalan olduğu kadar. Ya da karşılık bulmamanın yarattığı o
sancı. Ne yardan ne dosttan üstelik. Yar denen mefhumun açılımı sonsuza kadar
ulaşır da muhtemelen. Zira her bir kulun taşıdığı o engin derya farkındalık
düzeyinden uzak. Gördüğüm ne varsa ve dile getiremediğim… Hissettiğim ve adlandıramadığım…
Zikrettiğim ve kelimelerin acziyeti. En az benim kadar. Ne de olsa sahip
çıkamadığım ne çok şey var oysa derinlerde kazılı bir hazine kadar gözümden sakındığım.
Yetmemesi ne acı ve ne acı yetememek yetinme duygusuna sahip olamayanların nazarında
olabildiğince iç yakan.
Hak etmek de bir o
kadar izafi en az beklentilerimiz kadar. Kim neyi hak ettiği ölçüde yaşıyor ki
ya da yaşama ihtimali var? Tartışılır doğrusu. Yine de bekleyip duruyoruz köşe
başında elimizde boynu bükük bir gül bir yandan dikeni kanatırken yüreği. Keşke
tek kanatan bu olsa. Ne varsa kanatan ya da ne varsa bam telimize basan. Muaf
tutulmalı yürek gerek acılardan gerekse hüzünden. İyi de nereye kadar gücü o
minnacık yüreğin. Belki de geçiştirmeli tüm o müphem duyguları ya da sırra
kadem basmalı. Ne de olsa, gözden ırak gönülden ırak…
Tam bir şehir efsanesi,
uzakların o göreceli varlığı. Yakın ya da uzak neye göre tanımlanabilir ki.
Somut anlamda bir yoksunluk engelleyebilir mi soyut varlığının yüreğe
nakşettiğini.
Mesafeler bir yana
engeller bir yana.
İyi de hayat bu, ne bir
gelir gider tablosu ne başka bir mali tablo. Üstelik ne kadar formül varsa
hepsi çoktan elenmiş.
İmkân dâhilinde ne
varsa ya ulaşma ihtimalinin yalan olması. Ulaşmak da ayrı bir boyutu biz
insanların özlemini çektiğimiz. Ulaşsak bile neye ya da kime sonuna kadar vakıf
olup erecek miyiz bakalım hidayete… Ya da bulacak mıyız cevabını o soruların…
Bulunca yetecek mi aldığımız cevaplar…
Aşılmayı bekleyen onca
engel ve kilitli dünyalar anahtarı çoktan kaybolmuş. Kim bilir nerede saklı…