Soru soran taraf hep karşısı oldu ta ki yüzleşene değin o iç sesimin ahenksiz ve sıradışı yaşadığı ikilemin zuhur bulduğuna vakıf olduğum o ana kadar...Hangi gün ya da hangi yıl, asla ve asla sabitleyemediğim bir tarih, tekerrür edesi kıymete binmişken dış mihraklar.
Ve değişti roller o belirsiz anın milat olarak tecelli ettiği o çarkın ilk dişi kırıldı kırılalı. Tepkisiz suretlerdi bu sefer, sorularıma cevap bulamazken onca söylem ve duyum imtina ettiğim.
‘’Kör olasıca talihim’’ diye de az hayıflanmamışımdır hani ta ki aynada yansıyan ışıltı düştü düşeli yüreğe.
Ne bir aşk ne kara sevda ne de menfi bir açılım sadece yalın ve net kalmama teşvik edecek bir öngörü besbelli.
Önyargılarımın kırıldığı zamanın tasarrufunda belleğin tasavvurunda tümden gelip tek noktaya yaptığım o kuvvetli atış belki de hedefi onikiden vurmamı sağlayan halkaya müdahil olduğum her bir öğe nüvesi koca bir bilinmezlik iken gerçeklerle örtüşüp elimdeki hamur nihayetinde ruhumu biçimlendiren ve gerçek duygularımla örtüşen.
Ne bir korku ne de bir son ne de olası hangi kötümserlik böylesi bir endişe ile sarsıp ket vurabilir ki yüreğin çağrısına...
Özgür irade ne ola ki...Yalın bir tezahürü mü olup bitenin yoksa koca bir safsatadan ibaret...Şüphe götürür doğrusu.
Kesin tespitlerde bulunmak keşke mümkün olsa oysa soyut verilerden bahsediyoruz elle tutup gözle göremediğimiz. Belki de Pessoa’nın vurguladığı üzere; ‘’Ruhun kötüden iyiye ne kadar hızlı geçebildiğinin, nasıl değiştiğinin görülmesinden kaynaklanmakta.’’
Akabinde zihnin bu değişiminin histerik bir özellik olduğu gerçeği. Keza maddenin tinselleştirilmiş olması en vurgulayıcı nokta. Tek ve değişmez iken kaide yolumun eşleşen kerelerle sürekli çark etmesi. Alın işte, kırılan bir diş daha bunca zorlama sonucu çark bile dayanamazken. Ne de olsa o mozaik değil mi bizi yoktan var eden Gücün sunumu ve tüm o karmaşa insanoğlunun çözme yetisinin köşeye sıkıştığı. Biraz ben biraz biz ama daha çok işbirliği kaderin paralel seyreden tüm o zorlamalar ya da terk edişler, terk edilişler.
En can alıcı vurgu belki de sürekli zihnimizde yankılanırken o gidiş ve terk ediş. Taraflardan biri olmak bile yetmez mi hüsran duygusunun verdiği o yalıtım ile düzenekten ayrı tutan...
Ve değişen zamirler: Ben yerine biz ya da onlar, sen yerine. Tüm o müphem varlıkların getirdiği açılım neye denk geldiği akıllara zarar.
Somut bir veri ile örneklendirmek en kolayı gibi gözükse de artık tercihimi bu yönde kullanmıyorum zira aldım boyumun ölçüsünü üstelik kim olursa olsun karşımda. Ve varılan son nokta: ‘’Değişmeyen tek şey değişimin kendisi.’’ Teori şahsıma ait olmasa bile, nice örneklem her daim haricinde tutulduğum. Ola ki kabul göreyim, bilin ki kıyamete çeyrek kala!
Ne zafiyet ne iktidar, ne aşk ne nefret, ne neşe ne de huzur...
Ama toplum ve eşitliğin diğer tarafı, binbir yanılsama ile ait olduğumu sandığım o muhafazalı dünyam.
Ne ünvanlar ne yakınlık dereceleri, ne maddiyat ne sefalet...
Ve değişmeyen tek kaide: Yarım bir cümlenin nakaratı her hikayede yer bulan.
Tanımsız hatta vasıfsız ama her daim muhteviyatı dipsiz bir kuyu, sarkacı hepten kayıp.
Zayıf, küçük ve kırılgan ve de meşun alabildiğine.
Anlaşılamamanın yarattığı kaygı ise bardağı taşıran. Yine de taşmaka, dolup dolup sığamamak kabına o göreceli bardağın kırılıp binbir parçaya ayrılmasından daha kabul edilir ve şükür duyulası...
Belki sıradan belki olağan dışı ama en azından bir uzantısı tüm bu duyguların, devinimi aralıksız sürdürürken seyrini.
Kimse bilmese de ne varsa içimde ukde kalan. Ya, sizin vazgeçilmeziniz?
Ve aynı şarkı aralıksız mırıldandığım duyulmasa da.
Cevabını bulmakta ya da bilmekte zorlandığım aynı soru belki de hicap etsem de sormaktan: Nerden başlasam?