Koyultulmuş gecenin
tutar yanı yoktu zifiri karanlığın ürkünçlüğü yanıltırken gölgeleri.
Yadsınamayacak bir tedirginlikle geri durdu adam koyu gözleri karışmışken ve
alışmışken karanlığa.
Yordanası bir
mizansendi doğrusu. Seçilmez iken sureti o seçimini yapmıştı. Mademki gömmüştü
ölü düşlerini büyük bir kıvançla geri durabilirdi artık o izafi rengin
çala-kalem büyüsü efsunlamışken yeri göğü.
İki gündür uğramıyordu
evine, eş bildiği kadına ve yeknesak düzeni çoktan yerle yeksan olmuşken…
Aşka tutulmuştu bir
kez: Tutuklu dünyasından, korunağından uzak…
Sırra kadem basmıştı
bir kez.
Tutunmaksa hayata
çoktan koca bir es vermişti.
Hırpani bulutların
mecazi tedirginliği kadar akıl almaz bir mizansenin kayıt dışı tek figürüydü.
İnandığı dünyanın kim bilir kaçıncı durağında kaçıncı kez…
Saymayı bırakalı çok
olmuştu: Önce yılları, sonra dökülen akçıl saçlarını ve cebindeki parayı. O
yeşil gözlü kız için yeşeren umutlarını biçmişti, koparmıştı başakları ve
sonunda o da kopmuştu ekseninden.
Ne endamı kâfi gelmişti
sakıncalı düşlerinin ne çalıntı hayatı ait olmadığı her bir izlek kadar
uzağında ve durağan iken.
Önce işini kaybetmişti.
Aralıksız devindiği o ufacık ofis: Şunun şurasında ne kalmıştı ki emekliliğine.
Sonra da kalbini rehin vermişti o küçük yosmaya.
İtibarı yerlerdeydi
eğilip eğilip bir araya getiremediği ne çok kırık parça.
Karısı bihaberdi olan
bitenden. Adam sabahları işe deyip çıkıyordu evden, tam on sekiz yıldır yaptığı
gibi ve gecenin bir vakti dönüyordu.
Sır yüklü idi. Ne mutlu
ne somurtuk. Ne sıradandı ömrü artık ne de sorgu sual hak getire.
Üç kuruşu vardı bir
köşede yıllardır biriktirdiği ki lafını dahi etmemişti karı koca, koca bir
ömür. Kısacık zamanda onu da çarçur etti adam.
‘’Külfeti ağırmış bir
yaştan sonra aşka düşmenin’’ deyip geçiştirmekteydi tutulduğu fırtınayı.
Değil yaprak ağaç olsa
kökünden sökülürdü. Yerden kesilmişti adamın ayakları bir kez. Ne tek bir dal
ne tek bir yaprak kalmıştı geride.
Varlığın yokluğu kadar
mubahtı aşk.
Yokluğun varlığıydı
artık iştigal ettiği.
Gel-gitlerle geçti
zaman. Bazen duraksasa da geri geri adımlarken ömrünü. Fazla irdelemese de adam
tutarsız bir sevdanın pençesinde harcıyordu ne varsa harcandığından bihaber.
Payına düşeni yaşıyordu bir yandan.
Kızın varlığı
yoksunluğun bir iç dökümüydü. Ciddi bir tensel münasebet olmasa da döngüye
iştirak eden ne varsa dahil etmişti hayatına.
Güzellik ya da gençlik…
Hepsi bir varsayımdı. Asılsız söylenceydi hepsi ve biliyordu kadın fısıldarken
zaman zaman:’’Erkeğin elinin kiri.’’
Zaman devinirken boyut
kısalırken ve çalarken ömürden zıvanadan çıktıkça ismini koymuştu bu
ilişkinin:’’Mademki öykünmüştü adam aşka göze almaya değerdi her şeyi.’’
Talepkar bir sevgiliydi
genç kız. Müdavimi belki de hırsın. Tutsağı paranın ‘’aşk’’ koymuşken adını bu
ilişkinin. Doyumsuz nefsinin kaçıncı kölesiyse artık adam.
Yirmi yıllık bir eşti
bir yanda eşi bulunmaz: Biraz kilolu, biraz kırışık dolu yüzü ve yorgun ama
sadık…
Ve yirmilerinde gençten
bir kadın: Arzulu, diri, güzelce ve tanımsız duyguların esiri adamın
adlandıramadığı…
Bunca med-cezir… Ay bile
çekilmişti aradan.
Haftalara tekabül eden
bir zaman diliminde telaffuzu ‘’sevda’’ olan bir yanlışın izdüşümü…
Ve bilinmedik bir günde
bilinmedik bir saatte üstelik hiçbir gerekçe göstermeden noktayı koydu genç
kadın:’’Üzgünüm sevgilim. Bu ilişki daha fazla yürümeyecek.’’
Adsız bir birlikteliğin
yarattığı bir yıkım kadar tahakkümperver bir yadsımazlıkla tabir-i caizse yol
vermişti adama. Bir düşün bitimi.
Doz aşımına uğramış o
gençlik aşısı.
Belli bir yaş dönümüne
tekabül eden zaman aralığının mağduru her kim ise… Tamlamasız isimler kadar
izafi. Öznesi kayıp devrik cümleler: Bitmişti nihayetinde. Ne bir esaret ne bir
gereksinim.
Ne ilkti kimine göre
ama sondu adamın gözünde. Kürkçü dükkânına geri dönmenin vakti gelmişti belli
ki. Oysa asla dönmemek kaydıyla baş koymuştu bu yola.
Sessiz bir adamdın son
ses kaydı belli ki kimselerin duyamayacağı kadar kısık.
Kısık ateşte pişmiş
demlenmiş pilavın verdiği lezzetin fazlasını alacağını ummuştu tutulmuşken
aşka.
Elinin kiri miydi
adamın yoksa yüreğinin pası mıydı dökülen yaşadığı bu serüvende…
Plansız pogramsız ama
gönülden dilediği. Geri dönmeye yüzü olmasa da mecburdu. Mademki kapının önüne
konmuştu en azından denemeye değerdi ikinci kez kapının önüne konma ihtimalini
göz önünde bulundurarak.
Hiçbir şey olmamışçasına,
ilk günkü tazelendiğinde birlikteliklerinin hoş bir edayla kapıyı açtı karısı. Ne
bir sorgu ne bir sual. Bu bir ilkti yaşadıkları ve buyur etti adamı içeri hiç
gitmemişcesine ama biliyordu ki ilk vukuatı olmasına rağmen adamın son
olmayacaktı.
Gösterdiği müsemma hiç
de yabana atılacak cinsten değildi doğrusu. Ve adamı yüreklendiren de bu
olmuştu. Ne de olsa tadı damağında kalmıştı yaşadıklarının.
Eve girer girmez doğru
banyoya yöneldi ellerini yıkamak için her ne kadar sabun elinin kirini
temizlemeye yeterli olmayacak olsa da.