Şöhret ağır gelmişti. Yaşamını işgal etmiş olan riyakârlıklarla
ve ihanetlerle baş edemez haldeydi. O koca İstanbul insan eti kokan bir kıyma
makinesi gibi onu da kıymak üzereydi. En son sevgilisi de onun bu
huzursuzluklarına tahammül etmekten vaz geçerek gitmişti. İyice karamsarlığa
düşmüştü. Sanat dünyasından elini eteğini çekmeye karar verdi.
Parası pulu vardı. Ticarete atılabilirdi. Ana cadde üstünde
büyükçe bir dükkân satın alıp içini emtiayla doldurabilir, birkaç eleman
istihdam edip kendisi de kasada oturabilirdi.
Bunu düşünmek bile itici gelmişti; ona göre değildi o işler.
Kalan ömründe hiç bir sıkıntı çekmeden geçinmesine yetecek kadar bol parası yok
muydu, hala bir işin ucundan tutmaya çabalamaya ne gerek vardı?
Evi İstanbul'un en
müstesna semtlerinden birindeydi, ama iyice deşifre olmuştu. Gazetecisinin,
televizyoncusunun han kapısı gibi kullandığı yetmezmiş gibi her Allahın günü,
hatta günde birkaç kere hayranları da dayanıyordu kapısına. Hele semt
sakinlerinin her gördüklerinde kırk yıllık ahbaplarıymışcasına sarılıp öpüşmeye
kalkışmalarından, çaya sohbete çağırmalarından gına getirmişti.
Karar verdi, insan
ayağı basmamış ıssız bir yer bulup, gidip oraya yerleşecekti. Araştırdı,
soruşturdu, sonunda buldu öyle bir yer. Bulduğu yer, İstanbul'un kıyısında
yerleşime açılmamış, yeşiller arasında bakir bir alandı. Burada, bahçe içinde
müstakil ve mütevazı bir ev yaptırıp içinde sakin, huzurlu bir yaşam
sürdürebilirdi. Yarım saatlik bir mesafede günlük alışverişlerini görebileceği
bir de köy vardı. Köy yolu arsanın yakınından geçiyordu; yol boyunca da köyün
elektriğini taşıyan hat vardı, evinin elektriğini buradan çektirebilirdi. Satın
almak istediği yerin sahibini araştırmak için köye gitti. Yerin sahibi
tesadüfen soruşturmayı yapmak için kapısını çaldığı köyün muhtarı çıktı.
Muhtar onu
karşısında gördüğü an şaşkınlığını ve mutluluğunu gizleyememişti.
"Köy halkı olarak biz, hepimiz, sizin hayranınız. Hem
şarkılarınızı ezbere biliriz, hem de filmlerinizi keyifle izleriz. İstediğiniz
arsayı gösterin bana da hemen istediğiniz gibi bir evi dikelim üstüne!"
"Boyacı küpü değil ki bu! En az bir senelik iş..."
"Yok canım! Köyümüzde herkes ameledir, bir giriştik mi, bir
iki aya varmaz çıkarız inşaatı biz..."
"İstediğim gibi bir ev yaptırmak için önce bir mimar bulup
planlarını çizdirmem gerekecek."
"Aman efendim, ne gerek! Köyümüzde tam üç tane mimar, beş
tane inşaat mühendisi var. Şimdi çağırırım birisini, siz söylersiniz, o çizer
istediğiniz gibi planı."
"Maşallah, köylünüz epeyi eğitimli anlaşılan?"
"Köyümüzün bütün gençleri üniversite bitirmiş
çocuklardır."
"E? Köyümüzde herkes amele demiştiniz?"
"Hepsi üniversite mezunu amele... Bir iş bulamadıkları için
inşaatlarda amelelik etmekteler."
"Üzüldüm. Memleketimizin genel hali öyle maalesef...
Mademki, çağırın mimarı da planı çizdireyim, hesap edeceği inşaat malzemelerini
getirteyim bir an önce."
"Sizin hiçbir şey getirtmenize gerek yok, gereken herşey
köyümüzde mevcuttur."
"Herşeyi böyle halledersek hesap kitap tutmaz, astarı yüzünden
pahalıya mal olur ama..."
"Yani kazık atarsınız demek istiyorsunuz?"
"Yani, kırılmayın ama öyle..."
"Yok, yok! Ne arsa için, ne inşaat malzemeleri için, ne
mimarlık, mühendislik ve amelelik için beş kuruş almayacağız sizden!"
"Nasıl yani?"
"Dedim ya, köy
halkı olarak biz, hepimiz, sizin hayranınız. Hem şarkılarınızı ezbere biliriz,
hem de filmlerinizi keyifle izleriz, diye... Sizden para almak olacak şey mi?
Allah yazdıysa bozsun!"
Muhtar, tam da
dediği gibi yapıp beş kuruş dahi almadan, onun istediğinden de şaşahalı bir ev
yapıp bitirdikten sonra, bir de evi istediği eşyalarla dayadı döşedi.
Evi için yapılan
masrafları ödemek için ne kadar ısrar ettiyse de hiç kimseyi beş kuruş almaya
razı edemedi. Herkes, papağan gibi aynı şeyleri tekrarlıyordu:
"Köy halkı
olarak biz, hepimiz, sizin hayranınız. Hem şarkılarınızı ezbere biliriz, hem de
filmlerinizi keyifle izleriz... Sizden para almak olacak şey mi? Allah yazdıysa
bozsun!"
Bu ülkenin halkı
işte böyle bir halktı; birisini sevmeye görsün, onun için canını verirdi.
İktidarda bulunan partiyi de onca yolsuzluğa bulaştığı halde bu halk, sırf
parti başkanını canını verecek kadar sevdiği için yıllarca tek başına iktidarda
tutmuştu. Sonra, o parti başkanını da Cumhurbaşkanlığı makamına taşımıştı.
Böylece, yeni evine
taşındığında cebinden beş kuruş dahi çıkmamıştı. İlerde bir fırsat bulursam,
bütün borçlarımı öderim, diyerek yeni evindeki hayatına başladı.
Muhtar, onun köye
gelip giderek yorulmaması ve bahçe işleri için bir adam ile evini silip süpürmesi için bir kadın görevlendirdi. Her
iki yardımcısı da gördükleri hizmetler karşılığında tek kuruş maaş almıyordu.
Gerekçeleri ise yine aynıydı: "Köy halkı olarak biz, hepimiz, sizin
hayranınız. Hem şarkılarınızı ezbere biliriz, hem de filmlerinizi keyifle izleriz...
Sizden para almak olacak şey mi? Allah yazdıysa bozsun!"
Moralini bozacak
bir haber duymak istemiyordu. O yüzden, evindeki televizyonu bir kez bile açıp
da seyretmemişti. Keza, evine gazete de sokmuyordu. Eski günlerde maruz kaldığı
tüm huzursuzlukları sona ermişti. Öylesine mutluydu ki, evinden dışarı bir adım
dahi atmadan kitaplar okuyor, yazılar/şiirler yazıyor, şarkılar besteleyip,
şarkılar söylüyor, çevredeki ağaçlıklarda yürüyüşler yapıyordu. Böylece geçen
ayları saymamıştı bile...
Yeni yaşamındaki
birinci yılın sonlarına doğru evinin karşı tarafına düşen köy yolunun kenarında
başlayan inşaatı görünce morali bozulur gibi oldu. Köyün muhtarı, köy halkı
olarak orada bin dairelik bir site yaptırdıklarını söyleyince, ona çok kızdı,
fakat sitedeki dairelerin daha temelden satılmış olduğunu duyunca yapacak bir
şey olmadığına karar verdi.
"Hem canım,
siteyle aramızda bir kilometre mesafe var; bana bir rahatsızlıkları
olmaz."
Bu teselli ile
aylar geçti. Yapılan siteden ev alanlar
taşındı. Ortalık kalabalıklaşmaya başladı. Köyün yolu genişletilip
asfaltlandırıldı, genişçe bir caddeye dönüştü. Sitede oturanları İstanbul'a
getirip götüren minibüsler türedi. Sonra
da bir belediye otobüsü gelip gitmeye başladı.
O arada evine yakın
mesafelerde müstakil villalar inşa edilmeye başladı. Bir villa oldu, on
villa... Derken, caddenin beri yanında da bin dairelik bir sitenin inşaatına
başlandı.
Kalabalık bir ortam
oluştukça huzur denen bir şey kalmadı hayatında ve sonunda buradan da göçmeye
karar verdi. Evdeki yardımcılarına valizlerini hazırlamaları için talimat
verdi.
Yardımcıları aldı
bir telaş; yemediler, içmediler, haberi muhtara yetiştirdiler.
Muhtar, peşinde
ihtiyar heyetiyle kapısına dayandığı an, başladı dil dökmeğe:
"Köy halkı
olarak biz, hepimiz, sizin hayranınız. Hem şarkılarınızı ezbere biliriz, hem de
filmlerinizi keyifle izleriz... Bizi terk etmemelisiniz!"
"Ben
kalabalıklardan kaçıp gelmiştim buralara, gideceğim" diyecek oldu. Hem
muhtar, hem ihtiyar heyetindekiler ayaklarına kapanmaya başladı.
"Gitme ne
olursun!"
"Maaş
bağlayalım..."
"Arabanın
modelini yenileyelim..."
"Evin
bahçesine havuz yapalım..."
"Köyün en
güzel kızını verelim..."
"Gitme!"
Hepsi birden öyle
bir ağlıyordu ki, yüreği yumuşar gibi oldu. "Tamam," dedi; "Önce
açık sözlülükle anlatın bana! Buradan gitmemem için niçin bu kadar ısrar
ediyorsunuz?"
Yeniden, "Köy
halkı olarak biz, hepimiz, sizin hayranınız. Hem şarkılarınızı ezbere biliriz,
hem de filmlerinizi keyifle izleriz..." diyecek oldular ki, hemen müdahale
etti.
"Bırakın bu
ayakları! Gerçeği söyleyin bana! Yoksa vallahi giderim bak!"
"Söylersek
gitmeyeceğinize yemin ederseniz söyleriz!"
"Söylerseniz
valla billa gitmeyeceğim!"
"Tamam o
zaman..."
Muhtar başladı
anlatmaya:
"Bizim bu
köyün arazisi siz buraya gelmeden önce çok değersizdi. Parselleyerek satılığa
çıkartıp ilanlar verdik, bir parsel arsa bile satamadıydık. Sonra siz buraya
taşınınca, gazeteler, televizyonlar başladılar sizin kayıplara karıştığınıza
dair haberler yapmaya. Sonra nereden duyulduysa, sizin burada yaşadığınızı duymuşlar,
haber yaptılar. Burada yaşadığınızın duyulduğu hafta sizin evin civarındaki
arsaların hepsi hayranlarınız tarafından havada kapışıldı. Baktık olacak gibi
değil, kendimiz yap sat işine girip sizin hayranlarınıza bin daire sattık.
Köylü olarak hepimiz köşeyi döndük. Şimdi de ikinci site inşaatını başlattık.
Allah korusun, sizin buradan gittiğinizi bir duyarlarsa, o dairelere bir tane
alıcı bulamayız."