Kana kana içtiğim
gözyaşı doymakla mükellef kıldığım aciz yetilerim körelmeye yüz tutmuş iken her
yenilgi sonrası.
Uyumadığım bir gecenin
ertesinde uyanmadan başlarken yeni güne aslında değişen hiçbir şey olmadığına
kani olmak o kadar yabancısı olmadığım bir andan ibaret. Şaşırmamaya çalışsam
da şaşa kaldığım sayısız olgu. Ne yazık ki her daim kendime yüklenirken ve kıyarken
canıma.
Zor olmasa gerek ölümün
çağrısına yanıt vermek. Kerelerce ölmüş iken son bir kez daha kabullenmek kara
meleğin çağrısını o kadar da esefle kınayacağım bir edim olmadığına artık hem
fikirim.
Günler karmaşık, kaotik
ve sırnaşık edilgen bir varlığın izdüşümü tüm olup biten. Somut olmasa da
elimdeki deliller sadece ben vakıf olsam da en acıtan da zaten bu, demek nasıl
nasıl yorucu.
Sevmek… Ne sakil bir
duygu muzdarip olduğum/uz. Sebepsizce sevmek belki de en yoran. Ne var ki
bunda, derdim önceleri. Ya şimdi? Korkmak mı sevmek mi tereddüt etmeden. Evet,
sevmek her şeye rağmen katık yaparken kaygıyı.
Ne var ki bunda değil
mi? Varsın hüzün çağırsın adımı/zı varsın ortak olsun keder hele ki
koşullanmışken bir kez.
Kuralların bağdaş
kurduğu tüketilmişliklerin çeperinde biriken anlamsız ve vasıfsız bir tortu:
Gömülü aşklar, çarpık zihniyetler, asılsız yoksunluklar kalabalık yalnızlığına
sığınmış insan ırkının bitimsiz örnekleri.
Haiz olduğumuzla
yetinmeyip daha çoğuna ulaşmak adına ulaşılmazlığımızı göz ardı edip ardına
kadar açık tehlike yüklü karanlık mızrabını aşk bilip de söylemekten imtina
ettiğimiz.
Cibilliyetsiz gölgeler
üç beş rötuşla insan kılığına girmiş. İnsan kimlikleri birbirlerine
kondurdukları sıfatlar ile mütemadiyen üstünlük sağlama gayreti içerisinde.
Elimde boş bir kova ama
bir o kadar keskin bir koku ne idüğü belirsiz ve koyultulmuş izbelerinde
sakladıkları tüm gerçekleri ört bas etme gayreti içerisinde yola koyulmuşlar.
Bana düşen kudretini yok saysam da şeytanın münafık istilasından çok uzaklara
kaçmak.
Sırat köprüsü belli ki
dayanamamış onca ağırlığa ve çökmüş en derine. Günahı ile sevabı ile top yekûn
yokluğa namzet çömez düşlerde varlıklarını kurban eden isyankâr bir güruh.
Sıra sıra söz öbekleri,
karışık mizaçlar kimin ne olduğunun asla belli olmadığı hatta önem dahi arz
etmediği.
Kıyamet koptu kopalı
silik ne varsa hepten karışmış yokluğa.
Biraz sıradan ama sıra
dışılığı hürmet bilen derin bir yakarışla hicap edilesi ne varsa sümen altı
etmiş efkârı uzaklardan buraya kadar uzanan.
Mesnetsiz ithamlarla
birbirini zan altında bırakanlar.
Mücbir sebeplerle
uzağındayım. Anlamsız sorularla gündemde çoğu insan. Teselli aramak için çok
geç zaman.
Muğlâk yetileri ile
devinse de kötülük artık çok geç hidayete ermesi için.
Adımlarımı
sıklaştırdıkça sıyrılıyorum aralarından. Ne sıcak ne de soğuk içinde bulunduğum
boyut. Ne zaman ne de mekân somut üstüne üstük o izafi hatta yeknesak varlığı
ölümün pek de korkutucu değil/miş.
Ki kerelerce basamak
atlamış bir varlık iken onca gel-git rencide edip de girdiğim çıkmazda ne ki
ölüm…
Algılarım artık
yakmıyor canımı.
Gizemi belki de tüm
bilinmezliği ile karşımda dikilirken sonsuzluk. Yaşarken duyumsadığım ne varsa
geride kalmış. Hislerimin uyuşukluğu belki de yönümü kıbleye ayarlayıp kaçarken
peşimdeki belirsizlikten.
Adlar da yok insanlara
eşlik eden yüzler de gizli. Gizil bir tedirginlik olsa da peyda olan hiç mi hiç
korkmuyorum. Kural tanımaz bir dünyadan mademki buraya düştü yolum belli ki
zaman iyi kurgulanmış.
Son hatırladığım ne ise
tüm zorlamama rağmen net hiçbir görüntü yok zihnimde. Sanırım bir boşluktu en
son çığlıklarımın duyulduğu ama sadece Tanrı tarafından. Seneler süren
sessizliğime karışmış olsa da hıçkırıklarım eşlik eden kimse yoktu belki bu
yüzden bu denli unutkanım ne varsa geçmişi ve acıyı hatırlamaktan imtina
ettiğim.
Körelmiş yetileri belli
ki şeytanın ve müritlerinin. Görmek istemediğim kim varsa zaten biçilmiş kaftan
içinde bulunduğum mekân.
Çocukların sesleri
eşlik ederken o kof yalnızlığıma vücuduma yayılan bir sıcaklık ile daha da
geliyorum kendime.
Yalnızlık ne bir kaygı
ne bir yergi ne de bir hata bilakis vazgeçemediğimiz ne varsa yine o ıssızlıkta
şekillenirken ruh ve beden.
Bir külfet kimine göre
hatta bir ayıp belki yokluk belki de var oluşun tamamlandığı bir rüya
kimselerin eşlik etmediği.
Yalnızlık en yakın ama
en uzak erişilmezliğim/iz.
Sıra dışı kaygı ve
korkular ve sıradan bir hayat mı tek gerçek yoksa bir yalan mı yüzlerdeki o
neşe.
Kim ne derse desin
yalnızlık da bir yörünge bizler yola sokamazken pek çok şeyi ve kendi içimizde
yaşarken maneviyatı. Anlaşılmasak da yerden yere vurulsak da yalnızlık tek
kişilik bir rüya hayallerin bitmediği.
Anlamsızlığın tek
tahayyül edildiği kırılgan bir gün dönümünde nasiplenmişken yeni günden.
Kimliğin sıra dışı tüm
tahakkümü belki de muzaffer bir eda ile gözümüz yolda beklerken. Bir düşün
gelip geleceği son nokta bir yanda elimizde bir cetvel milim milim hesaplarken
ve yordarken kaderi. İzafi bir dokunuş, ahenksiz bir duygu hatta neye tekabül
ettiğini bilmediğimiz bir dönence.
Kâfir düşlerin,
anlamsız söylemlerin ve devrik sıra dışılığı yine kişiye özel.
Tüketilmişlik sendromu
altında yaşanan mutsuzluk mu kaçak göçek yaşadığımız zafiyetlerimiz mi baltaya
sap olamamış bir kırıklık belki de.
Kimliklere yüklenmiş
sıfatların mizacında saklı ne çok nitelik ama niceliği tercih eden bilfiil
işlediğiniz suçlar mı bu denli özgüven yüklü melodram yüklü hayatlarınızın her
safhasında birbirinize suç atarken.
Hadi yığın tüm imgeleri
metin yüklü tekil hayatlarınıza ve adlandırın bilin ki anlamlandıramadığınız o
yoksunluk bir şekilde tetikte siz çoktan hedef tahtası olmuşken. Gıyabında
kesilen cezaya da razı gelmek ise kaçınılmaz sonu bu hiddet yüklü hayatları bir
bir sorgularken Tanrı.
Vakıf olduklarımız bir
yanda bitimsiz isteklerimiz vazgeçilmezimiz.
Daha da fazlası ve en
görkemlisi belki de şatafatlı hayatlar özlemini duyduğumuz. Elimizdekinin bizde
yarattığı doyumsuzluk ise açlığımızın sonlanmayacağına dair basit bir öngörü.
Bir elimiz yağda bir
elimiz balda olsa bile yeri gelecek yetmeyecek hükümlü hayatlar soldukça ve
devindikçe ruhsal çıkmazımız. Anlık bir çıkarım mı ömürlük bir süreç mi
mutluluğa talip olup yetinmeyi bilmemek…
Kurallara tabi
hayatlarımız her ne kadar çelişkiyi yansıtsa da tüm uyumsuzluk yeri geldi mi en
yakınımızdaki yeri geldi mi o içsel sızı anlamsızlığı yüklenmişken ve illa ki
bir anlam yükleme telaşıyla düzeni sorgulamak. Ve toz konduramazken bireysel
anlamsızlığımıza.
Nedir anlam nedir aşk
nedir zafiyet nedir insan olmanın birincil kaidesi?
Ulaşılmazlığın ulaşır
kıldığı o imkânsızlık ile külliyen yalan zikredilen tüm itiraflar. İnkârı hak
bilen, ithamı yol bilen ve sevgiden nasiplenmemiş insan soyu kıyım kıyım
kıyarken her fani nasıl ki umarsız ölüm öncesi tutuşan paçaları ile zan altında
bıraktıkları tüm mazlumların ettiği beddualarla köşe bucak kaçacak delik
aramakta iken.
Mesafe de fazlasıyla
göreceli hissedilenler de hepten eksiltili sayısız yarım cümle bir adım
uzağında iken ölüm kaygımızın.
Ölümsüz ise ruh neden
yaşıyoruz ki?
Zarif dokunuşu evrenin ve asaletin eksik
bırakmadığı yakarış kadar yine en derine sızan.
Kısaca vakıf olduğum/uz her ne ise ve
hangi yürekte konaklıyorsam en az barındırdığım güzellikleri ahenkle
tokuştururken sevgi ile.
Bir sarsıntı an
itibariyle vücudumu /zu esir alan.
Bir ikilem belki de
çözemezken ya da çözüm bellediğim/iz bir kaçış hatta bir var oluş yokluğun peşi
sıra.
Yaşamamış bir insan
nasıl ölebilir ki?
Mademki ölüyüm neden
hala acıyor canım?
Bir film karesi kadar
net oysa yürekten geçen: Belki bir kurtuluş içine düştüğüm/üz ve tuzak
bellediğim/iz.
Yaşamaktan vazgeçmek
için henüz çok erken.
Ölmek için ise asla geç
değil.