Hicranın yankısında
sefil bir yadsımazlık iken gönlün ikrar bildiği, anlık bir hezimetti aslında o
var oluş yasası.
Bir tedirginlik peyda
olurken, ısmarlama bir sevinç ile nöbete durdu aşk.
Aslını inkâr eden bir
nota kadar da isyankârdı.
Yerli yersiz bir
serzenişe mahal veren cübbesinde sakladı aşkı ve rütbesi iken asılı kaldığı
devingen mabedin görünmeyen yakasına rast gelmiş iken ölüm.
Ötenazi yaparcasına
asılı kaldı tavana tüm revnak duygular ve biteviye sorgularken Hakkın rahmetine
kavuşmuş hangi hikâye ise son verdi isyanlarına.
Gönülsüz bir şarkının
girizgâhında son buldu başlamaya daha fırsat bulamazken.
Son bulan bir aşka
ramak kalan mutluluğu çok gördü kader ve sorguladı arsız bir hıyanet iken vuku
bulan ve derken demledi hüznü yetmezmiş gibi gölgelerin menkıbesinde o rahvan
ve savsak duygular nasıl da payidardı.
Bir reçeteye yazmıştı
ne ise ihtiyaç duyduğu ve sıraladı durduk yerde oysa ezberindeydi her biri.
Yine de…
Yine de mahal
veremediği bir sona rağbet etmişti keder yüklü gökyüzü.
Çaldı bulutlardan adsız
şarkıları ve tek tek kırptı yıldızları şair.
Şiirleri nüksetti
verirken son nefesini. Lakin…
Geç kalmıştı Tanrı, yol
vermişti bir kez kuluna yine de sığındığı yegâne varlığın hidayetinde soludu
aşkı son kez de olsa.
Engindi gök kubbe,
engindi derya bildiği günü birlik sevinçleri ve dardı o her paslaştığında,
kader bir sıfır öndeyken.
İnkârı yâd etti
melekler, kıvrandı duygu simsarları iken mabet bilen hükümranlığını karanlık
gölgelerin.
Adamdı terk edilen.
İsyandı her gündönümüne
denk düşen o serzeniş.
Payidar bir menkıbeye
tıkmıştı lügati kayıp bir lehçenin tüm devrik cümlelerini.
Asılsız coğrafyaların,
adı olmayan ülkelerin ve yitip giden umutların tecellisi idi mademki her eşlik
eden, sarnıcına yığılı hüzün zerrecikleri kadar ender bir dost, mecrasında
konuk ettiği efkârı yâd ederken dört bir yana serpiştirdiği toz bulutunun
görünmez melekleri sadece sakındı ve savsakladı biteviye bastıran yağmuru.
Rahmeti ötelemişti ve bilemedi günaha boyandığını ve karşılık bulmayan
dualarına sığındı yeniden. Yalpaladı, yankılandı ayak sesi ve eşsiz bir yürek
sesine eşlik etti evren. Sadece aşk, diye inledi cihan. Hüznü bellemiş bir
rotanın vazgeçilmezi iken kıblesi, mihrabı yenik bir notanın tezahüratında
eşlik etmek düşse de payına, riayet etmedi aslına ve aslı astarı olmayan bir
ömrün son bulduğu durakta parsellendi günah ve boyunduruğu iken söylenmemiş
sözcükler…
Şairin ölümü makamsız
bir şarkının nakarat bellediği son dizesinde saklıydı her soluduğu şiiri gıybet
bilen bir münafık kadar dokunuşu asılsız bir gölge olsa da hicap ettiği.
Şiirdi günah olan ve
şiirdi ölümün diğer adı.
Şiir ölmese de şairin
ölümü yine şiirin elinden oldu.
Unutulan bir güfteye
asılı kaldı o devingen sancı ve ötelendi mabet bildiği ne kadar imge kaldıysa
geride.
Rütbesi aşk olan bir
komutanın muzaffer edasıyla yazdı son şiirini ve hiç ölmeyecekmişçesine devam
etti yıldızlara asılı kalan her bir dize.
Sondu soluduğu, soluktu
teni ve ölüm idi tek rakibi o isyan yüklü dizelerde adını fısıldarken sevdiği
kadının.
Bir şair ölmüştü ama
bir şiir doğmuştu.
Ve aşkı payidar kılan
her şiirine sahip çıktı geride kalan kim varsa. Rüştünü ispatlayan bir şairin
şerh düştüğü ne varsa, asılsız bellese de cihan, son noktayı koymuştu bir kez
gitmezden önce.
Şairin ölümü aşkın
elinden olmuştu üstelik ne ilk ne de son.